İki defa yazılan bir şiirsel roman: Yeşil Heinrich
Gottfried Keller’in romanı 'Yeşil Heinrich' Kor Kitap tarafından yayımlandı. 19. yüzyılda şiirsel gerçekçiliğin doruk noktasını temsil eden roman, en önemli Alman oluşum romanlarından kabul ediliyor.
C. Hakkı Zariç
“Keller’in yalnızca tanımlama, betimleme gücü değil mizahı da okuyucuyu derinden etkiler.”
-Walter Benjamin
Bir roman kahramanı olarak Heinrich Lee'nin çocukluğu mütevazı koşullarla karakterize edilir. Babası o kadar erken yaşta ölmüştür ki, Heinrich onun hakkında bildikleriyle kendine bir yol çizemez. Babasız büyümenin bütün eksikliği yaşadığı süre boyunca takip eder onu, babasının yardımından ve yol göstericiliğinden yoksun olduğunu anladığı her anda yenildiğini hisseder Heinrich. Küçük yaşta babasını kaybeden çocukların erken büyümekten başka bir olanağı yok galiba. Kendiliğinden olacak bazı ayrıcalıklar ve güven duygusu bir yerde kalan boşluğu hissettiriyor olsa gerek. Üstelik ailenin durumu da sarsılmıştır bu ölümle. Elde avuçta ne varsa yok pahasına satılıp elden çıkarılır. Zürih’in eski mahallelerinden birinde mütevazı bir evin sakinleridir artık geride kalan aile fertleri; anne ve oğul kapitalizmin kendini iyiden iyiye hissettirdiği yaşam koşullarında hayatta kalmak için mücadele etmek zorundadır.
Gottfried Keller’in 'Yeşil Heinrich' adını verdiği romanı yakın zaman önce Kor Kitap tarafından yayımlandı. 1947-48 yılları arasında Milli Eğitim Basımevi tarafından Emin Türk Eliçin çevirisiyle dört cilt halinde yayımlanan ve bir edebiyat klasiği olarak kabul edilen 'Yeşil Heinrich', Türkçedeki ilk basımının üzerinden yetmiş yıl geçtikten sonra Emin Türk Eliçin Kültür ve Sanat Vakfı’nın da katkılarıyla, tekrar yayımlandı.
Yazar ve roman kahramanları arasında olduğu kabul edilen metonimik ilişki, yani edebiyat derslerinden aktaracak olursak mecâz-i mürsel, gerçekten de bu romanın biçimine içten içe uygundur. Sadece kurgusallığı açısından değil 'Yeşil Heinrich'in olay örgüsü romanda anlatıldığı birçok yönüyle, Gottfried Keller'in otobiyografisi ile paralellik taşır. Bu bakımdan otobiyografik bir roman olarak da ele alınabilir bir klasikten bahsediyor olduğumuzun altını çizebiliriz.
Çağdaşı Nietzsche, “yaşayan tek Alman yazar”, olarak nitelendirmiş Keller’i. Yıllar süren yakın dostluklarının mektuplaşmaları zaman içinde bir kitap olarak yayımlanmış ve ikili yaşadıkları süre boyunca sürdürmüş dostluk ilişkisini.
Keller'in romanı, 19. yüzyılda "şiirsel gerçekçiliğin" doruk noktasını temsil eder ve en önemli Alman oluşum romanlarından (Bildungsroman) biri olarak kabul edilir. 'Yeşil Heinrich', bir sanatçının çalışma, başarmaya gayret etme ve oluşum romanlarından biri olarak şiirsel gerçekçiliğin önemli bir eseridir. Gottfried Keller, 'Yeşil Heinrich'ten yazmakta en çok zorlandığı çalışması olarak söz eder ve zaten zamanla bunun kanıtlarını gün yüzüne çıkarmaktan da çekinmez.
Romanın ilk versiyonu 1854-55 yılları arasında yayımlandı. Kurgusu, akışı ve sonuçları elimizde bulunan versiyonuyla bir hayli farklılık içeren 'Yeşil Heinrich' için yazarı değişiklikler yapmak ve romanı adeta yıkıp yeni baştan kurmak için kolları sıvadı. 1870’li yılların sonunda romanı yeniden yazmak için çalışma masasına kurulan Keller, 1879-80’li yıllarında yayımlanan ikinci versiyon ile edebiyat kanonunda çok sert eleştirilere maruz kaldığı gibi, şaşkınlık ve hayretle kabul gördüğü de oldu. Bizim elimizdeki roman, Emin Türk Eliçin’in çevirisiyle ikinci versiyondur.
Romanın ilk versiyonunda Heinrich başından geçen onca şeyi ve başarısızlığı geride bırakarak annesinin yanına, eve döner ama heyhat, annesinin kederden öldüğünü öğrenir. Akış kısa sürede melodrama döner ve ondan kısa süre sonra roman kahramanı da ölür. 1879'da ise Keller romanı neredeyse tamamen değiştirir; coşkulu ve aşırı zamana bağlı unsurları ortadan kaldırır, anlatı perspektifini alt üst eder ve kasvetli sonu daha uzlaştırıcı bir hale getirir. Kahramanımız bir imkânsız aşkın soluklandığı, neden ve sonuçların daha bir tartışıldığı noktada sonlandırır romanı. Elbette ilk versiyonu okumadık ve bilgimiz oldukça sınırlı.
