İHD ve TİHV'den 'Kayıplar Sözleşmesi imzalansın' çağrısı
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Cumartesi Anneleri'ne yönelik polis saldırısını kınadı. İHD ve TİHV, 'Kayıplar Sözleşmesi' imzalanması çağrısı yaptı.
İHD ve TİHV tarafından yapılan ortak açıklamada, gözaltında kaybetme eylemlerinin siyasal iktidardan sivil topluma tüm Türkiye’nin utancı olduğu ifade edildi. 700. hafta oturma eylemi öncesi kayıp yakınlarına yönelik kolluk güçleri tarafından yapılan müdahalenin bu utancı daha da derinleştirdiği ve vicdanları yaraladığı belirtilen açıklamada, şu değerlendirmelere ve çağrıya yer verildi:
DARP VE İŞKENCE GÖRDÜLER: Utanç ve şaşkınlık içindeyiz… Dün 23 yıldır, gücü ve sağlığı elverdikçe yaz kış demeden, cumartesi günleri adalet ve vicdan talebiyle gözaltında zorla kaybedilenlerin akıbetini sormak üzere Galatasaray’da oturma eylemi yapan 82 yaşında bir anne, bir kayıp yakını, beraberindeki 27 kişi ile birlikte gözaltına alındı. Daha sonra çevredeki duyarlı insanların haklı itirazları sonucu serbest bırakıldı. Gözaltına alınan 27 kişi ise insan hakları savunucuları, kayıp yakınları ve aktivistlerdi. Gözaltına alınanlardan birçoğu darp edilerek işkence ve kötü muamele yasağına aykırı olacak şekilde yaralandı. Bu kişiler adli işlemler sonucu dün akşama doğru serbest bırakıldı.
İNSANLIK DEĞERLERİ AYAKLAR ALTINA ALINDI: Utanç içindeyiz, zira iki koluna girip sürükleyerek Emine Ocak anneyi gözaltına almaya çalışanlar, parçası olduğumuz insanlık ailesinin bin bir zorlukla üretmiş olduğu değerleri ayaklar altına aldılar. Şaşkınız, zira Emine Ocak’ı gözaltına alanlar ile bizleri yurttaş olarak birbirine bağlayan değerler aynı değerlerler mi? Onların değerleri kalıcı OHAL rejiminin baskıcı uygulamaları, bizim ise insan onuruna dayalı özgürlük, eşitlik, adalet ve barış değerleridir. Tabi ki Emine Ocak, bu Cumartesi de, hep yapıldığı gibi saat 12.00 de, 700. kez, diğer anne, baba, eş ve çocuklar ile birlikte Galatasaray’da oturarak bu kederli ülkede gözaltında zorla kaybedilen yakınlarının akıbetini soracaktı. Çünkü onun oğlu Hasan Ocak, bundan tam 23 yıl önce İstanbul’da gözaltına alınmış, çeşitli mercilere yapılan tüm başvurulara rağmen gözaltında olduğu inkâr edilmiş, işkence görmüş bedeni Beykoz’da ormanlık alanda bulunduktan sonra kimsesizler mezarlığına gömülmüştü. Emine Ocak, oğlunun cenazesine 17 Mayıs 1995 tarihinde Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaştı. Bu gelişme üzerine dönemin İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Akın Birdal İle Türkiye İnsan Hakları Vakfı başkanı Yavuz Önen’in yaptıkları ortak çağrının ardından yakınlarını kaybedenler 27 Mayıs 1995 tarihinden itibaren Cumartesi günleri Galatasaray meydanında oturmaya başladılar. Oturma eylemleri ağır baskılar altında 200 hafta yapıldı ve ara verildi. Ergenekon soruşturmaları sürecinde gözaltında kayıpların bulunması ve faillerin yargılanması amacıyla İHD Genel Merkezinin aldığı kararla başta İstanbul Galatasaray olmak üzere Diyarbakır, Şanlıurfa, Batman, Mardin, Şırnak/Cizre, Hakkari/Yüksekova, Van, Ankara, İzmir, Adana ve Mersin gibi İHD şubelerinin bulunduğu şehirlerde oturma eylemleri Şubat 2009 tarihinde tekrar başlatılmıştır.
YAKINLARININ AKIBETLERİNİ ÖĞRENMEK İSTİYORLAR: Kayıp yakınlarının pek çoğu, Emine Ocak kadar şanslı değillerdi. Emine anne, hiç olmaz ise çocuğunun cenazesine ulaştı, inanç ve geleneklerine uygun bir biçimde toprağa vererek yasını olabildiğince yaşamaya çalıştı. Kayıp yakınlarının onlarcası bu denli insani/kültürel temel bir haktan dahi yoksunlar. O nedenledir ki cumartesi anneleri/insanları, zorla kaybedilen yakınlarının akıbetini öğrenmek, faillerin açığa çıkarılmasını, adil bir şekilde yargılanıp cezalandırılmasını yanı sıra usulüne uygun bir şekilde yaslarını tutmak istiyorlar. 23 yıldır, 699 haftadır, tüm dünyanın ilgi ve saygı gösterdiği, bu ülkenin en uzun soluklu meşru hak mücadelesini veriyorlar.
HAKİKATİN ÜZERİNİ Mİ ÖRTMÜŞ OLDUNUZ?: Ne oldu şimdi, dün Galatasaray’da kimyasal gaz, plastik mermi, aşırı ve orantısız güç kullanarak, genç yaşlı demeden onlarca kişiyi gözaltına alıp insanların “Gözaltında zorla kaybetme eylemi insanlığa karşı suçtur!”, “Kayıplarımızı bulun, failleri cezalandırın!”, “Birleşmiş Milletler Kayıplar Sözleşmesi çekincesiz biçimde derhal imzalanmalı ve uygulanmalıdır!” demelerini engelleyince otoritenizi mi tesis etmiş oldunuz? Ya da hakikatin üzerini mi örtmüş oldunuz?
