Ankara, ABD ile ayrı, Rusya ile ayrı ikili oyunlar kurdu. Bu ikililerin birbirlerini destekleyerek, ulusal çıkar olarak belirlediği ancak gerçeklere vurulduğunda ulusallığı da, gerçekliği de tartışmalı Suriye siyasetini yürütmesini kolaylaştıracağını varsaydı.
Kötü çeviri oldu benimki ama durum başlıktaki gibi kabaca. Alan
kalabalık, kafalar karışık, kaynaklar kısıtlı. Niyetler bozuk diye
de eklenebilir. Yerliler ve yabancılar diye bir ayrım da
iliştirilebilir. Aşağıda Sayın Metin Gürcan’dan alıntıladığım
harita pek açıklama gerektirmiyor sanırım.
Ankara ikili bahislerle oyuna girdi, altılı ganyanda ise kuponu
yatacak gibi. Birbirlerine diş bileyen iki oyuncu Erdoğan ile Esat
da esasen bu durumun ayırdına varmış gözüküyor. “Hani soran
gözlerle kapında bekleyen dargın anıların gibi” birbirlerine
diplomatik yoklamalar çekiyorlar. ABD ile Rusya’nın perde gerisinde
birbirleriyle uzlaşıyor, en azından iletişim kuruyor oluşu, bu
ikiliyi kaygılandırıyor.
Harita: Metin Gürcan
Ankara, ABD ile ayrı, Rusya ile ayrı ikili oyunlar kurdu. Bu
ikililerin birbirlerini destekleyerek, ulusal çıkar olarak
belirlediği ancak gerçeklere vurulduğunda ulusallığı da, gerçekliği
de tartışmalı Suriye siyasetini yürütmesini kolaylaştıracağını
varsaydı. Bu iki ikili, orta sıklet bir bölgesel gücün, küresel
başpehlivanlarla güreş tutabilmesine yarayacak kaldıraçlar olarak
görüldü.
İçeride Kürt nüfusun tepesine binmenin, dışarıda terörle
mücadele olarak pazarlanması da bir ikilik idi. Esat’ın da,
şimdilik askeri mecali olmadığı için SDG’yi, kendi ülkesinin
Kürtlerini BAAS devleti sundurması altına çağırması böyle. Yine
Esat’ın, Cenevre’deki anayasa yazımı sürecini kabullenmesi de
benzer biçimde, vaziyeti idare edip, “eski güzel günlere” geri
dönmeye yönelik. Üçüncüsü, AB’nin, komşu ülkeler Türkiye, Lübnan ve
Ürdün’ün derdi sığınmacıların geri dönmeleri de Esat’ın gündeminde
yok.
ABD’nin Ortadoğu ve petrol ilgisi azalarak, bitiyor.
Rimelan’daki sahalardan IKB’ye ham petrol taşınmasına yani hukuken
kaçakçılığa göz yumuyor. Omar sahalarını da IŞİD, Şam ve İran’a yar
etmemek üzere ve ileride SDG’ye gelir kaynağı yaratacağını
duyurarak tıkadı. Duramayan sürekli devinime gereksinim duyan
Erdoğan’a da ödül olarak Rusya’dan Kobane’yi istemek kaldı. Hiç
yoktan, Arin Mirkan’ın kendini patlattığı, YPG’nin ABD hava ve
lojistik desteğiyle, yüzlerce kayıp vererek IŞİD’i bozguna
uğrattığı bu simgeyi de Suriye Kürtlerinin elinden almak amaç.
Gelinen yerde, İbrahim Kalın, Fahrettin Altun, Ömer Çelik ve
Mahir Ünal’dan oluşan Erdoğan sözcü-düşünürlerinin dördü de
işlerini kibir dağlarının yükseklerinden ayar vermek olarak
algılamayı sürdürüyor. Bu dörtlüye asıl görevi Dışişleri Bakanlığı
olan Mevlüt Çavuşoğlu da beşinci halkla ilişkiler sorumlusu olarak
eklenebilir. Akademik anlamda tanımlamak gerekirse beşinin de başat
işi propaganda. Anlatı ve gerçek arasındaki makas da doksan
derecenin üzerinde açılmış durumda.
Onlara kalırsa ABD Temsilciler Meclisi’nden, üstelik 29 Ekim
Cumhuriyet Bayramı’nda, yani ulusal günümüzde, 403-16 ve 405-11
gibi diplomatik hezimet sayılacak skorlarla geçen karar tasarıları
“yok hükmünde”. Fakat bunlar yok denilince yok olmayacaklar, ancak
merkezin talimatıyla bizim yandaş medyadan yok olabilirler. 13
Kasım için tasarlanan Vaşington ziyareti konusunda da adı geçen
sözcüler “Sayın Cumhurbaşkanı değerlendiriyor” mevzisine
çekildiler.
