Galip Ö. ertesi akşamüzeri birahaneye biraz erken geldi. Onu buraya çeken, bira servisi yapan bazen de elinde bir tepsiyle dolaşarak boş bardakları toplayan genç kadının cazibesi olmalıydı. Az sonra Celal S. de geldi ve Galip’le el sıkıştıktan sonra masaya otururken arkadaşının her zamankinden daha şık göründüğünü fark etti. Galip sanki hiç ara vermemişler gibi kaldığı yerden konuşmayı sürdürdü.
Galip: Demirtaş “Seni başkan yaptırmayacağız” dememiş olsa sanki çözüm sürecinin devam edeceği yönündeki algı, bir şehir efsanesidir. Hem Öcalan hapisten çıkacak hem de Türklerle Kürtler barışacaklar ama Demirtaş’ın o çıkışı engelledi. Yok böyle bir şey. Bütün çözüm sürecinin sonunda anladık ki devlet başından beri bu dönemi yeni savaş konseptine hazırlık için kullanmış.
Celal: Evet, PKK güçleri çekilirken kalekollar inşa edildiğine tanık oluyorduk.
Galip: Çözüm süreci şeffaf değildi dolayısıyla da oradaki her bilgiye, her gelişmeye vakıf değiliz. Kürt tarafı, HDP ve tabii Demirtaş, devletin barış masasından temelli kalktığından emin olduktan sonra “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi. Demirtaş HDP’nin başkanı sıfatıyla bu çıkışı yaptı; tek başına hareket eden bir siyasetçi değildi. Diyelim ki öyle oldu ve bu durumdan memnun olmayan Erdoğan Kürt tarafına haber gönderdi ve dedi ki: “Şu delikanlı fazla ileri gitti aramızı bozacak.” Bu durumdan Kürt hareketi de memnun değilse Demirtaş’ı uyarır hatta sözlerini geri bile aldırırdı. Bunun örneklerini gördük; belediye başkanlarıyla yaşadık, davranışları yanlış bulunan milletvekilleriyle yaşadık. Kısacası ben bu eleştiri izleğinin bir şehir efsanesine dayandığı ve çok üzerinde durulmayı hak etmeyen bir mesele olduğu kanaatindeyim.
Celal: Bu uyarı durumunu HDP içinden gelen silah bırakma çağrılarına ve en son geçen yıl Demirtaş’ın Mersin Polisevi saldırısını kınamasına karşı gördük. PKK yönetimi sert tepki gösterdi “Münafık” terimini kullandı. O zaman Demirtaş’ın tartışmayı devam ettirmeyip geri adım attığına tanık olmuştuk.
Galip: Evet ama bana bu, bir arıza belirtisi gibi gelmiyor. Bu kadar büyümüş, dallanıp budaklanmış bir hareket içinde “Türkiye’de faşizm var; legal alandaki her şeyi bırakalım bütünüyle silahlı mücadele yapalım. Başka türlü siyasete alan açmamız mümkün değil” kutbundan “Silahla yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Tümüyle siyasal mücadeleye yönelelim” tavrına kadar geniş bir yelpazede sırf silahlı mücadele-siyasal mücadele bahsi üzerinden bile birçok farklılaşmanın varlığı kaçınılmaz. Bunlar eskiden de vardı bundan sonra da var olmaya devam edecek. Bundan sonra da tartışılacak. Hatta silahlı kanadın içinde bile olan tartışmalar bunlar. Örneğin her ateşkes kararı öncesi bu tartışma PKK kadroları arasında yaşanır. Kandil’de de yaşanır.
Celal: Evet, bu durum Kürt meselesinin özgünlüklerinden biri. Türkiye’deki siyasal yapı ve yasal cendere böyle sıkı olmasaydı, IRA-Sinn Fein ikilisi benzeri bir bağlayıcı temsil mekanizması oluşabilirdi. Devlet, aparatlarına ne kadar “HDP, PKK’nin yasal kanadıdır” propagandası yaptırsa da durumun böyle olmadığının farkında. Bu durumda, çözüm sürecinde görüldüğü üzere her kanadın birlikte ve bağlayıcı kararlar alarak uygulamasını sağlayacak kanalların açılması şart oluyor. HDP’nin hiçbir yöneticisi PKK adına konuşma hakkına sahip değil. Ama Gerry Adams ve Martin McGuinness, İngiltere devletiyle barış şartlarını görüşürken bu otoriteye sahiplerdi. Nitekim onların talimatıyla ve Birleşmiş Milletler heyetinin gözetiminde IRA silahları eritildi.
Ama yine de şöyle bir gözlem yapılabilir: Her ne kadar sabık İçişleri Bakanının “hiç terörist kalmadı; yok ettik, bitirdik” şeklindeki açıklamaları gerçeği yansıtmıyor olsa da PKK çizgisinin silahlı mücadele rotasında Rojava’ya yönelme görebiliyoruz. Herhalde, devlet aparatları dışında kimsenin Rojava’da silahları bırakma çağrısı yapma eğilimi söz konusu olamaz. Dolayısıyla bu silahlı mücadele tartışması da bir miktar Türkiye siyasetinden fiilen uzaklaşmış oluyor.