Hakkında çıkan bazı iyi incelemelere rağmen 'Yeşil Heinrich' ilk versiyonuyla yazarının beklediği başarıya ulaşamadı. Aradan yaklaşık 30 yıl geçtikten sonra sonra Keller, büyük bir cesaret göstererek romanı yeniden yazmaya karar verdi bunu inanılmaz bir kurguyla okurun ilgisine sundu. Şimdi soru şu: Hangi sürüm daha önemlidir ve edebiyat için hangisinin ağırlığı kabul edilebilir? Bugün hâlâ tartışılan bir konu olmakla beraber, üzerinde mutabık kalınan bir sonuç yok ortada; ama elimizdeki sürüm, yazarın sağlığında bile isteye yeniden yazdığı roman olunca, ondan yana tavır almak sanki daha bir olası geliyor bir okur olarak.
Aktarılabilecek bazı karşılaştırmalar var evet, romanın ilk versiyonu, birinci şahıs ve tarafsız bir anlatıcı tarafından dönüşümlü olarak verilen iki kısma ayrılırken, Keller ikinci versiyonu tamamen kahramanın bakış açısıyla anlatılan bir forma dönüştürür. Artık daha olgun bir yazar olan Keller, geçen zamanın kattıkları, yaşadıklarının ve edebiyatın etkisiyle ilk versiyonun "vahşiliğini" birkaç yerde bilerek uysallaştırmıştır. Her iki versiyonda da geçen düellonun ilk versiyonu akciğerlerde ölümcül bir bıçakla sona eriyor olsa da ikinci versiyondaki düelloda kan dökülmez.
İkinci versiyondan okuduklarımızla çok daha güçlü olan orijinal 'Yeşil Heinrich', bir başarısızlık romanıydı. Keller, yayıncısına şöyle yazdı: "Kitabımın ahlaki, kişisi ile ailesi arasındaki dengeyi sağlamayı başaramayan birinin, aynı zamanda kamusal hayatta da etkili ve onurlu bir pozisyon alamamasıdır."
“Keller her şeyden önce kitaplarında sosyal gereksinimlerle bireysel talepler arasında nasıl bir denge kurabileceğine dair anlamlı sorular sordu. Bu iki yüzyıl sonra bile dikkatimizi çeken evrensel bir sorudur.” Keller üzerine çalışan Prof. Dr. Ulrich Kittstein yazarımızı birkaç cümleyle böyle tanımlamış ve başka cümle daha kurmuş: “'Yeşil Heinrich', kapitalist bir toplumdaki gençlerin hayal kırıklıklarını ortaya çıkarıyor.”
Prof. Dr. Kittstein, yazarımız Keller’i tanımlarken onun Geothe’nin izinden gittiğini ancak kendi tarzını geliştiren bir yazar olarak Alman edebiyatının devleri arasında yerini aldığını da vurgulamıştır.
Heinrich'in annesi yoksulluğun bütün olanaksızlığına rağmen oğluna, merhum kocasının yeşil frakından birkaç takım elbise dikti. Yani yoksulluğun kumaşından biçilen ve eskiden yeniye, babadan oğula aktarılan yeşil, kahramanımıza unvanını verdi: Yeşil Heinrich. Heinrich gerçekten bu unvanı sevdi ve kısa sürede benimsedi, çünkü bu ona aynı zamanda bir bilinirlik ve popülerlik kazandırıyordu. Roman boyunca Heinrich'e unutulmaz ismini veren giysilerinin yeşil rengi, hem umudu hem gençliği ve hem de Heinrich'in olgunlaşmamışlığını sembolize eder.
İçinde bulunduğu olanakların kısıtlı olması nedeniyle okula gitmekten mahrum bırakılan Heinrich, zamanını en büyük zevkine ayırmaya başladı ve durmaksızın resim yaptı. Annesinin oğluna özel bir eğitmen tutmak için elbette parası yoktu. Heinrich’in annesi, oğlunu ölen kocasının köyüne göndermekte buldu çareyi. Heinrich'in, bir papaz olan amcası ve sayısız akrabası karşıladı onu köyde. Bunların arasında genç bir dul olan 22 yaşındaki Judith hayatının akışında ayrılmaz bir bütünlüktür evet ama bir de yaşıtı olan Anna var, talihsizlik ve ölümün bütün acımasızlığı Anna özelinde bir araya gelmiş gibidir romanda. Aşkın ve acının çiçeklerini büyütür bir peyzaj ressamı olan 'Yeşil Heinrich'.
Heinrich Lee, bir sanatçının başarısızlığına, tutunamayışına ve bohemine dair örnek teşkil edebilecek roman kahramanlarından biridir. Çocukluk döneminde bile, fantezi ile gerçeklik arasındaki farkı ayırt edemediği romanda açık kılınır.