699 KEZ SINADIK BU GERÇEKLİĞİ: Yıllarca bu barışçıl eyleme kolluk güçleri müdahale etmediği takdirde hiçbir sorunun yaşanmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Hem de üç beş kere değil, 699 kez sınadık bu gerçekliği. 12 Eylül 1980 döneminde gözaltında zorla kaybedilen Cemil Kırbayır'ın annesi Berfo ana, bazı kayıp yakınları ve hak savunucuları ile 2011 yılında Dolmabahçe'de bir araya gelen dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisinin ve hükümetinin kayıpların, faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılması ve faillerini bulunması konusunda kararlı olduğunu belirtmiş ve Berfo anaya söz vermişti. O dönem bu kararlılığın samimi olması halinde sonuna kadar arkasında duracağımızı belirtmiş, ancak söz konusu görüşme ve açıklamanın yaklaşmakta olan Milletvekili Genel Seçimleri nedeniyle yapılmış olmasından da kaygı duymuştuk. Maalesef, zamanla kaygılarımızın hiç de yersiz olmadığını gördük. Sabrı ancak 106 yıl yeten Berfo ana, verilen sözler yerine getirilmediği için oğlunun akıbetini öğrenemeden gözü arkada yaşamını yitirdi. Şimdi ise faillerin bulunması kararlılığı, cumartesi annelerinin/insanlarının sesini kısma kararlılığına dönüştü.
SUÇTUR: Bir siyasal iktidarın konunun üzerine kararlılıkla gitmemesi, hatta hak arayan kayıp yakınlarının sesini kısmaya çalışması insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaybetme eyleminin resmi olarak ve mutlak biçimde inkâr edilmesi anlamına gelir ki suçtur… Bu aynı zamanda işkence ve kötü muamele yasağının da ihlali niteliğindedir. Çünkü yakınları, zorla kaybedilen kişinin yaşayıp yaşamadığını, yaşıyorsa nerede, hangi koşullar içinde tutulduğunu, öldürüldüyse cesedinin nerede bulunduğunu öğrenememenin derin acısı içindedir. Uzun yıllar boyunca süreklilik gösteren bu durum “kayıp” yakınları açısından; “işkence ve zalimce, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele” yasağının ihlali anlamına gelir.
DEVLETİN SORUMLULUĞU: Türkiye sistematik zorla kaybetme eylemleri ile her ne kadar 12 Eylül askeri darbesinden sonra tanışmışsa da bu tür eylemler asıl 90’lı yılların başında yaygınlık ve yoğunluk kazanmıştır. İnsan hakları kuruluşlarının verilerine göre yüzlerce zorla kaybetme eylemi gerçekleşmiştir. Özellikle 90’lı yılların ilk yarısında ülkenin pek çok yerinde, bilhassa da Güneydoğu’da insanlar evlerinden, işyerlerinden, okuldan, sokaktan ya da kahvehaneden günün herhangi bir saatinde, ansızın sivil veya üniformalı güvenlik güçleri ya da onlara yardımcı olan kişiler (itirafçılar) veya gruplar (geçici köy korucuları) tarafından özgürlüklerinden alıkonulmuşlar ve bir süre sonra elleri bağlı, işkence yapılmış halde bir köprünün altında veya bir tarlanın kenarında cesetleri bulunmuştur. Ya da bir daha haber alınamayacak şekilde kaybolmuşlardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu tür gerçekleşen çok sayıda zorla kaybetme eyleminde devletin sorumluluğu olduğu, kayıp iddialarını etkin, şeffaf ve bağımsız biçimde araştırmadığı, sorumluları açığa çıkarıp cezalandırmadığı, kayıp yakınlarının acılarını dindirecek telafi ve onarım süreçlerini işletmediği için Türkiye’yi mahkûm etmiştir. Bugün de kayıp iddiaları özellikle 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrasında artış göstermektedir.
KAYIP YAKINLARINDAN ÖZÜR DİLENMELİ: Cumartesi Annelerine, kayıp yakınlarına ve insan hakları savunucularına 700. Oturma eylemi öncesi yapılan müdahaleyi kınıyoruz. Zorla kaybetme eylemleri siyasal iktidardan sivil topluma kadar topyekûn bu toplumun, Türkiye’nin utancıdır. Bu utançtan hiç birimiz kaçınamayız, kendimizi azade kılamayız. Kayıp yakınlarına dün yapılan müdahale bu utancı daha da derinleştirmiş ve vicdanları yaralamıştır. Bu nedenle dünkü müdahalelere yol açan her düzeydeki tüm yetkililer kayıp yakınlarından derhal özür dilemelidirler. Bunun yanısıra kayıtlarda yer aldığı gibi bu olayda herkesin tanıklığında gerçekleşen işkence ve diğer kötü muamele düzeyine ulaşan uygulamalar nedeniyle de tüm sorumlular hakkında derhal etkili soruşturma süreçleri başlatılmalıdır. Gözaltına alınanların ise haklarında hiçbir işlem yapılmamalıdır. Utançtan kurtulmanın bir göstergesi olarak siyasal iktidar Birleşmiş Milletlerin kısaca “Kayıplar Sözleşmesi” olarak bilinen “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmesi”ni hiçbir çekince koymadan derhal imzalamalı ve onaylamalıdır.
(HABER MERKEZİ)
İnsan Hakları Derneği
Türkiye İnsan Hakları Vakfı