İki lisans öğrencisinden Türkiye'de bir ilk: 'Olumlu sosyal yalan'ı incelediler

İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden Hatice Şeyma Kara ve Neslihan Oğuz, hocaları Tolga Yıldız'ın danışmanlığında 54-66 aylık 96 çocuk üzerinde 'olumlu sosyal yalan' konusunu araştırdı. Yaptıkları çalışma Türkiye’de ilk örnekti. Yıldız öğrencilerinin başarısını Twitter'da duyurunca Kara ve Oğuz'dan haberdar olduk, çalışmalarını onlardan dinledik.

Abone ol

Batuhan Saç

DUVAR - Tadını bilmediğim bir yemek için davete gitmiş gibiydim. Hatice Şeyma Kara ve Neslihan Oğuz 'olumlu sosyal yalan' konusunda, artık tarifini kendilerinin de yazabilecekleri bir yemeğin iki aşçısı kabul edilebilir. Yaptıkları çalışmanın Türkiye’deki ilk örnek olduğunu bilseler de önemini hocaları Tolga Yıldız’ın Twitter’da yaptığı paylaşıma gelen yorumlarla fark ettiler.

Araştırmada İstanbul’daki beş okul öncesi devlet ve özel eğitim kurumundaki 54-66 aylık (4.5 - 5.5 yaş) 96 çocuk (54 erkek, 42 kız) ile çalıştılar. Bilgi toplamak için çocuklara önceden belirlenen görevler verdiler ve onların tepkilerini incelediler. 12 gün boyunca anaokulunda bireysel olarak yapılan iyi resim-kötü resim, boyut değiştirerek kart eşleme görevi, zihin kuramı görevleri, gündüz/gece görevi ve hayal kırıklığına uğratan hediye paradigması uygulandı. Çocukların yüzde 52.1’inin iyi resim-kötü resim görevinde yalan söyledikleri fakat bu davranışın bilişsel becerilerle ilişkili olmadığı sonucuna ulaştılar.

Cesaret ve çabanın yanında, bu türden çalışmalar kendini tekrarlayan literatüre başka alan tesis ediyor, insanlara “Aa, burası da varmış” dedirtiyor. Kara, Oğuz ve Yıldız ile olumlu sosyal yalan konusundaki çalışmalarını konuştuk.

ÇOCUKTA AHLAK VAR MIDIR?

İnsanların diğerlerine zarar vermek amacından ziyade onları utançtan korumak, kendileri hakkında daha iyi hissettirmek ya da körü körüne gerçeği söylemenin kaba olabileceği durumlarda kibar olmak adına yalana başvurmasına olumlu sosyal yalan deniyor. Ötekinin zihinsel durumlarını anlayabilen çocuğun, bu becerisini başkasının zihinsel durumunu maniple etmek için kullanabilme ihtimali olduğundan, zihin teorisi becerisinin olumlu sosyal yalan davranışında etkili olabileceği düşünülüyor. Siz “Olumlu sosyal yalan davranışı” konusuyla nasıl tanıştınız?

Neslihan Oğuz: Biz üçüncü sınıfın başında Sema Karakelle hocamızın bilişsel gelişim proje dersini aldık. Çocuklarla çalışmak istiyorduk. Aslında ahlak konusundan çıktı bu araştırma. Bir gün kırmızı ışıkta bekleyen bir çocuk gördüm. 4-5 yaşlarındaydı. Annesi de vardı yanında. Kırmızı ışıkta birisi geçince annesine “Kırmızıda geçilmez ama anne değil mi?” dedi. Sonra annesi de “Evet ama geçiyorlar oğlum” dedi. Çocuk bu kuralı biliyor ama bir gün o da kırmızı ışıkta geçecek, bu nasıl oluyor dedim… Sonra Şeyma’yla konuştuk.

Hatice Şeyma Kara: Konu ahlak üzerinden başladı ama sonra 'çocukta ahlak var mıdır?' gibi bir soru yöneltti Sema hoca bize. Biz de “o zaman biz çocukların kötü yanlarını çalışalım” dedik. Yalan üzerine yazılı literatürü okudukça kendiliğinden gelişti.

