Coğrafya kaderdir. Bunun böyle olmayabileceği konusunda küçücük bir şüphem vardıysa da o da buhar oldu gitti. Yok annem yok, kimse fiziğinden de coğrafyasından da kaderinden de bir santim öteye gidemez... Öyle olmasa, Ekrem İmamoğlu’nun zarif ve samimi 8 Mart mesajını hedefe koyan o açıkça ırkçı ve cinsiyetçi saldırıyı niye yaşayalım? Bu konuyu zaten bu haftaki programımda anlattım. En üzücü olanı, Meral Akşener ve Pervin Buldan’ın isimlerini anan bu twitter mesajını Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da yapmış olan Fatma Betül Sayan Kaya’nın da ağır biçimde karalamaya kalkması. Ekrem İmamoğlu’nun 8 Mart’ı HDP ile suç ortaklığına bahane yaptığını söylüyor. Kadınlar günü mesajını kadınlar gününde hem de bu sözlerle karalayan AKP’nin kadın genel başkan yardımcısı... Coğrafyanın kaderi bu değilse nedir? TBMM çatısı altında meşru bir siyaset sürdüren üçüncü büyük partinin bir üyesinin adını anmak bile suç! Niye? Kim bu suça karar veriyor? Her Royal Highness the Princess karar veriyor. Majesteleri...
Kısacası majestik bir iktidar etüt etmek için Britanya’ya filan gitmeye pek gerek yok aslında. Ben de uzun zamandır gitmiyordum biliyorsunuz. Fakat bu yerli ve milli majestik kibir de insanın ruhunu sıkıyor. Bir noktadan sonra mecbur kaçıyorsun... Gerçekten, bizim 8 Mart haftamızı burnumuzdan getirmeye kimin ne hakkı var ya? Ne güzeldi halbuki. Ne coşkuluydu... Paneller, söyleşiler, EŞİK’in coşkulu basın açıklaması, gece yürüyüşleri, özel sayı yapan dergiler... Dergi demişken, 8 Mart dolayısıyla yazılan çizilen her şeye teşekkür namına Kırık Saat dergisini anmak isterim. 8 Mart özel sayısında, başta sevgili Türkan Elçi’nin yazısı olmak üzere ne çok kadından ne güzel yazılar var...
Ne dedim en son, majesteleri dedim, coğrafya kaderdir dedim, Britanya dedim değil mi? Benim de kendimce bir insicamım var sonuçta. Bunlardan söz ettikten sonra Biritiş Royal guzularının son olayını anlatmadan nasıl geçerim? Üstelik benzetmek gibi olmasın, kraliyetin cadı kazanı da ırkçı dışlama iddiaları üzerinden kaynıyor bu sefer. Tam bizlik. Royalgillerin gara guzusu Meghan, eşi gınalı guzu Harry’i de yanına alarak ABD’li ünlü talk şovcu Oprah Winfrey’e içini döktü. Kaç gündür Britanya’dan ABD’ye, Çin’den Türkiye’ye dünya medyası da Biritiş Royal’i konuşuyor. Konuşulan konu da kraliyet ailesinin en küçük üyesi (ki yakında pabucu dama gidiyor) beybi Archibald. Ne istemişlerse güzelim yavrudan? Gerçekten mümkün olsa hemen evlat edinirim. İçimden bir ses, “Şaşırdın herhalde kimi evlat ediniyorsun sen, olsa olsa Archie Harrison Mountbatten-Windsor seni evlat edinir” diyor ya, o da ayrı mevzu...
Demem şu ki bizde ayrımcı, ayrıştırıcı imalarla işleyen bir hedef gösterme söz konusuysa gidebileceğimiz yerler belli. Yine yüreğimizin hiçbir zaman götürmediği yerler aslında. Dön dolaş Yavuz Ağıralioğlu, eski bakan yürek burkan Betül Sayan Kaya. Neyse ki Biritiş royal’de vitrin bir şekilde farklı. Dedikodu dediğin dedikoduya benziyor. İçim sıkılacaksa biraz da oralarda sıkılsın yine. Amaaan...
