İki şair, iki farklı şiir deneyimi
Şiire kamusal, kurumsal destek için daha geniş, daha kalıcı adımlar atılması gerekir ve bu da mümkündür. Bu çerçevede şiirin yaratıcı bir dil etkinliği biçiminde sürdürülmesi ve okunmasıyla ilgili sorunlarının yanı sıra kamusal, toplumsal rolü üzerinde yeniden düşünmemizde, yıl biterken yayımlanan iki kitabın ayrıca etkisi oldu diyebiliriz. Söz konusu kitaplardan ilki Heterotopya Yayınları'ndan çıkan Selçuk Uçku’nun toplu şiirleri “Laga Luga”, diğeriyse İrfan Yıldız’ın Vapur Yayınları'ndan çıkan “Çığlık Kırları”...
DUVAR - Dilin toplumsal bir varlık olduğu biliniyor. Hani felsefeci Martin Heidegger’in "varlığın evi" dediği dil. Dilin her şeyden çok şiirde var olduğu, gerçekleştiği de bilinen bir gerçek. Türkçe gibi tamamlanmamış, gelişmesini sürdüren dillerin yaratıcı gücü, kaynağı büyük ölçüde şiirdir. Uyuyan sözcükleri uyandırdığı, yorgun, yıpranmış, aşınmış sözcükleri yeniden kanatlandırdığı gibi yeni sözcüklerin oluşmasını, toplumsallaşmasını ve bir varlığa dönüşmesini sağlayan da büyük ölçüde şiirdir.
Öte yandan şiir yalnızca duygu, düşünce, duyarlılık aktarımı, paylaşımı ya da modeli yaratmaz. Hem bireysel hem de toplumsal ifade ve iletişim aracı olan dili de üretir ve devindirir. Dilin yelpazesini açan, sınırlarını genişlen, imkânsızı deneyen, olmazın olur duruma gelmesini sağlayan da çoğunlukla şiirdir.
Modern Türkçe şiirin her kuşaktan okuru olan ve kitapları üst üste baskılar yapan önemli şairleri var. Şiirin en önemli jürisi olan zamanın sınavından geçerek varlıklarını sürdürüyorlar. Yayıncıların, söz konusu şairlerin yapıtlarından sağladıkları kazancın hiç değilse bir bölümünü şiir için kullanmaları olması gereken değil midir? Örneğin yeni kuşak şairlerin yapıtlarının basılması, okurla buluşmasının sağlanması gibi girişimler uzun vadede şiire yönelik toplumsal bir yatırım olmaz mı? Oysa özellikle bu bağlamda ünlü şairlerin yapıtlarının çok satılması güncel şiire, yeni kuşakların yapıtlarının okurla buluşmasında bir katkısı olmuyor. O nedenle diyebiliriz ki çok satılan şiir kitaplarından elde edilen kazancın aslında şiire bir faydası yok.
Günümüzün kültürel koşulları şiirin, hem daha çok yazılması hem de daha çok okunması için kamusal, kurumsal desteği zorunlu kılıyor. Tıpkı tiyatro gibi, sinema, hatta opera, bale gibi…
Nasıl tarihsel sanat dallarının varlığını kendi olanaklarıyla sürdürmesi gün geçtikçe daha da zorlaşıyorsa onlardan biri olan şiir için de dutum aynıdır. Tüm bu sanat dallarında etkinliklerin sona ermesi, müşterek, kamusal bir kayıp, toplumsal bir eksiklik olacaktır. O nedenle kamusal, kurumsal güçlerin desteği elzemdir. Ama desteğin elbette bir “patronluk” ilişkisi oluşturulmadan gerçekleşmesi önemlidir. Şiir bağlamında destek deyince akla ilk gelen ödüller olacaktır. Ama amacı katkı sunmak olsa da bugünkü işleyiş biçimiyle ödüllerin şiire desteği, başta jürilerin yapısı nedeniyle hem sorunlu hem de yeterli değildir.
Öte yandan patron emrinde sanatın yücelemeyeceği, ancak cüceleşeceği de bir gerçektir.
Şiire kamusal, kurumsal destek için daha geniş, daha kalıcı adımlar atılması gerekir ve bu da mümkündür. Şiir kitaplarının yayımlanmasının önündeki özellikle maddi engeller kaldırılabilir. Örneğin pırlantadan alınmayan verginin şiir kitaplarından alınmasına son verilebilir. Şiir yayıncılığı özel olarak teşvik edilebilir. Şiir kitaplıklarının, şiir kütüphanelerinin oluşturulması sağlanabilir. Şiir kitaplarının dağıtımında ayrıcalık sağlanabilir. Artık kitap marketi olan ve kitapçı olmaktan çoktan uzaklaşmış mağazalarda şiirin okura sunuluşu bugünkü haliyle içler acısı. Kitap marketi olan mağazalarda, sanki okurun şiire ulaşmaması amaçlanıyor. Raflardaki şairleri ve kitaplarını promosyon ve benzeri müdahaleler belirlemekte. İnternet kitapçılığı bir ölçüde şiir kitaplarına ulaşmada çözüm oluştursa da asla gerçek anlamda bir kitapçının boşluğunu dolduramamakta.
