İki ateş arasında kalmış bir köy...
Adıgüzel Özgüven,'in kaleme aldığı Tutunanlar, Phoenix Yayınları'ndan çıktı. Özgüven, Varto’nun İskender Köyü’nden bir ailenin 1870’lerden 1980’lere hikâyesini anlatırken bölgenin tarihini de veriyor.
Gül Atmaca rosa.atmaca@gmail.com
DUVAR - 1915 bu toprakların gördüğü en zor yıllardan birisiydi. Osmanlı İmparatorluğu’nu da içine alan Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) nedeniyle birçok cephede savaşılıyordu. Bu yazının konusu olan “Tutunanlar, 1870’lerden 1980’lere başlıklı kitapta da anlatıldığı gibi Doğu Anadolu’da Rus işgali, katliamlar yetmezmiş gibi bir de dondurucu soğuklar saldırdı insanlara. Kıtlık hüküm sürerken sıcaklığın -30’lara düştüğü kış mevsiminde birçok insan hayatını kaybetti. Öyle ki bahar gelip karlar eridiğinde birçok cansız beden ortaya çıktı. İşte bu kitap, Varto’nun İskender Köyü’nden bir ailenin 1870’lerden 1980’lere hikâyesini anlatırken bölgenin tarihini de vermektedir.
Kitaba dönersek yazarın adı da (Adıgüzel Özgüven), Varto’nun adı da ilginç. Önce, Varto ne demek, ona bakalım. Muş ilinin Varto ilçesi barındırdığı Alevi nüfus ve okuma-yazma oranının yüksek oluşuyla diğer ilçelerden ayrılıyor. Urartu ve sonrasında Ermeni yerleşim alanı olan ilçenin adına dair farklı açıklamalar var. Vart kelimesinin Part dilinde ve Ermenice “gül” demek olduğunu kayda düşelim. Vartolular ise buraya “Gımgım” diyorlar. Kitaba ön söz yazan Avukat Kamer Beyaztaş, “Varto’nun düzlüklerinde at yarışları yapıyorlarmış, Rivayet olunur ki Gümgüm adı at yarışlarından gelmektedir… Gümgüm’ün Zazaca seslendirmesi Gımgım olduğundan yörede bu isim söylenmektedir” diye yazıyor. Yazarımıza ise ismini, Varto köylerine Cem töreni için gelen ve Dersim-Kureyşan Ocağı’ndan olan Seyit Bertal vermiştir.
HALKLARI BİRBİRİNE KIRDIRMA POLİTİKASI
Kitabın ilgili çeken konularından birisi Osmanlının bölgeyi kontrol etmek için halkları birbirine kırdırma politikasıydı. Şöyle anlatıyor Özgüven: “…Hamidiye alay komutanları; Ermenilerin, Ruslarla işbirliği yaptığını belirten haberleri Osmanlı makamlarına telgrafla bildirir. Hamidiye alay komutanları, Müslüman halkın huzur ve güvenliği için Ermenilerin ıslah edilmeleri hususunda saraydan daha fazla yetki isterler. Osmanlı Ordusu içinde yetkili olan Alman komutanları, iktidardaki İttihat ve Terakki paşaları ve Hamidiye aşiret reisleri; Ruslara karşı zafer kazanmak için Ermenilerin Anadolu topraklarından başka bölgelere sürülmelerini padişaha önerirler…”
İttihat ve Terakki yöneticileri Sarıkamış yenilgisini Ermenilere yükler. Enver Paşa, basına sansür koyarak Sarıkamış faciasını, yanlış kararını ve hatasını örtbas eder. Halk arasında, Müslüman-Ermeni düşmanlığı o günlerde yoğunlaşır. Tehcir Yasası’na haklılık kazandırılır. Osmanlı Hükümeti, Alman komutanların görüş ve desteğiyle Ermenilerin cephe gerisinde temizlenmesine karar verir.Bölgenin güvenliğini sağlamak amacıyla Mayıs 1915’te hazırlanan Tehcir Kanunu, 01 Haziran 1915’te uygulamaya konulur. Tehcir Yasası ile Ermeniler yerlerinden yurtlarından, köylerinden sürgün edilir. Sürgünle göç edilenler yollarda perişan olurlar. Ancak Tehcir Yasası Rusların işgalini durdurmaz.