Saraydaki ırkçılık ithamlarının yolu Oprah Winfrey Show’dan, Buckingham’ın dehlizlerinden, “Ay bu çocuk da biraz esmer mi” söylentilerinden geçiyor. Kraliçenin broşlarından, şapkalarından, Kate’in ve Meghan’ın klas kıyafetler içinde dört mevsim 7/24 kadrajlanmış fotoğraflarından geçiyor...
Aslında yine de bu kraliyet krizini pas geçecektim bu kez. Bir de Meghan’a üzülemeyeceğim demiştim. Fakat Mehmet Barlasss özel saçısı (saçmaktan geliyor) bu kararıma engel oldu. Barlas -linkini tabii ki vermeyeceğim- yazısında Meghan’ın yaşından, daha evvel evlenip boşanmış olduğundan girmiş, annesinin siyah olduğundan çıkmış... Okurken şahsının tutarlılığını da net bir biçimde görüyor insan. Ayrımcı, cinsiyetçi vs. temayüllerin varsa, hiçbir olayı es geçmiyorsun sonuçta. Britanya’yı da boş bırakamıyorsun...
Kısacası bu sefer sıkıntıdan kaçarken Biritiş Royal’e yakalanmadım. Hayatın olağan akışı Biritiş sarayını temellerinden sarsan son skandalı tutup önüme getirdi. Yoksa gınalı guzu Harry ABD’ye göçtüğünden bu yana benim de Buckingham’a pek uzanasım kalmamıştı. En son işte Meghan’ın Buckingham’a girerken de çıkarken de çitleri nasıl yıkarak girip çıktığını yazmıştım ki helal olsundu gerçekten... Saray çitlerinin hesabını tutacak değildik. Kapitalist dünya tarihi çit çit çitlemeyle başlar zaten. İsterseniz Google’a çit, kapitalizm, koyun ve hatta tiftik yazın da çıkan yazıları okuyuverin. Zaman darlığından çok inceleyemedim ama bunları sırasıyla yazınca karşıma şu yazı çıktı.
Neyse işte, bizim çit yıkıcı Meghan ünlü televizyon sunucusu Oprah’ın şovuna katılmış ve içini dökmüş. Döküş o döküş. Oprah’ı da ayrı severim. Yakın tarihte derlenen Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Feminizm cildi için yazdığım yazıda kendisinden epeyce söz etmişliğim var. Yeri gelmişken arkasında büyük emeğin olduğu bu muhteşem ciltten yeniden haberdar etme fırsatını da kaçırmayayım dedim. Oprah bahane. Yerli ve milli bir Feminizm derlemesinde Oprah’ın ne işi var derseniz de yerden göğe hakkınız var. Ayşe Arman hakkında ve onun “de-facto feminizmini” değerlendirmeye çalıştığım bir biyografiydi. Oprah’tan geçmeden yazamazdım diyeyim ben size.
Neyse işte... Meghan’a bilhassa ABD’ye taşınma kararı sonrasında, Diana’nın öksüzü Harry’i oralarda üzer mi acaba diyerek biraz mütereddit yaklaştığımı itiraf edeyim. Sonuçta nereden baksan her şey çok hızlı gelişmişti. Hazır değildik buna. Oğlana iki senede Megxit yaptırdı, peşine kattı götürdü... Aslında neden olmasın hep erkekler mi peşlerinde sürükleyip götürecek? Bu da ayrı konu. Şimdi bambaşka bir mevzumuz var. El kadar bebeğin rengiylen uğraşılmış filan... Gerçi Biritiş sarayının Meghan sayesinde, kendi sınırlarını da çitlerini de evvela kendisinin çatır çatır yıktığını da düşünmüyor değilim. Meghan’ı hazmetmekte epeyce zorlanmışlarsa bile bu zorlanmayı fazla göze batırmadan kendi içlerinde yaşamak için az tırnak kemirmediler.
Harry ve Meghan’ın Oprah söyleşisiyle ortaya saçılan skandalın, Biritiş sarayının VIII. Edward’dan bu yana yaşadığı en büyük skandal olduğu söyleniyor. 85 yılın en büyük skandalı! Kral VIII. Edward’ın âşık olup, uğruna tahttan feragat ettiği Wallis Simpson, iki kez evlenip boşanmış biriydi. Eski kocası halen hayatta olan bu kadınla evliliğe kilise onay vermiyordu. Bu muazzam hikâyeye bunca zamandır el atmamış olmam da benim kraliyet ayıbım olsun... Tabii ki Meghan’ın çitleri girişte de çıkışta da yıkarken yaptıklarıyla VIII. Edward’dan Diana’ya, sarayın ne kadar talihsizi varsa hepsinin mezarlarına su serptiğini çiçekler açtırdığını da düşünmüyor değilim. Adalet işte bir noktada bir şekilde tecelli ediyor. Helal olsun...
