İhraç edilen öğretmen: Panik yok, kaldığımız yerden devam
KHK ile ihraç edilen Eğitim-Sen’li sınıf öğretmeni Ömer Açık, “Bir panik ya da şok yaşamadık, hayata kaldığımız yerden devam ediyoruz” diyor. Hemen her gün meslektaşlarıyla beraber hak arama eylemlerine katılan Açık, dördüncü kitabının son hazırlıklarını tamamlamak üzere. Ayrıca henüz bir yaşında olan kızına baktığını belirtirken, “24 saat yetmiyor, ikinci bir 24 saat istiyoruz” diyor.
DUVAR - 2001 yılından beri Türkiye’nin çeşitli illerinde görev yapan sınıf öğretmeni Ömer Açık, en son İstanbul’da çalışıyordu. 7 Şubat tarihinde yayınlanan 686 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarıldı. Öğretmenlik yaptığı süre boyunca çocukların soru sormasını ve kendini ifade etmesini önceleyen bir anlayışla hareket ettiğini belirten Açık, “Çocukların her an her şeyi söyleyebilen, çok şaşırtıcı cevaplar verebilen özgür ve hayalci dünyalarını özlüyorum” diyor.
Çocuk kitapları yazan Açık’la, ihraç süreci ve edebiyat üzerine konuştuk...
En son İstanbul’da öğretmenlik yaptınız sanırım. İhraç edilmeniz de bu döneme denk geldi değil mi?
Evet, 7 Şubat KHK’sıyla ihraç edildim. Aslında beklediğimiz bir şeydi. Sendikal mücadelenin önde gelenlerinin ve bu anlamda aktif olanların ilk etapta tasfiye edileceğini de tahmin ediyorduk. Ben de sendikada, alanlarda önde olmaya çalışan insanlardandım. O yüzden hedef olacağımı tahmin ediyordum. Ki öyle de oldu şaşırmadık.
İhraç edildiğinizi nasıl öğrendiniz? Haberi kimden aldınız?
Kızım henüz bir yaşında olduğu için onun yanında televizyon izlemiyoruz. Zaten önceden de çok izlemezdik; ama kızım doğduktan sonra tamamen bıraktık. O KHK’nın yayınlandığı gün, eşim de ben de kitaplara dalmıştık saat 23.30 civarında aynı anda ikimizin de telefonu çalmaya başladı. Arkadaşlarımız ve ailemiz aradı, haberi onlardan aldık. O esnada çekirdek çitliyorduk. Telefonları kapattıktan sonra da çekirdek çitlemeye devam ettik. Bizim için hayatın olağan akışı devam ediyordu, çünkü. Bir panik ya da şok yaşamadık. Hayata kaldığımız yerden devam ettik; şu anda da öyle devam ediyoruz. Ciddi bir adaletsizlikle karşı karşıya kaldık ve hakkımızı aramaya çalışıyoruz. Bunu dünya aleme duyurmaya çalışıyoruz.
HAFTANIN ÜÇ GÜNÜ OTURMA EYLEMİ
İhraç sonrası zamanınız nasıl geçiyor? Gündelik hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?
Ne öğretmenlik ne de memuriyet, bizim hayatımızın merkezinde yer almıyor. O yüzden bende büyük bir boşluk yaratmadı, bu durum. Bir yandan kızıma bakıyorum, bir yandan okuma yazma işlerime. Ayrıca eylem takvimimiz yoğun, 24 saat bize yetmiyor. Yeni bir yirmi dört saat istiyoruz. Haftanın beş günü eylem var nerdeyse, mesela haftanın üç günü Bakırköy Meydanı’nda oturma eylemi yapıyoruz. Perşembe günleri kurumların önünde açıklamalar yapıyoruz, cuma günleri de bizi bir türlü haber yapmayan basının kuruluşlarının önünde eylemdeyiz. Böyle olunca haftanın büyük bir bölümü dolmuş oluyor.
Tabii bu süreçte kızımla daha çok vakit geçiriyorum. O uyanıkken ne kitapla ne de başka bir şeyle ilgilenemiyoruz, doğal olarak. Akşam dokuza kadar uyanık. Kızımla geçirdiğim zaman ve ev işleri falan derken okumaya yazmaya çok zaman kalmıyor. Ancak dokuzdan sonra okuyabiliyoruz. Halihazırda devam eden dosyalar var yazıp çizdiğim. Önümüzdeki yıl yine Günışığı Kitaplığı’ndan basılacak kitaplar var, onların da hazırlıkları sürüyor.
