Mısır’ın (ve diğerlerinin) bastırması sonucu Müslüman Kardeşler örgütüne ayar mı verdik? Yoksa sadece birkaç açıklama ile muhatapları kandırabileceğimizi ve bu muhatapların kandırıldıklarını hiçbir zaman anlamayacaklarını mı düşünüyoruz? Cevap net değil çünkü artık valilik düzeyinde yayınlanan açıklamalarda bile “oy birliğinden” bahsedilirken bir bakıyoruz imzası bulunduğu belirtilen bir kişi “haberim yok” diyebiliyor. Bu durum son yıllarda yürüttüğümüz dış politika tarzımızın özetidir maalesef.
Mısır ve Suudi Arabistan kapılarından Ortadoğu’ya tekrar dönme çabalarımız malum. Hoş aslında hiç olmamıştık. Zira AKP öncesi dönemde “Arap ile ne işimiz var"dı, AKP sonrasında ise “dibine kadar iç işlerine karışırız” dediğimiz için sağlıklı bir ilişki yürütemedik, kendimize yer edinemedik. Yer edinmek zorunda da değiliz ama hiç olmazsa prestijli, gerektiğinde görüşüne başvurulabilen bir pozisyonda olabilirdik.
“Arap ile ne işimiz var” döneminde ilişkiler çok samimi değildi elbet ama en azından daha seviyeliydi.
Ancak bu hükümet döneminde kendi sorunlarımız bitmiş, muasır medeniyet seviyesini yakalamış, refah düzeyimiz de artmış ve gözümüzü diğer ülkelerde “küçük Amerikacılık oynamaya” dikmiştik ya Ortadoğu’da kendi çapımızda “KOBİ emperyal” olduk. Eh bunun da gerekleri vardı elbette. Bizim MİT’in CIA’den eksiği mi vardı? Pekala biz de “covert ve overt operations” yapabilirdik.
Böyle bir niyet ile dalınca Ortadoğu’ya rahatsız olduğumuz hangi yönetim varsa onun muhalifini desteklemeye başladık. Liste gerçekten uzun. Ama özellikle Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile sorun yaşamamıza neden olan Müslüman Kardeşler Örgütü’nün üzerinde durmak lazım. Nasıl durmayalım, bir taşla üç kuş vurmaya kalkıştık.
Arap dünyasının devi Mısır, geçtiğimiz günlerde petrol şirketi ARAMCO’nun sadece yüzde 1’lik hissesini 19 milyar dolara satmak için pazarlık yapıldığını açıklayan Suudi Arabistan ve yıllık kişi başı geliri yaklaşık 60 bin dolar olan BAE ile İhvan aşkının da içinde yer aldığı bir maceraya giriştik.
Bu ilkeler ile sorunların nedeni elbette sadece İhvan olamaz. Ancak şu nokta çok önemli: İhvan ile ideolojik yakınlık bir yana Mısır-Mursi, Tunus, Libya, Suriye örneklerinde olduğu gibi İhvan’a oynadık. Daha da kötüsü en azından bu ülkeler nezdinde İhvan’ı koz olarak kullanmak zorunda kaldığımız bir pozisyona düştük.
Bu durum “Arap ile ne işimiz var” döneminde bile bölgede bir ağırlığımız varken dış politikamızın ve enstrümanlarının ucuza harcanmasının sonucu ne yazık ki.
Suud, BAE, Mısır-Katar kapışmasında tercihimizi İhvan’dan yana kullanarak neyi hedeflemiştik bilen var mı? Bu yanlış politika döndü dolaştı Katar’ın bu ülkeler ile normalleşmeye başlaması sürecine tosladı.
Biden ile normalleşmenin hemen olamayacağı ortadayken şimdilerde telaşla Ortadoğu’da düne kadar meydan okuyup söylemediğimizi bırakmadığımız üçlüye dönmeye çalışıyoruz. Üçlü de yoğurdu üfleyerek yemekte kararlı olduğu için “önce İhvan ile bağlarını kopar, somut adımları görelim sonra oturalım masaya” diyor.
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da bazı toplantılara katılan İhvan mensupları da bir yandan “siyasi mülteciyiz” diyor diğer yandan “Türkiye’nin istikrarını bozacak herhangi bir işe kalkışmayız” taahhüdünde bulunuyor.
Eğer Türkiye kısa zamanda İhvan ve üyeleri hakkında radikal kararlar alıp uygulamazsa önümüzdeki yıllarda aynı kısır döngünün tekrar edeceğini ve Ortadoğu’ya dönüş için aynı isteklerin karşımıza çıkabileceğini tahmin etmek zor değil.
Çünkü İhvan yetkililerinin bu açıklamaları daha çok “hele siz bir süre sessiz kalın, ortalık bir yatışsın sonra bir çaresine bakarız” garantisini aldıklarını düşündürüyor. Sanki bir kandırmaca niyeti var gibi duruyor bu açıklamalar. Ders almadık mı? Alemi sersem zannetmeye devam eden bir dış politika sürdürülebilir mi?
Memleketin dış politikasını İhvan’a bağlamak ya da İhvan’ı koskoca Ortadoğu coğrafyasında önemli bir partner olarak görmek ülkenin menfaati gereği mi yoksa dinsel romantizmin sonucu mu? İhvan aşkı ne zaman bitecek?