İki kadın figür Judith ve Anna arasında bariz ve akıl almaz bir zıtlık vardır ki, yazar burada gittikçe gerilime neden olan yadsımaları çoğaltır kurguda. Heinrich'in tüm hayatını şekillendiren gerilimin bir yansımasıdır iki kadın da, her ikisi de birbirinden farklı biçimlerde kahramanımızı bir yeniden şekillendirir.
Keller, Judith'i doğanın alegorik bir imgesi gibi tasvir eder. Heinrich, ilk görünüşünde onu Roma ağaç meyveleri tanrıçası Pomona ile ve siren benzeri Loreley ile karşılaştırır. Bu kadında doğurganlık ve baştan çıkarıcı duygusallık, gözden geçirilmiş versiyonda birleşir.
Anna'nın pek çok küçültme biçiminden oluşan ve onu hayal edilemeyecek kadar hassas ve kırılgan bir şey olarak tasvir eden açıklaması oldukça farklıdır. Heinrich, onu gerçek bir insan olarak sevmek yerine, bu duygusundan emin olmak için çok çaba gösterir ama trajedi gelip insanı bulduğunda her şey için geç kalınmıştır zaten. Pişmanlık hariç değil.
Alman edebiyatında gerçekçilik, başarısız olan 1848 Mart Devrimi'nden sonra, egemen olmaya başladı. 1830-1880 yılları arasında olduğu kabul edilen bu sanatsal dönem adını gerçek sosyal gerçekliğin eleştirel bir tanımından alıyordu. Odak noktası artık eski kahraman değil, kapitalizmin sınırları içinde büyümekte ve ona adapte olmaya çalışan sıradan insanın yaşadıklarıdır. Bu dönemi "Poetischer Realismus” ya da “İmgesel Gerçekçilik” olarak karşılayabiliriz. "Poetischer Realismus", esas olarak Alman edebiyatı için kullanılmaktadır. Gerçekçi tanımlamalar şiirsel imgeler ve çağrışımlar kullanılarak yüceltilir, daha kişiseldir ve sosyal sefaletin dehşet verici tasvirleri atlanarak anlatılır. Gottfried Keller'in 'Yeşil Heinrich'i bunun güzel bir örneğidir.
“İmgesel Gerçekçilik” açısından 'Yeşil Heinrich', olumsuz da olsa bir oluşum veya gelişim romanıdır. Roman kahramanı gelişmenin gün ışığına çıkmak ve kendini orada var etmektense, sanatçı olma planında ısrar eder ve orada başarısız olur. Heinrich Lee, nice badireler atlatan bir olgunluk seyri gösterir roman boyunca, bilgelik kazanır ama istediği hedefe asla ulaşamaz.
Gerçekçiliğin eğitici romanları, bir zamanlar övülen hümanist eğitim idealinin kırılganlığına işaret eder okura. Özellikle 'Yeşil Heinrich'in ilk versiyonunda, romanın sonu, aşırı romantizmin tamamen başarısızlığını gösterdiği için yaşanan hayal kırıklığı daha çok ön plandadır. Yine 'Suç ve Ceza' oluşum romanlarına çok iyi bir örnek oluşturabileceği gibi, 'Kuyucaklı Yusuf'un da aynı kaynaktan beslenen bir roman olduğunu iddia edebiliriz.
Nâzım Hikmet’in yakın arkadaşlarından Emin Türk, Resimli Ay’ın düzenli yazarlarından, yazdıklarından dolayı yolu sık sık mahkeme kapılarına düşen ve yargılandığı son davadan beraat ettiğini bilmeden hayata gözlerini yuman bir bilge insan. Dilimize pek çok önemli eseri kazandırdığına şüphe yok. Sabahattin Ali, çevirisine başlayıp daha yolun başında Emin Türk’e devretti 'Demir Ökçe’yi. Emin Türk çevirisiyle okuduğumuz 'Demir Ökçe'nin ilk 15-20 sayfasının çevirisi Sabahattin Ali’ye aittir.
Sigmund Freud’tan, Stefan Zweig’den, tarih ve mizah taramalarından, Jean Paul Sartre ve Jack London çevirilerinden tanıdığımız Emin Türk Eliçin’in önemli çevirilerinden biri de 'Yeşil Heinrich'tir. Kor Kitap, adına kurulu vakıfla, Emin Türk Eliçin Kültür ve Sanat Vakfı’yla ortak çalışması sonucu bu dört ciltlik olağanüstü romanı iki cilt, kutulu ve sert kapaklı halde bizimle tekrar buluşturdu. Emin Türk’ün çevirisinden sonra kitapların kenarına notlar alan Asiye Eliçin’in tashihleri yetmiş yıl sonra tekrar basılan bu kitapta güncellendi. Ve eksiksiz bir yeni versiyon çıktı ortaya.
Dünya edebiyatının klasikleri arasındaki tartışmasız yerini iki defa yazılmış olmasına rağmen koruyan bu seçkin romanı, düşünce, dil ve dava insanı Emin Türk çevirisiyle bir kez daha okumanın heyecanı ve gururuyla…