‘HAYATA KÜSÜN İSTİYORLAR’
Bence toplum olarak iş hayatını fazlaca önemsiyoruz. Tüm zamanımızı onunla doldurup ilgilerimizi unutuyoruz. Tabii üretebileceğimiz ya da katkı sağlayabileceğimiz şeylerden de vazgeçiyoruz.
Buna ek olarak şunu söyleyeyim o zaman; yeteneksizleştirme dediğimiz bir politika var. Belki bir sosyolog, bir yerde bunu çok daha iyi bir şekilde ifade etmiştir. Sistem çocukluğunuzdan başlayarak yeteneklerinizi fark ettirmeyerek, fark etseniz de geliştirmenizi engelleyerek sizi belli bir pozisyonda tutmaya çalışıyor ki o pozisyonun dışında hiçbir şey yapamayın. Kendinizi sadece tek bir pozisyonda tanımlayın ve onu kaybetmemek için her şeyi yapın. Yani memurluk tam olarak bu. Sizi bir memur olarak -bu öğretmen de olabilir ya da herhangi bir memurluk da olabilir- sürekli aynı pozisyonda tutuyor. Kültürel, bilimsel, sportif aktivitelerin tamamen dışında bırakarak yeteneksizleştiriyor. Sizde ‘bu iş benim hayatımın merkezinde, bu iş olmazsa ben de yokum’ gibi tanımlamaya başlıyorsunuz ve o işi kaybetmemek için elinizden geleni yapıyorsunuz. Birçok insan için bunun çok geçerli olduğunu düşünüyorum. Böyle olduğunda insanlar o memuriyeti kaybetmemek için elinden geleni yapıyorlar. Hakları gasp ediliyor, hakarete uğruyorlar; fakat bütün bunlara rağmen iş yerlerinde yöneticilerine karşı seslerini yükseltemiyorlar.
İhraçlardan sonra insanlar haklı olarak bunalıma giriyorlar ve evlerinden çıkmıyorlar. Ciddi bir karamsarlık var hayatlarında. İşini kaybettiğinde de hayat devam ediyor diye bakmak lazım. Zaten bizi ihraç edenlerin istediği de bu; karamsar olun, bunalıma kapılın, evinizden çıkmayın, moraliniz bozuk olsun, hayata küsün istiyorlar. Biz tam tersini yapmalıyız, moralimiz yüksek olmalı, hakkımızı aramalı ve hayata karışmalıyız.
İhracın öncesine dönersek sınıf öğretmeniyken zamanınız nasıl geçerdi? Öğrencilerle nasıl bir iletişiminiz vardı?
Ben çok eğleniyordum çocuklarla birlikteyken. Sınıftan çıktıktan sonra öğretmenler odası, koridorlar çok sıkıcı; ama sınıflarda bir canlılık var. Dersin konusu ne olursa olsun örneklerin üzerinde ilerleyerek ve eğlenerek paylaşıyorduk. Bunu özlüyorum. Çocuklarla yaptığımız eğlenceli dersleri, çocukların her an her şeyi söyleyebilen, çok şaşırtıcı cevaplar verebilen özgür ve hayalci dünyalarını özlüyorum. Çocuklarla birlikte soru sormasını bilen, kendini ifade etmesini önceleyen bir eğitim yapıyorduk. Yani onlardan öğrenen ve hayatı paylaşan bir anlayışımız vardı. Velileriyle düzenli olarak görüşürdük.
Yayınlanan üç kitabınız var, dördüncüsü de yolda. Peki, nasıl başladı bu yazarlık serüveni?
Aslına bakarsanız ben lise sona kadar yazmakla ya da okumakla çok uğraşan biri değildim. O süreç gözlemleyerek, deneyim biriktirerek geçti diyebilirim. Okuma ve yazma faaliyetlerim üniversitede (Hacettepe Üniversitesi) gelişti. İyi arkadaşlar insanları değiştirir, tıpkı kitaplar gibi. Bende de öyle oldu üniversitede okuyan tartışan insanlarla bir arada olmak beni okumaya sevk etti.
ÜÇ KİTABI VAR
İlk kitabnınız ne zaman çıktı?
