Ahmet Erhan’ı beş yıl önce bir 4 Ağustos günü kaybettik. O gün, edebiyat tarihine “Turgut Uyar’ın doğum günü” olarak geçmişti; Ahmet Erhan’ın gidişiyle acıya boyandı. Erhan –ki ölümünden sonra yayımlanan ve bütün şiirlerini toplayan iki ciltlik kitap “Burada Gömülüdür” başlığını taşır- bugün Karşıyaka Mezarlığı’nın sessiz sakin bir köşesinde Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal tarafından yapılan sandal şeklindeki mezarında babasıyla birlikte yatıyor. Sandalın uç kısmında “Ülkesi: Akdeniz” yazıyor.
1986 yılında yayımlanan Çağdaş Türkü albümü “Bekle Beni”,
vazgeçemediğim albümlerden. İçinde Ankara var. Albümün
yayımlanmasından iki yıl sonra geldiğim, kopamadığım şehir.
Şarkıları Ankara’yı anlattığı için değil, içine gençlik yıllarımı,
ilk heyecanlarımı, ilk uyanışlarımı hapsettiğim için değerli. Bir
dönemime fon müziği olmuş, ilerleyen yıllarda hep yanımda durmuş
bir albüm “Bekle Beni”. Yıllarca kasetini dinledim, CD’si
yayımlandığında (eksik listesine rağmen) heyecanla aldım, her
gittiğim yere götürdüm. Yakın zamanda Göksu sayesinde plağı da
arşivime girdi. Onu her döndürüşümde Ankara’da yaşadığım ilk
yılların kokuları geliyor burnuma.
Plağın ikinci yüzünü açan şarkı, “Kenar Mahallede Bir Pazar
Günü”. Kısa film gibidir. Güzelliği sadece besteden değil,
sözlerinden. Sözler dediğime bakmayın, şahane bir Ahmet Erhan
şiiridir bu. Bütün Ahmet Erhan şiirleri gibi: Yaşatıyor.
Ahmet Erhan’ı beş yıl önce bir 4 Ağustos günü kaybettik. O gün,
edebiyat tarihine “Turgut Uyar’ın doğum günü” olarak geçmişti;
Ahmet Erhan’ın gidişiyle acıya boyandı. Erhan –ki ölümünden sonra
yayımlanan ve bütün şiirlerini toplayan iki ciltlik kitap “Burada
Gömülüdür” başlığını taşır- bugün Karşıyaka Mezarlığı’nın sessiz
sakin bir köşesinde Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal tarafından
yapılan sandal şeklindeki mezarında babasıyla birlikte yatıyor.
Sandalın uç kısmında “Ülkesi: Akdeniz” yazıyor.
“Kenar Mahallede Bir Pazar Günü”, Çağdaş Türkü’nün bestelediği
tek Ahmet Erhan şiiri. Albüme (ve ertesi yıl yayımlanacak
“Delikanlıya” başlıklı ikinci ve son Çağdaş Türkü albümüne)
bakarsanız, yanına dost şairlerin iliştirildiğini görürsünüz: Yaşar
Miraç, Ahmet Telli, Haydar Ergülen, Adnan Yücel, Behçet Aysan… Bir
de Murat Yetkin var –ki en güzel Çağdaş Türkü şarkılarından biri
olan “Uyanıyor Ankara”nın sözlerini yazmıştır.
Şairlerin ortak özelliği Ankaralı olmaları. Hepsi dost. Onları
yan yana getiren, sadece bu albümler ve Ankara’daki mekânlar değil:
Yaşar Miraç’ın İstanbul’da kurduğu Yeni Türkü Yayınları, bir başka
ortaklık. Yukarıda andığım (Ahmet Telli ve Adnan Yücel dışındaki)
şairlerin ilk kitapları bu yayınevi tarafından basıldı: Ahmet
Erhan’ın “Alacakaranlıktaki Ülke”si, Behçet Aysan’ın “Karşı
Gece”si, Haydar Ergülen’in “Karşılığını Bulamamış Sorular”ı… Yaşar
Miraç derseniz, bütün kitapları bu yayınevi tarafından
yayımlanmıştı.
Ahmet Erhan, “şair”di. Dostları onu Erhan diye çağırır,
gıyabında andıkları zaman şair sıfatını kullanırlardı. Mecburi
hizmetini Keskin Cerit Müminli Sağlık Ocağı’nda yapan Ercan Kesal,
“hizmet” boyunca bir ayağını Ankara’da tutmuş, “çevre”nin en içinde
olmuş insanlardan… 2016 yılının Şubat ayında Bavul’da yayımlanan
“Ankara rüzgârı…” başlıklı yazısında o günlerden söz ediyor ve
Ahmet Erhan’ı şöyle tarif ediyor: “Ailenin en yetenekli ve sessiz
çocuğuydu. Hüzünlü bir Adanalı. Şiirlerindeki gibi bir portakal
ağacı, bilemedin turunçtu.” Kesal’ın şairle karşılaştığında ilk
intibası “sessiz, içe kapanık, fazlasıyla halim selim birisi”
olmuş. Sonrasında “ilk kitabıyla çok ses getirmiş, camiada herkesin
üzerinde tartışmasız mutabık olduğu bir şair” diye tanımlıyor Ahmet
Erhan’ı ve ekliyor: “kendi kuşağı dahil, Türk şiirinde Türkçeyi en
iyi bilen ve kullanan şairlerin başında gelir.”