Amacımız biraz hayal de kurarak şiirin sorunlarının başka bir yönüne dikkat çekmek. Elbette ki şiirin sorunları dediğimiz şey dünyanın, hayatın, ülkenin sorunlarından, insanın varlık ve varoluş sorunundan ayrı düşünülemez.
Şiir de dili de hiçbir çağda şairin yaşadığı dünyadan, hayattan, zamandan kopuk olmamıştır. Belki buna, insanla ve insanın varlık, varoluş sorunuyla şiir kadar başka hiçbir şey meşgul olmadı cümlesini de ekleyebiliriz. O nedenle aslında şiirden konuşmak dünyadan, hayattan, insandan konuşmaktır tezi hakikati ifade eder.
Üzerinde durduğumuz sorunu durup dururken ve nedensiz olarak gündeme getirmiş değiliz.
Her şeye karşın birçok şiir kitabı yayımlanıyor. Ancak çok küçük bir bölümü şiir okuruyla buluşabiliyor. Ama ne yazık ki çoğu hayli dar bir çevrede kalıyor. Oysa şiir kitaplarının çok daha geniş bir tanıtım ve dağıtım ağı aracılığıyla okurla buluşması mümkün. Yeter ki şiirin geniş bir alana yayılmasında ve çok sayıda okurla buluşmasında toplumsal çıkar, kamusal yarar olduğu önemsenmesi. Bu anlayışla gerekli adımların atılması.
Bu çerçevede şiirin yaratıcı bir dil etkinliği biçiminde sürdürülmesi ve okunmasıyla ilgili sorunlarının yanı sıra kamusal, toplumsal rolü üzerinde yeniden düşünmemizde, yıl biterken yayımlanan iki kitabın ayrıca etkisi oldu diyebiliriz. Söz konusu kitaplardan ilki Heterotopya Yayınları'ndan çıkan Selçuk Uçku’nun toplu şiirleri “Laga Luga”, diğeriyse İrfan Yıldız’ın Vapur Yayınları'ndan çıkan “Çığlık Kırları”.
Daha önce dile getirdiğimiz gibi bu şiir kitaplarının da önünde ciddi bir dağıtım, tanıtım engeli söz konusu. Oysa şiirsel değerleri ne olursa olsun yayımlanan her kitabın okurla kolayca buluşması gerekir. Hiç değilse buluşmayı sağlayan kanallar daha geniş ve işlek olabilir. Bugünden geleceğe ulaşacak şiirin belirlenmesinde evet, zaman önemli bir jüri. Ama okurun tercihi ve yargısı da bir o kadar önemli olmalı. Okur estetik yargısını, şiir beğenisini oluştururken daha çok seçenek arasından tercih yapabilmeli.
Selçuk Uçku, sözcüğün gerçek anlamında ilginç bir şair. İlk gençlik yıllarında benimseyip daha sonra da sürdürdüğü şiir çizgisi, şiir anlayışı ve yapıtları, onu modern Türkçe şiirde ayrıksı bir şair olarak işaret ediyor.
“Laga Luga”nın sunuşunda Murat Üstübal, Selçuk Uçku’nun şairliğini, şiirini, soyut şiir dil tutumunu detaylı ve somut biçimde ele alıyor.