Hamidiye Birlikleri, Ermeni köylerine saldırıda bulunur. Halkı katlederler, mallarını yağmalarlar. Devamını yazarın ağzından verelim: “…Bazen de Kürt aşiretleri ganimet paylaşımında anlaşamadılar. Aralarında talan ve yağma savaşları çıktı. Talan ve mal savaşında Hamidiye Alayları kazançlı çıktı. Servetlerine el konulan sahipsiz kadınlar, kızla tecavüze uğradı, ganimet olarak paylaşıldı. İntiharlar yaşandı, çok ailenin nesli tükendi. Ermeniler can derdinde, fırsatçılar ganimet peşinde oldu…”
1916 yılının Ocak ayı. İskender Köyü’nün 8 km ötesindeki Meğelisor Köyü’nde Ruslar karargâh kuruyorlar. Bir yandan da atların (Katalan/Kadana) çektiği yük arabaları tekerlekleri çamura batmasın diye yol yapılır, parke taşları döşenir.
1917 yılında Ekim Devrim’inden sonra Ruslar işgal ettikleri topraklardan çekilir. Bölgenin idaresi Rusların atadığı Ermeni komutanlara devredilir. Çok sayıda silah, cephane, yiyecek, giyecek, top, tüfek gibi malzemeler Ermenilere kalır. Rus Ordusu, geri çekilirken Muş, Varto, Hınıs gibi bazı şehirlerin yönetimi altı ay kadar Ermenilerin eline geçer. Anlaşma gereğince Osmanlı Ordusu bölgeye doğru ilerleyince Ermeniler bölgeden kaçar ve bölgedeki hakimiyetleri sona erer. Ermeni Taşnak komitecileri bölgeyi boşaltıp geri çekilirken, yol üstündeki köylerde katliam yaparlar. Taşnak komitecilerinin katliamını yaşayan köylerden bir tanesi de İskender Köyü olur.
1918 yılı Mart ayıdır, Taşnak silahlı komitecileri, köyün erkeklerini on kilometre uzaklıktaki yiyecekleri taşımaları bahanesiyle köyün alt tarafında toplanmaya çağırır. Yarım saat içinde altmış kişilik erkek grubu toplanmıştır. Bu insanlar on kilometre uzaklıkta kuytu bir yerde tek sıra halinde dizilerek kurşuna dizilirler. Köyde kalanlar da çoluk, çocuk, yaşlı genç, kadın erkek farkı gözetilmeksizin mermi, süngü ve baltalarla öldürülür. Hayatta kalan kadın ve çocuklar ise bir süre dağlarda yaşam mücadelesi verir.
Kitapta, Ermeni Tehciri kararı gibi Enver Paşa’nın rol oynadığı bir başka felaket olan Sarıkamış Harekatı’nın İskender Köyü’ne düşen gölgesi de işlenmiş. (Bu arada, yüz binlerce insanın kaderini etkileyen Enver Paşa, özeleştiri yapıp kararlarının bedelini ödemek yerine Turan rüyasını görmeye devam etti. 1922’de öldüğünde Türkistan’da Kızıl Orduya karşı kılıç sallıyordu.)