N. O: Normalde antisosyal yalandan başladık konuya. Sonra Şeyma’yla şöyle bir video izledik: Bir anaokulunda öğretmenleri çocuklara tuzlu limonata veriyor. Erkek çocuklara içiriyorlar ve nasıl olduğunu soruyorlar. Erkek çocuklar iğrendiğini ifade eden sesler çıkartıyor. Ardından kız çocuklarına aynı limonata veriliyor. Kızlarsa “Çok güzel ama tuzu biraz fazla olmuş", "Çok hoşuma gitti ama yanında bir bardak su çok güzel olurdu” gibi cevaplar veriyorlar. Yani yaş aralığını gördük, ayrıca kız çocuklarında farklı bir şey vardı. Biz de dedik ki bu ne acaba? Literatüre baktığımızda da antisosyal yalandan farklı olarak prososyal yani olumlu yalan söyleme davranışı adının kullanıldığını gördük.

H. Ş. K: Zaten literatüre bakıldığında da çok yeni çalışılan bir konu bu. Biz de araştırmaya başladık. Kısıtlı araştırma olduğu için olumlu sosyal yalan üzerine literatürü toplayıp fikir edinmemiz görece kolay oldu. İkinci sınıfta Tolga Yıldız hocadan yaşam boyu bilişsel gelişim dersini almıştık ve bize yeni bir perspektif kazandırdığı için kendisini çok sevmiştik. Projeyle ilgili bir mail attık fikrini almak için, Yıldız da “Tabii ki gelin görüşelim” dedi. O günden sonra projemizle ilgili sıkça fikrini aldık, takıldığımız kısımları sorduk.

Bu araştırma aslında neyi ortaya koydu?

H. Ş. K: Bir lisans öğrencisinin hiç üşenmeden, tembellik etmeden, gereken çabayı gösterdiğinde ve kendisine yol gösterecek, danışmanlık görevlerini aşmadan yapacak bir hoca bulduğunda, karşısına çıkan tüm engellere rağmen nitelikli işler ortaya koyabileceğini gösterdi. En azından bizim için böyle.

Umut yani?

H. Ş. K: Evet, eleştirmenin ötesinde, elimizi taşın altına koyarak bir şeyleri yapabildiğimizi gördük. Akademik olarak bakarsak da, beyaz yalan literatürü genel olarak yurt dışında, Amerika ve Kanada örnekleminde, birkaç tane de Çin örnekleminde yapılan çalışmalar üzerine kurulmuş. Bu çalışmanın Türkiye’de yapılmış olması, yalan gibi kültürel faktörlerden etkilenen bir konuda literatüre çeşitlilik kazandırdı. Aynı zamanda kişisel olarak da bize çok fazla getirisi oldu. Akademik hayata dair birçok deneyim elde etmiş olduk. Yani geleceğe dair neleri yapabileceğimizi daha net görebiliyoruz, öngörümüz arttı diyebilirim. Ve genellikle sert ve acı gerçeklerle yüzleşmek bizi daha sağlam insanlar yaptı.

N. O: Araştırma deneyimi elde ettik. En güzel yanı da 'ne yapılır, ne yapılmaz'ı yani sınırları öğrenmek oldu. Kısıtlanmaktan bahsetmiyorum ama daha gerçekçi olanı görmeyi sağladı bizim için.

BÜYÜDÜKÇE SOSYAL YALAN DEVREYE GİRİYOR

Batuhan Saç, Hatice Şeyma Kara, Tolga Yıldız, Neslihan Oğuz (soldan sağa)

Çocuklar hangi durumlarda yalan söyler?

N. O: Bu konudaki temel argüman antisosyal ve prososyal ayrımı üzerine. Antisosyal tipte; çocuklar/insanlar genel olarak cezadan kaçınmak, kendilerini daha iyi durumda göstermek, bir kabahati gizlemek, otoriteden ceza almamak için yalan söyler. Cezadan kaçınılan yalan tipine antisosyal yalan diyoruz. Yani çocuğun vazoyu kırdıktan sonra azar işitmemek için annesine yalan söylemesi gibi bir şey bu. Ama beyaz yalan, sosyal bağlamda daha çok gördüğümüz bir fenomen bence. Kişinin genellikle kibar olmak için, karşıdakini üzmemek amacıyla veya tamamen bir öğreti olduğu için söylediği bir yalan. Bizim kültürümüzde de öğütlenen bir şey. Mesela; bir misafirliğe gittiğiniz zaman o yemeği beğenmediğinizi söylememeniz gerekiyor.

Kısa vadeli gibi de geliyor bana. Ben de çalışmayı okurken beyaz yalanı daha pratik, beyaz olmayan yalanı ise daha uzun vadede zarar verici olarak düşündüm.