Galip: Rojava'nın ortaya çıkmasıyla Türkiye Kürdistanı biraz geri plana düşmüş oldu. Ben bunda bir sorun görmüyorum çünkü orada önemli kazanımlar var ve silahlı güç olmadan bu kazanımların korunması imkânsız. Tabii ki bölgesel ve küresel güç dengeleri içinde varlık kazanmaya çalışan oldukça zor bir mücadele. Burada, Kürt hareketinden ve HDP’den çok Türkiyeli laiklerin tutumu oldukça dikkat çekici çünkü tuhaf. Tuhaf çünkü, Suriye meselesinde Kemalistlerin, Erdoğan rejiminin İslamcı/ümmetçi dış politikasına karşı savaşan modernist ve seküler Kürt mücadelesiyle birlikte hareket etmeleri daha rasyonel olurdu. Zamanımızda Baas rejimlerinin çöktüğü koşullarda Ortadoğu’da iki tane ciddi seküler model söz konusu. Bir tanesi Kemalist Türk modernleşmesi, diğeri PKK çizgisinde şekillenen Kürt modernleşmesi ki Öcalan bunu “demokratik modernite” diye adlandırıyor. İdeolojik olarak Kemalizmin kendini yakın hissetmesi gereken bir akım. Kemalistler en azından Türk devletinin cihatçılarla iş birliği yapmasına karşı çıkmalıydılar.
Celal: Evet Kobane’de Kürt savaşçılar bütün dünyayı tehdit eden IŞİD yani İslamo-faşizm tehlikesini durdurdular. Sekülerizm açısından bakınca büyük bir küresel, evrensel başarı. Ama bizim seküler milliyetçiler, namı diğer ulusalcılar, bunu kendilerine bir tehdit, bir tehlike olarak algılama tutarsızlığı gösteriyorlar.
Galip: İşte bildiğimiz Kürt annesini görmesin de isterse kıyamet kopsun tavrı. Bundan ötesi Freudiyen bir analizi gerektiriyor çünkü hiç akılcı değil. Aynı şeyi Hüda Par meselesinde de giderek daha çok göreceğimiz anlaşılıyor. Yani HDP gibi ilerici bir partiden “terörle iltisaklanırım” korkusuyla köşe bucak kaçarken Hüda Par gibi bir yapının meşrulaşmasına, mecliste koltuk paylaşmasına sessiz sedasız rıza gösterebiliyorlar.
Erdoğan’ın Hüda Par ittifakıyla yapmak istediği aslında devletin Kürt demokratik modernitesinin ya da seküler Kürt hareketinin önünü kesme iradesine hizmet etmektir. Bu hamle, Yeniden Refah ittifakından bağımsız değil. Bir taraftan Türk seküler modernizmi öte yandan da Kürt seküler modernleşmesini birlikte bitirmek hedefleniyor. Bunun büyük ve kapsamlı bir gerici tehlike olduğunu tespit etmek gerekiyor.
Celal: Türk İslam sentezi ile Kürt İslam sentezi Erdoğan önderliğinde buluşuyor.
Galip: Doğru. Ve bu büyük bir tehlike.
Celal: Hava kararıyor ve son biralarımızı bitirip evlere dağılma vakti gelmek üzere. Bitirmeden, baştaki kaygımıza dönerek birkaç cümle etmek isterim. HDP’nin şiddetli bir iç tartışmayla kendini dağıtma ya da küçültme riski var. Bu, çok kaygı verici çünkü bu partinin varlığı hem Kürt hareketi hem de Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi için çok önemli. Seçim sonuçları, HDP’nin değil CHP’nin sorumlu olduğu bir durum. HDP açısından bir başarısızlık söz konusu olsa bile bu, en fazla kısmi ya da taktik bir yenilgi olarak nitelenebilir. Stratejik bir yenilgi söz konusu değil. Örneğin Türkiye solunun 12 Eylül’de yaşadığı topyekûn bozgun muadili bir durumla karşı karşıya değiliz. Durum abartılarak bir bozgun ve dağılmaya doğru evrilirse, bu siyasal ve toplumsal karşılığı ya da somut nedenleri olmayan tamamen psikolojik bir öz-tahribat olacaktır. Selahattin Demirtaş konusu da benzer bir öz-tahribatla sonuçlanma riski taşıyor. Demirtaş hem Kürt hareketi hem de Türkiye demokrasisi açısından önemli bir değer. Sırf Erdoğan’ın en korktuğu ve nefret ettiği kişi olması bile bunun kanıtı olarak gösterilebilir. Siyasette doğruları söylemek yetmiyor; mesajı topluma duyurmak için ‘karizma’ denilen tarifi imkânsız ve çok ender rastlanan bir nitelik gerekiyor. Demirtaş’ın karizması, bütün Türkiye’nin umudu ile Kürt halkının kaderi arasında pozitif bir bağ oluşmasına hizmet etti. Böyle bir değeri siyaset sahnesinden çekmek, demokrasi ve özgürlük hareketini geri götürmekten başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
Galip: Bir an önce seçim yenilgisi psikolojisinden çıkmak gerekiyor. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın varlığı ve devamlılığı çok önemli. Bu ittifak nasıl büyütülebilir konusuna kafa yormak ve çabuk davranmak gerekiyor çünkü dokuz ay sonra yerel seçimler var ve muhalefet büyük kentleri elinde tutmak istiyorsa HDP’nin kapısını çalmak durumunda kalacaktır. Bu, HDP’ye kaçınılmaz bir anahtar rol yüklüyor. Tabii ki HDP’nin kayyum marifetiyle el konulmuş yerel yönetimleri yeniden kazanma mücadelesi de ufukta. Şimdi muhasebe/özeleştiri sürecini bir an önce tamamlayıp bu hedeflere yönelmek gerekiyor.
Celal ayağa kalktı ve bardağının dibindeki son yudumu da bitirip Galip’in elini sıkarak kapıya yöneldi. Giderken, bir önceki akşamın aksine arkadaşının neden kendisiyle birlikte kalkmamış olduğu sorusu aklına takıldı.