Üstübal, yazısında “Selçuk Uçku’nun şiirinin Türk şiir antolojisindeki yeri ve değeri konusunda ne söylenebilir” diye soruyor ve devam ediyor: “Kuşkusuz şiir kamusunun neredeyse hiç tanımadığı bir şair hakkında konuşmak ya da yazmak bir zar atımından öte anlam taşımıyormuş gibi görünebilir. Ama şiiri dikkatle incelendiğinde zar atmadan önce çağdaş ve öncü yaklaşımıyla modern sanatın en uç örnekleriyle karşılaşmamız heyecan vericidir. Uçku, önceleri ustam dediği İrfan Alkaya’nın abistire (soyut) şiir anlayışıyla yola çıkmış, daha sonra İlhan Mimaroğlu’nun bir sunumundan etkilenip elektronik müziğin çıkış noktasını, uygarlık ve doğadaki değişik sesleri de işin içine katarak abistire şiirini sessel öğelerle zenginleştirmeyi bilmiştir. Hatta kendi deyişiyle, absürt unsurlara da başvurarak çok katmanlı bir şiir oluşturmayı denemiştir. Uçku’nun yapıtlarının bize ulaşmasında büyük emeği olan sanatçı Erdal Ateş’in yaklaşımıysa oldukça dikkat çekici. Ateş, Uçku şiirlerinin letrist özellikte olduğu konusunda ikna edici yazılar kaleme almıştır. Bize göre ise Uçku şiiri, tüm bunlara ek olarak deneysel şiirin tarihsel kategorilerinden somut şiir ve ses şiirleriyle bağlaşıklıklar gösterir. Günceli ve argoyu kullanışı, politik çıkışları ile günümüz şiirinin ilgi alanına fazlasıyla girer. dolaylı Dadaist yaklaşımlar da şairi ayrıksı bir noktaya getirir. Halk kültürüne ait tekerleme ve deyişlerle giriştiği deneyler oldukça özgün bir çizgidedir. Hiciv ve çocuk oyunları, şiirinde yararlandığı kaynaklar arasındadır. Sözcük, hece ve harfin sınırlarında dolaşması kendi dönemi ve sonrası için orijinal niteliktedir. Şiirindeki atonallik ve ritim düzeneği ise müzik bilimciler tarafından araştırılmaya muhtaçtır.”
Selçuk Uçku’nun yayımlanan yedi kitabını ve yayımlanmamış şiirlerini bir araya getiren yapıtı için modern Türkçe şiirdeki avangart arayışın önemli bir örneği diyebiliriz. “Laga Luga”dan “Balık” başlıklı şiiri okuyalım:
Oltana takılanı
Aklından çek ağır ağır.
Bağırma ulan
Ve bakma öyle alık alık.
Girdiğin bu ne son kalabalık
Ne de bu tanıdığın son bulanık.
Selçuk Uçku için 1963 yılı dönüm noktası olur. Uçku, “Akademide (Mimar Sinan Üniversitesi) Mayakovski’yi, Nâzım Hikmet’i, Orhan Veli’yi tanıdım” diyor. Benimsediği şiir anlayışına karşın Selçuk Uçku’nun, o yıllarda genç bir şair olarak örneğin İkinci Yeni dalgasıyla temasta bulunmamış olması şaşırtıcıdır. Çünkü o yıllar itibarıyla ve yaslandığı şiir anlayışıyla radikal bir İkinci Yenici şair gibidir.
Ancak Selçuk Uçku, başka şiir çevreleri ve dergileriyle de ilişkiye girmeden sürdürür şiir serüvenini. Bu “ilişkisizliğin” üstünde ayrıca durmak önemli olabilir. Uçku’nun şiir dergilerinden uzak durmasında, şiir çevreleriyle şair olarak ilişkiye girmemesinde, acaba kabul görmeme kaygısından başka nedenler de var mıdır diye sorup geçelim. Şairi de, şiiri anlamanın en iyi yolu şiir okumaktır. Kitaptan bir şiir daha okuyarak devam edelim. “Elek” başlıklı şiir:
Keke bir ek daha
Ekle keksek
Lekede le kek
Bir de kek ke diyerek
Keke iki ke
Eke bi ke
Ke i ke
Eke ek
Leke eke kekerek
Kekeleme be kelek
Selçuk Uçku’nun ilk kitabı 1977’de yayımlanır. Ondan sonra altı kitabı daha basılır. Uçku’nun şiir anlayışı kitap adlarına da yansır. Uçku’nun yayımlanan kitapları şunlar: “Kekük Gaguz ve Gik Gurugi” (1977), “Kaz Gagan ve Yiltu Gigin” (1977), “Kap Kap Naşındım Sonra Hipşinat” (1978), “Lar Oğlu Larlar” (1979), “Dürtük Lenk’ten Dizeler” (1983), “Cü Derki” (1991) ve “Yedi Ed İdi İ (1997). Selçuk Uçku’nun şiirlerinde letrist, absürt, Dadaist dile, biçime ve biçeme değişik tonlarda mizah da eşlik ediyor.
Uçku, birçoğunu kendi imkânlarıyla bastırdığı kitaplarını ücretsiz olarak yakın çevresine dağıtarak paylaşı şiirlerini. “Laga Luga”dan “Şair” başlıklı şiire bakarak geçelim bu bahsi:
Boş yere beklemeyin
Hoş ere eklemeyin
Her şiiri güzel olmaz ki şairin
Beğenmezseniz ezseniz
Şairi bir güzel sıkıp
Sıksanız da suyunu çıkarsanız
İlle de yazsın azsın yahu derseniz
Biz deriz olmaz öyle şey
İz yeriz ki keriz eriz ey ederiz.