Bunun üzerine bir de ABD’de Trump’ı hedefe alan soruşturmanın
konusu Manafort’un Ukrayna ağının Çavuşoğlu’na uzandığı iddiası
ortaya çıktı. Bütün ortaların
Trump’a şişirilmesine dayalı oyun sisteminde artık Vaşington’dan
gol sesi gelmesi uzak ihtimal.
Kasım ayında Davutoğlu’nun, aralık sonuna dek Babacan’ın temel
parça olarak AKP’den kopacak partilerini kuracakları belirtiliyor.
Putin’in, sabırlı ve (Bozarslan Hoca’dan alıntıyla) “kinik”
siyasetinin sivri ucu önce Idlip’teki sonra Barış Pınarı’nın 120x30
km. dörtgen cebine doluşturulan cihatçı tayfaya dayanmak üzere.
Trump, kendi başının derdinde, Erdoğan’ın ziyaretinin
gerçekleşmemesinden ancak mutlu olur.
Irak’taki halk ayaklanması kökleşerek, yayılarak devam ediyor,
Kerbela’da İran Başkonsolosluğu önünde toplananların tepkisi, yarın
orada sürekli kamuoyu diplomasisi mesaisinde gördüğümüz ancak halk
hareketi başladığından bu yana sessizliğe bürünen Bağdat
Büyükelçiliği’mize de yönelebilir. TRT, Katar’ın El Cezire’siyle
propaganda savaşına tutuştu. Ne Tel Abyad’daki saldırıyı YPG’nin
yaptığına Kılıçdaroğlu’ndan başkasının ikna edilmesi, ne SMO adı
altında örgütlenen cihatçı muhariplerin savaş suçlarının gizlenmesi
olası.
Bir başka deyişle, Irak’ta halkın demokratik taleplerini
yükseltmesine iki komşu Türkiye ve İran’ın “aman ha”, “dış
mihraklara dikkat” yaklaşımları örtüşüyor. Her ikisi de komşuları
Irak ve Suriye’ye askeri olarak “müdahil”. İran verili durumda iç
savaştan bitik Suriye’de Esat’ın davetlisi. Ancak, Lübnan ve
Irak’ta İslâm cumhuriyetine toplumsal tepki güçleniyor.
Ülkemizde, HDP’nin seçimle kazandığı belediyelere kayyım
atamalarında sıra Kızıltepe’deydi. İçişleri Bakanı Soylu, yukarıda
saydığım dört artı bir sözcünün kibir timsali yaklaşımlarının
üzerine bir de hakaret, hor görme, aşağılamayı ekliyor. Muhalefet
lideri Kılıçdaroğlu da “açıkça yalan söylüyorsun” demek yerine
“Afrin’e çok güzel hizmetler götürüldüğü bilgisi bana geldi”
diyor.
Kılıçdaroğlu, bu ve benzeri açıklamaları, en kritik kararları,
en yaşamsal dönemeçlerde kimseye danışmadan yapıyor, alıyor ve
CHP’den kimse çıkıp ona en azından “Hayrola paşam?” demiyor,
diyemiyor. İmamoğlu, “pejmürde” sonrası rastladığı Soylu’nun elini
güler yüzle sıkmış, Beştepe’ye koşarak gitmiş ama iki ay sonra
aklına “biz oraya WhatsApp grubu kurmaya mı gittik?” diye sormak
gelmişti. Bu defa Soylu ona doğrudan “ahmak” dedi, İmamoğlu’nun
yanıtı “Allah’a havale etmek” oldu.
Sözün özü, “dış güç”, “uluslararası güç”, “emperyalist güçler”
gibi ne anlama geldiği bilinmez terimleri bir yana bırakıp Fırat’ın
Doğusu’na bakarsak, alan çok kalabalık, bir küçük kıvılcım büyük
belâlara yol açabilir. Siyasi saikle biteviye belâ arayan, “belâ
çıksın ekmeğini yiyeyim” diye dua edenleri, orada belâya çekmek
için hazır bekleyenler de olabilir. İkincisi, doğrudur Kürtler
İstanbul’u terk edecek değiller ama giderek demokratik süreci terk
edecek yılgınlığa mahkûm edilirlerse, bunun acısı bugün değilse
yarın burnumuzdan fitil fitil çıkar, olan hepimize olur.
İktidar kalıcı değil, elbet sonu var; Cumhuriyet ise ilelebet
payidar kalacaksa, hep birlikte akıllarımızı başlarımıza bir an
önce devşirmemizde herhalde yarar var.