Sarıkamış’ı kitaptaki izdüşümünden anlatalım: “…Allahüekber Dağları’nda yaşanan felaketin sonucu ilkbahar mevsiminde su yüzüne çıkar. Baharla birlikte Anadolu’dan, Trakya’dan, Arabistan’dan çokça insan, asker evlatlarını aramak üzere Kars’a doğru yola çıkar. Açlık ve kıtlığın, savaş ve korkuların yaşandığı günlerdir…”
FEODALİTENİN HASTALIKLI HALLERİ
İskender Köyü ile Sarıkamış arası 200 km’dir. Bu köyden asker giden Veli’den haber alınamayınca kardeşi Aziz yollara düşer, ne yazık ki kardeşini bulamaz. Köye döndüğünde kendisini üzüntü ve merakla dinleyenlere şunları anlatır: “…Ruslar ilerledikçe insanlar köylerini bırakıp kaçıyorlar. Yollarda, Kürtlere, Türklere, Ermenilere ait göç kervanlarıyla karşılaştım. Kimi atlı, kimi yaya; kimi kağnı arabalarına birkaç eşyasını yüklemiş; kimi malı davarıyla batıya, güneye bilmedikleri yönlere doğru kaçıyor. Yolda hastalanan, ölen insanların sahipleri varsa cesetleri gömülüyor. Sahipsiz cesetler ortalıkta kalmış. Yaşlıya, çocuğa, kadına, erkeğe ait çok cesetle karşılaştım. Cesetler, kurda kuşa bırakılmış…”
Aziz’in bacası tüten neredeyse tek eve girdiğinde karşılaştıkları tüyler ürperticidir. Evde, üstü başı yırtık pırtık, zayıf, dişleri dökük bir adam ve çıplak ayakları kir ve pastan çatlamış ikisi erkek üç çocuk vardır. Anneleri ise bir ay önce ölmüş. Çocuklardan birisi hasta, sürekli öksürüyor. Aziz, günlerdir ağzına tek lokma atmamıştır. Ocakta bir tencere kaynamaktadır. Aziz’in içini bir tas sıcak yemek yeme düşüncesi bile ısıtır. Ev sahibi bir ara dışarı çıktığında ondan yemeği karıştırmasını ister. Aziz, tencerede ne olduğunu böylelikle görecektir.
“…Kazanın ağzını kapatan saçı merakla kaldırdım. Kazandan çıkan su ve kötü et buharı, tezek dumanı ile süzülerek bacadan çıkıyor. Rengi bulanmış haşlama suyuna benzer bir su! Ağaç ile karıştırılınca içinde et olduğunu görüp sevindim. Ne şanslıyım, günlerdir yemek boğazımdan geçmemişken birazdan et yiyeceğim diyerek daha da neşeli karıştırdım. Eti seçmeye, neyin eti olduğunu anlamaya çalıştım. Karıştırdığım değneğe, insan eli takıldı. İrkildim. Eti karıştırdığım ağaç istemeden elimden düştü. Midem bulandı., başım döndü. Düşecekken hava almak için dışarı çıktım…”
“Tutunanlar” kitabında Ermeni Tehciri ve o sırada Ermeni sivil halka yapılanlar kadar Ermeni komitecilerin sonrasında halka uyguladığı akıl almaz katliamı da yine köy tarihi üzerinden anlatıyor. Yan yana yaşayan, hatta kirvelik yapan insanların nasıl bir gün birbirine düşman kesildiği işleniyor.
Feodalitenin bütün hastalıklı hallerini bölgede görmekteyiz. Özellikle toprak meselesi yüzünden birbirine giren ve cana kıyanların sayısı hiç de az değildir. Daha önce de yazdığım gibi 20.yüzyılda dahi dünyadan, bilimden, teknolojiden kopuk yaşayan Anadolu insanı hayatta kalabilmek için ortaçağ hatta ilkçağ yöntemlerine başvurmaktadır. Toprak reformunun yapılmamış olması da kavgaların sürmesinde rol oynar.Beyaztaş’ın önsözünde de belirttiği gibi kitaptan, Şeyh Sait İsyanı’nın Varto boyutunu da öğreniyoruz.
Varto hakkında daha önce İngiliz Christopher De Bellaigue tarafından yazılmış bir kitap var: “İsyan Toprakları, Unutulmuş Halkları Arasında”* Türkiye’nin ardından İran’da da gazetecilik yapan De Bellaigue, Varto’dan başlayarak bu topraklarda yaşamış azınlık halkların çok geniş bir dönem aralığında yaşadıklarını ve mücadelelerini anlatıyor. Ancak, “Tutunanlar” da bir Vartolu tarafından yazılmış olması nedeniyle önemli.
Not: Kitapta, kabile tanımı aşiretlerin alt kolları için kullanılmış.