İlk kitabım Menekşe İstasyonu, 2015 yılında Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı. Aynı yılın sonunda ikinci kitabımı çıkardım: ‘Benim Babam Ömür Adam.’ Son kitap ’Montsuzlar' ise bu yıl yayınlandı.
Yazacağınız konuları nasıl bulursunuz? Öğretmenlikten de besleniyorsunuzdur diye düşünüyorum.
Ben hep Küçükçekmece’de çalıştım. İstanbul’da en iyi bildiğim yer de orası. İlk kitabımın adı olan Menekşe İstasyonu da, Küçükçekmece Gölü’ne komşu bir mahalle. Burası aslında kapatılmak istenen bir tren istasyonu. Küçük bir istasyon ve küçük olan her şey gibi günümüzde çok da makbul bulunmuyor. Kitap şunu anlatıyor: Hayatın yavaş aktığı Menekşe İstasyonu’nu, belediye kapatmak istiyor. Mahalleli bu karara karşı; çünkü bu istasyon, onların şehirle bağlantısını kurmasını sağlıyor. Çocukların öncülüğünde bir direniş başlatıyorlar. Çocuklar bütün aleme dertlerini anlatmaya çalışıyorlar ve en sonunda da istasyonu kapattırmamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.
Kentsel dönüşüm ve mahalle kültürü, kitaplarınızda işlediğiniz konulardan. Niçin bunlar öne çıkıyor? Siz nerede ve nasıl bir mahallede büyüdünüz?
Ankara Yenimahalle’de büyüdüm. Bu mahalledeki insanlarda gördüğüm ilişkileri bugüne taşımak istiyorum aslında. Çocukların unuttuğu veya bilmediği hayatlar var, o mahallerde. Site ve apartman hayatının dışında bir hayatın olduğunu bilmelerini istedim. Dolayısıyla mahalle kültürü, üç kitabımda da bir zemin niteliğinde...
‘YETİŞKİNLER DE ÇOCUK KİTABI OKUMALI’
Bugün pek az yetişkin ‘çocuk kitabı’ okuyor. Çünkü çocuk kitabı, yetişkin kitabı gibi bir algımız var. Siz bu ayrımla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Genel olarak ne ben ne de Günışığı Kitaplığı salt çocuklar için yazmıyoruz. Aslında biz çocuk edebiyatı yapmıyoruz, biz edebiyat yapıyoruz. Buna bazıları çocuk edebiyatı diyor, özellikle de anne babalar ve okullar… Aslında biz yetişkinlerin de okuyacağı kitaplar yazıyoruz. Günışığı Kitaplığı’nın ilkesi de tam olarak bu.
Yetişkinlerin çok daha fazla çocuk kitabı okumasını istiyorum. Çünkü bizim nesil çocukken çok kitap okumadı. Hem bunu telafi etmek hem de bugünkü çocukları anlamak, onlara vakıf olmak ve onları doğru kitapla doğru zamanda buluşturmak adına biz yetişkinlere ciddi bir görev düşüyor. Sadece öğretmenlere değil, çevresinde çocuk olan ve çocukları kitaplarla buluşturmak isteyen herkese bu görev düşüyor. Böylelikle ne kadar çok çocuk kitabı okursak o kadar iyi.
2018’İN BAŞINDA YENİ KİTAP GELİYOR
Yeni kitabınız ne zaman çıkacak? Yetişkinlere ve çocuklara neler anlatacak?
2018’in ilk aylarında çıkacağını tahmin ediyorum, ocak ayında olabilir. Ortaokul son sınıfta olan bir çocuğun hikayesi. Bu çocuk, öğretmen olan annesiyle aynı okulda bulunmuş; fakat bundan hiç hoşlanmıyor ve bunu bütün okuldan saklıyor. Öğretmenlerle ilgili bir antipatisi var, sürekli eleştiriyor öğretmenleri. Ama tabi ki bir yerde annesinin öğretmen olduğu anlaşılıyor. Bir de bir aile sırrı var. Çocuk bir şekilde bu aile sırrını öğreniyor ve peşine düşüyor. Aile içinde bir nedenden dolayı adı anılmak istemeyen, fotoğrafları yok edilen bir teyzesi olduğunu öğreniyor ve onun peşine düşüyor. Diğer üç kitaptan farklı olarak bu kitabı birinci ağızdan yazdım. Hikayeyi karekterin kendisi anlatıyor. Bu da ayrı bir samimiyet kazandırıyor.