Fakat gelgelelim burada az biraz bir drama queen’lik görmüyor değilim, Diana’ya da bu manada pek benzemiyor. Biritiş basması Daily Mirror’dan da, bizzat kendi daily horror tecrübesinden de aldığı onca desteğe rağmen, prensesliği beceremediği kadar drama queen’liği de becerememişti merhum Diana... Ama hakiki bir kural yıkıcıydı. Asiydi.
Meghan’a gelince, henüz isyankarlığının, çitleri yıkıp geçmesinin gerçek mahiyetini tam anlamıyla okuyabiliyor muyuz emin değilim. Şimdilik sadece bizim royal highness’ın külliyeden yaptığı, “Damat da damat, damat kadar taş düşsün kafanıza” içlenmesinden esinlenerek, Meghan’la uğraşan herkese “Meghan kadar taş düşsün kafanıza” demekle yetiniyorum. Burada safımız belli. Umarım ileride daha iyi bir çözümleme de yaparım.
Sanırım Meghan’da bir savaşçı ve anarşik bir ruh görmekte şu an için biraz zorlanıyorum. Kürt basınında da söylendiği gibi, ay pardon ya İrlanda basını diyecektim, iki imparatorluktan birini seçiyormuş gibi görünüyor daha çok. Britiş imparatorluğunda, Allah uzun ömürler versin Andrew ve Kate hayattayken Meghan’ın prensesliği de düşesliği de hep gölgede kalacaktı. Kraliçe olmasının da imkân ve ihtimali yok gibi görünüyordu. Fakat US medya imparatorluğuna drama queen’likten uygun bir giriş yapmış bir Biritiş prenses, imparatoriçe bile olur... Nitekim karı koca akıllara seza bir servetle Biritiş imparatorluğundan Megxit yaparken, US medya imparatorluğuna da Netflix demeden, Spotify demeden -çeşitli sözleşmelerle- en yeni mecralardan dahil olmuşlarmış bile. Meghan’ın oyuncu ve manken olarak evliliği öncesinde kendi emeğiyle yaptığı kendi serveti de vardı zaten.
Oprah da o domestik dekor içinde muazzam bir sempati kanalı açmış mı kendilerine, açmış... Olan bu. Buckingham’da duvarların ardından kraliçe selamlayacağım diye rol kasacağına, Los Angeles şov dünyasına aktı Meghan... İyi yaptı bence. Bundan sonra dileğim o ki Diana’nın torunu oralarda hırpalanmasın. Beybi Archibald... Onu seviyorum.
Biritiş Royal da basın açıklamasını yapmış tabii, “taş düşsün kafanıza” filan dememiş kimseye, ırkçılığını, Meghan’ı da bebeği de sindirmekte zorlandıklarını pek tereddüt etmeden kabulleneceğim majestik familya, meseleyi böyle hatırlamadıklarını ama ırkçılık gibi ciddi bir ithamı “özel olarak ele alacaklarını” ve Meghan’ı da Harry’i de hep ve daima seveceklerini açıklamış... Ne diyeyim. Hiç değilse diplomasi dilini korumuşlar. Dil önemlidir.
Cumhurbaşkanımızın tekmeyi basarak Trump’a gönderdiği, onun da layığınca karşılayıp yere çaldığı diplomasi dili her şey değilse bile bir şeydir. Bir nebze bizde de olsa iyiydi.
Olayları izlemeye devam edeceğim. Satırlarıma son verirken, kendisiyle bugün Gazete Duvar’da son kez çalıştığım sevgili editörümüz Emel Gülcan’a huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Yeni bir başlangıç yapan Emel’in yolu açık olsun... Dört yıl az zaman değil, her yazımıza ayrı bir özenle yetişti... Eğip büktüğüm sözcüklerin her biri için aman yanlış olmasın diyerek, bu kelimeyi bilerek mi böyle yazdınız diye sorması yeterdi... İyi ki var.