H. Ş. K: Evet, günlük yaşamda daha çok görüyoruz bence prososyal yalanları. Diğer bir yandan hayır demenin zorluğu... Mesela bir şeyi istemediğiniz zaman hayır demek çok olumlanmıyorsa ve kaba bulunuyorsa, mesela Japonlarda da öyle, olumlu yalan söyleme davranışı da artabilir.

Hayır diyememek ve olumlu sosyal yalan ifadeleri yan yana ilginç geldi. Böyle bir soru sormak aklıma gelmemişti. Peki büyüdükçe yalanlar değişiyor mu?

N. O: Olumlu sosyal yalanı erken yaşta beklemiyoruz. Bulgular da öyle göstermiyor. Yaklaşık 2.5-3 yaşından itibaren çocuklar antisosyal yalan davranışı sergilemeye başlıyor. Yaş arttıkça olumlu sosyal yalan da devreye giriyor. Böylece yaş büyüdükçe yalanın içeriği de değişmiş oluyor tabii.

Yani ilkeli baskılayabilecek olan mekanizmalar geliştikçe, büyüdükçe, yalanlar da değişiyor.

N. O: Antisosyal yalanda kişi tamamen bencil çıkarlar doğrultusunda yalan söylediği için, belki de karşıdaki kişinin niyetselliğine dair bir atfı yoktur. Çünkü zihin teorisi 4, 4.5 yaştan itibaren gelişiyor diyorsak eğer, karşıdakine dair bir niyetsellik atfetmeye başladıkça, olumlu sosyal yalan da gelişiyor.

Otizmliler yalan söyleme becerisine sahip midir?

Tolga Yıldız: Benim tahminim otizmliler yalan davranışı gösterebilirler. Ancak bu davranış arkasındaki zihinsel süreçler, otizmli olmayan çocuklardaki gibi olmayabilir. Yani niyet okumayla çok dertleri olmayabilir çünkü otizmlilerin bunları yapmadıklarını biliyoruz. Şu da ince bir ayrım: Yapamadıkları mı yapmadıkları mı? Otizmli olmak ya da down sendromlu olmak bir değişim değildir, doğuştan öyleler. Dolayısıyla şunu söyleyebilirim: Otizmliysen, insan türünün evrimsel yelpazesinde azınlıkta olan bir düşünme eğilimiyle dünyaya geliyorsun ve bu düşünmede sosyalliğe pek yer yok. Yani dünyaya öyle bakmıyorsun. Yapamadıkları için bir şey yapmıyorlar, onlar öyle düşünüyorlar ve öyle bakıyorlar. Biz gelişimciler bu konuda daha hassasız çünkü üç yaşındaki çocuklara "yetişkin gibi değilsin, yapamıyorsun" gibi bakmayız. En azından Piaget'den böyle öğrenmedik. Üç yaşındaki çocukları değerlendirirken yetişkinlerle karıştırmayın, üç yaşındaki çocuk üç yaşındaki çocuk gibi düşünür, der Piaget. Otizmli çocuklar, otizmliler gibi düşünür. Başka normlarla karşılaştırmak hatadır. Dolayısıyla büyük bir ihtimalle yalan söylemeye çok ihtiyaç duymuyor olabilirler. İhtiyaç duyduklarında yalanı sofistike hale getirmeye, sürdürmeye pek hevesli olmayabilirler.

Yalanı olumlu ya da olumsuz söyleyen halihazırda onu anlayabilir mi? İkisi aynı bilişsel süreç mi?

N. O: O daha komplike bir yetenek gerektirir bence ve kişinin sosyal becerilerine de bağlıdır. Bazı insanlar anlar, bazıları anlamaz. Belki de kişisel olarak kendini geliştirmeyle de alakalıdır. Paul Ekman'ın öyle bir çalışması vardır. Kendi dizi-film gibi bir şey çekmiş, orada da geçiyor. Bir havalimanında güvenlik görevlisini görüyor uzaktan, güvenlik görevlisi sırada tedirgin olan insanları anında teşhis ediyor. Sende bir şey var diyor ve çağırıp sorguya alıyor. Yalan söylediğini anlayıp ayırıyor. Kadının o yönde bir yeteneği var. O yüzden kendini kişisel olarak geliştirmeyle alakalıdır bence.

Araştırma yaptığınız çocuklardan herhangi biri olumlu ya da olumsuz yalan söyleyebiliyor, peki siz olumlu yalan söylerseniz anlayabilirler mi?

