Telefonun öbür ucunda otomobil markalarından anlayan bir arkadaşım var: “Logosu, kenarlardan kesişen 4 tane çember” diyorum. “Audi” diyor gülerek. “Pahalı bir araba galiba… Kaç paradır?” “Arka plakanın solunda ne yazdığına bak” diyor. A7 yazıyor orada... Yine gülüyor: “800 bin liraya alırsın.”
Bu anlamsız gibi görünen konuşma neden anlatılıyor burada?
1.
İstanbul’da geleneksel olarak ‘muhafazakârların kalesi’ kabul edilen ilçelerden biri... Sabah saatleri… Bu bahsi geçen araba o ilçedeki AKP binasının önüne yanaşıp duruyor. Arka koltuğundan açık renkli bir elbise giymiş, kocaman güneş gözlükleri olan, 30’lu yaşların ortasında, kirli sakallı, tıknaz bir adam iniyor. Bir süredir, özellikle ‘yeni zenginler’ arasında çok tutan o kısa paçalı dar pantolonlardan giymiş. Erkenden sona eren pantolonu ve çıplak kıllı bileklerinin altında, çorapsız ayaklarını saran ayakkabısı dikkat çekiyor: Kendisine ihsan edilmiş boyundan pek memnun kalmamış olmalı ki neredeyse 6-7 santimlik bir platformla yükseltilmiş kunduralarıyla birlikte sona eriyor bu mühim kişi. Kostümünün bu haliyle, geçmişten bugüne fırlatılmış ve yolda da biraz dejenere olmuş bir Karagöz Hacivat figürü gibi. Parti binasının, kolunda kırmızı bir bant, başında siperlikli, beyaz naylondan bir kasket olan bekçisi eline sarılmak istiyor. Öpecek. Bekçi, ‘mühim kişi’den belki 10 yaş kadar büyük. İki telefonunu ve tespihi ayrı ellerde tuttuğu ve zaten memnun olmadığını anladığımız boyunu kısaltmamak için başını bile eğmekten çekinip göğsünü şişirerek bir yay gibi gerildiği için, elini öpmesine izin vermemekten çok, elinin tersiyle iter gibi engel oluyor bu jeste, ‘mühim kişi’... Utanç ve öfke karışımı duygulara yol açıyor bu sahne. ‘Mühim kişi’nin yakınındakiler, sahneyi gördüm mü diye bana bakıyorlar, biraz endişeli. Evet, gördüm.
2.
Cuma akşamı. Kandilli yönünden Üsküdar’a doğru giden yol. Gece saat 23.00 suları. Dar Boğaz yolunun deniz tarafında sıralanmış restoranlarda iftar yemekleri sona ermiş. Belli ki “Ramazan'ın son cuması” diye birçok bir organizasyon da yapılmış. Epey kalabalık. Belediye otobüs duraklarının önünde bile iki sıra park etmiş arabalar dikkat çekiyor. Bu kez markaları not ediyorum: Alfa Romeo, BMW, yine Audi… Hem o pahalı restoranlarda iftar edenlerin yolun ortasına iki sıra park etmeleri hem de yavaş yavaş evlerine dönmeye başlamaları nedeniyle trafik tıkanmış kalmış.
Elit iftarcıların yavaş yavaş terk etmeye başladığı restoranların ışıklı panolarından “CANLI FASIL İLE İFTAR” yazıları akıyor. Bazılarından dışarıya ‘gecenin konseptine uygun’ ney sesleri sızıyor hâlâ. Valeler, ellerindeki anahtar tomarlarıyla sağa sola koşuşturarak, giden müşterilerin arabalarını, sıkıştıkları park kalabalığının içinden çıkarıp tam restoranın kapısına getirmeye çalışıyor. Bu çaba trafiği daha da sıkıştırıyor.
Restoran kapılarında, genellikle yine kirli sakallı ve kısa paça pantolonlu erkeklerin yanında; parlak taşlarla tutturulmuş ipek türbanları ve yüksek topuklu ayaklarına kadar inen tesettür abiyeleriyle genç kadınlar bekliyor: Simli, güpür süslemeli, dantel ve fırfır detaylı, saks mavisi, somon rengi, hardal rengi, pudra rengi tesettür abiyeleri içinde, bakımlı kadınlar…
Trafiğe saplanıp kalmış belediye otobüslerinin, sarı dolmuşların, tek tük servis araçlarının içinden yorgun gözler bakıyor bu ‘ışıltılı’ kumaşlara.
Aynı anda, Kuleli, Kuzguncuk ve Paşakapısı’ndaki piknik alanları da boşalmakta... Kandilli, Vaniköy ve Çengelköy’ün lüks restoranlarındaki ‘A plus’ iftarlardan çıkan araçların arasına Doblolar karışıyor artık. Erkeklerde polyester kumaştan gömlekler, kadınlarda uzun pazen etekler ve az pamuklu feraceler var bu kez. İftar mekanlarıyla birlikte giysilerin de ‘sınıfı’ değişiyor.
Anadolu Hisarı’ndan Üsküdar’a ulaşmak, gecenin geç saatine rağmen 1 saatten fazla sürüyor. Kandilli-Vaniköy iftarcıları hususi otoparklarının otomatik kapısını açarken, piknik iftarcıları lodosun nemi basmış evlerine dönüyor; ‘Ramazanın son cuması’ idrak edilmiş olarak.
3.
İnanın hiçbir ayrıntı dramatize edilmiş değil. Eksiği var, fazlası yok. Bu kadar açık sınıf –ve tabii gündelik yaşam– farkına; üstelik bu farkın bu denli göz önünde olmasına rağmen, bu insanların önemli bir bölümü aynı ‘partiye’ oy verecek belki de...
Aralarında, çıkarcı bir dönüşümle eski ‘laik elit’in içinden gelenlerin de bulunduğu yeni İslami burjuvaziyle, çinko mangallardaki tavuk kanatların üstünde karton yelleyen kalabalıkları bir araya getiren şey klasik anlamda hâlâ bir ‘parti’ midir peki, gerçekten?
Onları, çıkarları birbirine bu kadar zıt, birinin varsıllığı ötekinin yoksulluğuna bu kadar muhtaç kalabalıkları bir araya getiren şey, aslında artık bir parti de değil; sinsi çıkarları ve yabancılaşmış bir tevekkülü aynı şeymiş gibi gösterme hünerine sahip yeni egemen ideoloji midir yoksa? Hâlâ gece yarısı trafik sıkıştırsa da, çözülmekte olan da odur belki… Kaçınılmaz olarak.