Ahmet Erhan
Ahmet Erhan, tanıyamadığım şairlerden. Yolumuz hiç kesişmedi.
Kimi buluşmalarda uzaktan gördüm, dinledim ama bir temasım olmadı.
Benim için hep “en büyük”lerdendi. Bugün bu yazıyı yazıyorsam,
bundan.
Memleket ahvali müzik üzerine düşünmemizi, yazmamızı engelliyor.
Şiir de buna dahil. Sevdiğimiz bir şarkıyı ya da dizeleri sosyal
medya hesaplarımız üzerinden paylaşırken bile önce gündeme bakar
olduk. Arkadaşlarımız tutuklanıyor, işleri ellerinden alınıyor ya
da tanımadığımız ama kendimize yakın hissettiğimiz insanlar olmadık
sebeplerle yargılanıyor. Geçtiğimiz haftalarda ODTÜ’deki mezuniyet
yürüyüşünde bir dönem Penguen’in kapağını süsleyen ve aklanan
karikatürü taşıyan gençler hâlâ tutuklu. Dahası, aynı üniversitenin
sınırları dahilindeki gökkuşağı bayrağı da kovuşturmaya uğramış,
taşıyanlar hakkında soruşturma başlatılmış.
ODTÜ, hayallerimdeki üniversiteydi, öğrencisi olmadım ama
kendimi o kampüsten mezun sayarım. Hemen yakınındaki (öğrenciler
arasında Balgat Yurdu olarak bilinen) Tahsin Banguoğlu Yurdu’nda
iki yıl geçirdim. Bu süre dahilinde pek çok
Turgut Uyar
ODTÜ’lü arkadaş edindim ve onlar sayesinde (kendi okulumdan arta
kalan zamanımı) kampüste geçirdim. Akşam yemeklerimi orada yiyor,
gece yurtlarda yapılan sazlı sözlü gecelere katılıyor, etkinlikleri
kaçırmıyordum. Rıfat Ilgaz’dan Ülkü Tamer’e pek çok insanı orada
gördüm, dinledim. Çoğuyla tanıştım, sohbet ettim. Mozaik’ten Inti
Illimani’ye, Timur Selçuk’tan Cinuçen Tanrıkorur’a, İnçi
Çayırlı’dan Cem Karaca’ya benim için özel insanların konserlerine
ODTÜ’de denk geldim. Hayal gibi ama yine orada bir kısmıyla aynı
sahneyi paylaştım. Devrim’de çaldım, insanları eğlendirdim.
Yetmedi, derslere konuk oldum ve bildiklerimi anlattım. Birkaç yıl
önce Mimarlık Amfisi’ni dolduran öğrencilere çaldığım barış
şarkıları sayesinde hayal ettiğim dünyayı gençlere anlattım,
onlarla aynı dili konuştuğum için mutlu oldum.
ODTÜ’yle bağlantım yurttan ayrıldığım dönemde de sürdü. Hâlâ
sürüyor. Yurttan ayrılmama neden olan “nesne”, dolabımda bulunan
bir kitap: Zülfü Livaneli’nin o yıllarda Can Yayınları tarafından
basılan “Dünya Değişirken” adlı kitabını dolabımda “bulan”
yetkilinin yasak kitap bulundurduğum gerekçesiyle “üstlerine”
yaptığı ihbar, Tahsin Banguoğlu Yurdu’ndan ilişiğimin kesilmesine
sebep. Piyasada satılan, kolaylıkla alabileceğim bir kitabı devlete
ait yurda sokmamam gerektiğini bu hadiseyle öğrendim. Elbette
akıllanmadım: Birilerinin hoşuna gitmeyecek kitapları okumaya ve
yanımda bulundurmaya devam ettim. “Yasak” kavramına ilk karşı
çıkışım, bu hadise sonrası.
Mevzu bulanmasın, şiirle başladım, şiirle bitireyim. 4 Ağustos,
Ahmet Erhan’ın aramızdan ayrıldığı gün ama aynı zamanda bize Turgut
Uyar’ı kazandıran gün. Yine bir Ağustos günü aramızdan ayrılan
büyük şair, şiirin “Büyük Saat”ini ince ince kurarken aslında bize
bizi anlatıyordu. Ahmet Erhan şiirinden yapılmış şarkı çok değil.
Turgut Uyar da bestelenemeyen şairlerden. Ahmet Erhan gibi, “en
büyük”lerimden. İki kuşağın iki “büyük” şairini, “şair” sıfatını
sonuna kadar hak eden iki ismi bir gün gecikmeyle andığım bu yazı,
Sezen Aksu’nun yorumladığı “Denge” şiirini kapatan dizeyle
kapansın: “Benim dengemi bozmayınız.”
Şunu unutmayalım: Devrim, dengenin bozulmasıyla başlar.