“Laga Luga” diliyle, içeriğiyle, biçimi ve biçemiyle dikkate alınması gereken, önemli bir toplam. Özellikle modern Türkçe şiirdeki avangart arayışları merak edenlerin dikkatine diyoruz. Kitabı şiirin, şiir dilinin imkânlarını, dilde deneyselliğin algımızı nasıl etkileyebileceğini göstermesi bakımından da önemli bulduğumuzu belirtelim.
Dikkatimizin bu defa şiirin günümüzdeki temel sorunlarından birine yoğunlaşmasına yol açan bir diğer kitap da İrfan Yıldız’ın “Çığlık Kırları” oldu demiştik.
“Çığlık Kırları” Yıldız’ın sekizinci kitabı. İlk kitabı “Rüzgârın Fili Yakınımdır” 1991’de yayımlanır. Daha sonra “Çiçek Tozu Günleri” (1996), “Eğri Denizler/Mermer Avlular (Bütün Kelimeler Acı İçinde)” (2005), “Şapkasız İstanbul Destanı” (2006), “Kır Kıyısında Erkete Acılar” (2007), “Meryem Ana Sessizliği” 2009, “Dalgalar Uzun Olacak” (2013) adlı şiir kitapları okurla buluşur.
İrfan Yıldız şiirlerinde yerelden konuşuyor. Bulunduğu coğrafyanın dilini, kültürünü, sesini, sözünü şiire aktarıyor. Yıldız’ın şiirleriyle birlikte yaşadığı yörenin günlük ve tarihsel olayları da ulaşıyor okura. Yıldız aslında günümüz şiirinde artık rastlamadığımız bir tavrı sürdürüyor. Yöresel bir şiirle çıkıyor okurun karşısına. Bir yönüyle seksenlerde ortaya çıkan "Yeni Türkü"cü anlayışın günümüzdeki temsilcisi ve sürdürücüsü gibi. Okuyacağımız dizeler “Cengaver Sokaklar” başlıklı şiirden:
dur hele kim gelecek, kimi gözlüyor
yaşlı kadın, bir çift ayakkabının gerisinde
eski resimler, eğitilmiş anılar
su akakları, çangallar, fideler, sessiz havli
aşık Veysel türkülerinin içinde
kim saklanıyor, hangi yaren
hangi göz ışıtan fenerler, hangi hengame
çaylar, bileki ekmeği, kütük ateşi
kızgın kiremitler, yerli tuğlalar
kaç bin yılın turşusu
kaç bin yıllık avlu
kör incirler, kuru dutlar
gazel gölü içinde
eklersin, demlersin kendini
değirmen durdurmaz bendini
zaman, coşkun su
dalgalar gibi, akarsın, akarsın…
İrfan Yıldız’ın doğaçlamaya yakın bir biçemle yerelin, yöreselin diliyle, duygusuyla, duyarlılığıyla kurulmuş şiirlerini okuyoruz “Çığlık Kırları”nda. Yıldız “su akakları, çangallar, fideler, sessiz havli” dizesinde olduğu gibi birçok yerel, yöresel sözcüğe yer veriyor şiirlerinde… Oysa yerelliğin, yöreselliğin özellikle dil bağlamında şiirde sorun oluşturma riski her zaman yüksektir. Ama Yıldız riski göze alarak adeta şiirde, modern şiirden uzaklaşmadan günümüzde yerel, yöresel dilin nasıl kullanılacağını örneklendiriyor. Yöreselciliği öne çıkaran şiirin dağarcığı, anadil için de önemli bir kaynak oluşturur. Bu açıdan bakınca İrfan Yıldız’ın poetikasının amacına ulaştığı görülüyor.
Yıldız’ın şiirleri, yerel yaşantıyı değişik yönleriyle dile getirirken yöreyi (Ordu) bilmeyenlerde de acilen tanıma isteği uyandırmakta. “Tifi’nin Düzlüğü” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:
tifi’nin düzlüğünü geçtim
yaşamın ucundaki ormanları
güvercin başındaki mermeri
ölümün saçına değen rüzgârı
türkülerle aldım nice bir yol
az dermanım çoğa vardı
akkuş’la niksar arasında
bir su buldum
içsem geçerdim amasya’yı
gül rengi kuşun kanadında
Selçuk Uçku’nun toplu şiirleri “Laga Luga” da, İrfan Yıldız’ın son şiirlerini bir araya getirdiği “Çığlık Kırları” da modern Türkçe şiirde farklı anlayışları yansıtan deneyimleri içermesi bakımından önemli kitaplar…
Özellikle şiirde ortalama anlayışın, yerleşik beğeninin, ayrıksının, yani kısaca standartın dışına çıkmak isteyip de kaynak arayanların dikkatine...