H. Ş. K: Bu bir çocuk bazında değil, herhangi biri yalan söylerken odaklandığımız ipuçlarıyla çok alakalı bence. Ben biriyle konuşurken yüzüne bakıyorum ama mesela Ekman'ın söylediğine göre duruş ve vücut şekli çok değişiyor ya da elini burnuna götürme, sağ üst köşeye bakma gibi farklı ipuçları olabiliyor. Karşındaki kişinin ipuçlarını okumayı biliyorsam yalanı anlayabilme becerim artacaktır ama böyle bir gelişmiş sosyal özelliğin yoksa anlamak güçtür.

N. O: Bir de mesela bazı çocuklarla uygulama bittikten sonra konuşma fırsatımız oldu. Orada tıpkı yetişkinlere deneyin amacını anlayıp anlamadığını sorar gibi diğer deneyciyle ne konuştuğunu sorduk. Burada yalan söylemeyen çocuklar “yalan kötü bir şeydir o yüzden ona resmin kötü dedim” gibi şeyler söylediler. Dolayısıyla bu çocukların yalanın farkında olduğunu, kendilerine söylenirse de anlayabileceklerini çıkarabiliriz sanırım.

Sizin için araştırmanın en önemli kısmı neydi? Siz kendinize soru sormuş olsaydınız neresiyle alakalı soru sorardınız?

N. O: Aslında bizim kişisel olarak da en çok kafamızı karıştıran ve bu süreçte bizi zorlayan kısım, bu bağlantılar neden çıkmadı kısmı. Çünkü literatürü okuduğunuz zaman neredeyse tüm çalışmalar birbiriyle benzer şekilde ilişkiler bulmuş ve açıklamalar yapmış ama biz bulmadık. Girişte literatür okurken görüyorsun bağlantı çıkması lazım. Bağlantı çıkmıyor, o yüzden en önemli kısım tartışmada onun nasıl ele alındığı bence.

H. Ş. K: Yorumlayabilmek çok önemli. Bizim aldığımız sert hakem eleştirilerinden en önemlisi buydu. Demek ki siz yanlış yapmışsınız, bulamamışsınız şeklindeydi. Çünkü literatürde herkes bir paydada toplanmış ama siz farklı bir şey diyorsunuz demek ki ölçememişsiniz dendi.

N. O: Şeyma'nın dediği gibi aslında düzgün bir şekilde yorumlandığı zaman başka bir çalışmaya yönlendiriyor. Şu an üzerinde çalıştığımız yeni projenin oluşmasını sağladı bu bulgu.

H. Ş. K: Hakem eleştirisinden sonra makalemiz bir hayli ileriye gitti bunu da söylemem gerekiyor. Demek ki biz tam olarak anlatamamışız, bulgumuzu tam olarak yorumlayamamışız ki hakem de öyle anlamış. O yüzden eleştirileri dikkatlice dinleyip, sakin bir zihinle düşünüp kendi çalışmanıza eleştirel bakabilmek çok önemli.

'Amaçta, benim temsil ettiğim bir dünya var...'

Söylediklerinizden de, çalışmanızdan da şu iki ifadeyi ayırmaya ihtiyaç duydum: Amaç ve niyet. Bu iki ifade nasıl ayrılıyor?

T. Y: Niyet kavramıyla amaç kavramını biz günlük hayatta birbiri yerine kullanırız fakat psikolojide anlamı daha teknik. Psikoloji açısından şöyle tanımlayabiliriz amacı: Amaçta, benim temsil ettiğim bir dünya var. Ben bu temsillerimin bir şey hakkında olduğunun farkındayım. Ve diyorum ki, elma hakkında düşünüyorum şu anda, hatırlıyorum ki buzdolabımda elma yoktu, elma alayım. Amacım elma almak, çünkü sahip olduğum elmalara dair son temsilim yani hatıram buzdolabımda elmanın olmaması ve amacım gelecekte bu durumu tekrar elma sahibi olma haline getirmek. Bütün araç–gereç geliştirmede bunu yapıyoruz aslında. Amaç, gelecekte bir şey.

Yalan da aynı mekanizmayla işliyor. Amacım, senin iyi olma halini sağlamak mı; bu, olumlu sosyal yalan. Amacım seni kötü hale sokmak mı; bu, olumsuz yalan. Yani senin zihinsel durumunu ya da davranışını ya da başkasının sana davranışını maniple ediyorum durmadan. Burada yaptığımız şey başkalarının zihinleriyle kendi zihinsel içeriklerimi bir şekilde karşılaştırmak ve durmadan zihin okumak. O onu yapacak bu bunu yapacak, bu bunu bilmiyor, söylemezsem zor durumda kalır ya da söylemezsem daha mutlu olur gibi.