Bir konut alana vatandaşlık hakkı satanların, bir hane halkı dolusu seçmen kazandığı halde seçim kampanyasında muhalefeti işgalci olarak tanıttığı günlerdeyiz. Milli mücadele hatırasını ters yüz ederek bu toprakların insanlarını işgal karşısında birbirine kenetleyen Kuvayi Milliye ruhunu, partizanca, yurttaşı tebaaya dönüştürecek şekilde kullandı. Toplum psikolojisini yönlendirerek kurulan faşist yönetimler gibi uygulamalara İslam tercihinde de örnekler var. Muaviye’nin erkek deveye dişi deve diyecek on bin adamı vardı denilir örneğin. Yıllardır pek çok köşeye konu olduğu için tekrar etmeyeceğim bu hikayenin bize anlattığı şey bireyin özgür iradesini ipotek altına alan yöneticinin kitleleri istediği yöne kanalize edebileceğidir. İslam'a girmiş bireylerin özgür iradesini kullanarak adil şahitler olmakla yükümlü kılındığı ayetlerle sabit. Fakat bu Muaviye hikayesi İlahi emrin tersine çevrilmesini anlatır. Müslüman bilincin, hakikati bırakıp yönetenin çıkarını kutsayan tebaa haline nasıl dönüştüğünü görürüz. Aidiyet bilincinin hakikat bilgisini yok etmesi ve kutuplaştırıcı politikanın yarattığı körlükle özgür irade gider yerine teslimiyet gelir.
Benzerini bu seçim sürecinde gördük. Erdoğan sahte videolarla milyonlarca yurttaşı tebaa haline getirmeyi seçti. İzleten de izleyen de, söyleyen de dinleyen de sahtekarlığı biliyor ama hakikat kaygısı yerini parti çıkarına bıraktığı için tekrar etmeyi seçiyordu. Oysa Osmanlı tebaasından Cumhuriyet vatandaşı doğmasını sağlayan o Kuvayi Milliye ruhuydu. Padişah işgalcilere itaat emri vermiş, Şeyhülislam Dürrizade Yekta Efendi Hilafet ordusu lehine bildiriler yazmış fakat Anadolu insanı yurdunu savunmak için milli mücadeleye girişmiş, özgür iradesiyle teba olmaktan çıkmıştı. Ama tarih bilmezler, örneğin Binali Yıldırım, hakikati ters yüz ederek, muhalefeti işgalci göstermekten çekinmedi. Oysa Binali Yıldırım’ın her seçim döneminde ziyaret edip biat aldığı tarikat ve cemaatlerin, dershane dedikleri endoktrinasyon merkezlerinde en çok okutulan kitaplardan birisi milli mücadele karşıtı Dürrizade’nin Şerhi’dir. Onlar tarih bilmez ama biz onları biliriz.
Yakın tarihimizin gerçekleriyle şekillenmiş toplumsal hafızadan habersiz kitleler şimdi evin yanında promosyon gibi dağıtılan vatandaşlıklarla seçmen olarak oy kullanıyor, belki Binali Yıldırım’a da inanıyor. O toplumsal bilincin şekillenmesini sağlayan tarihi tecrübenin uzağındaki göçmenlere satılan vatandaşlık hakkı da biat kültürünün yaygınlaşmasına hizmet etmesi için kullanılıyor muhakkak. Daha bir hafta önce evin yanı sıra vatandaşlık satın almış Mısırlı bir aile, Cumhurbaşkanı seçiminin 2’nci turunda oy kullanmak için çaba harcıyor örneğin. Göçmenlere insani yardım ile vatandaşlık satmak arasında hiçbir ilişki yok, başta bunu böyle bir tespit edelim. Vatandaşlık hakkı insani yardım olarak dağıtılamaz. Buna insani yardım da denmez karşı çıkılması da ırkçılık filan değildir.
Egemenlik meselesidir. Aynı zamanda bugünün siyasi eğilimlerini şekillendiren sosyo-kültürel aşamaların, değişim ve dönüşümün bileşkesi olan toplumsal bilinç ve bilinçaltı meselesidir de. Satın alınmış vatandaşlıkla oy kullanan, kullanacak olan Mısırlı, Suriyeli, Ukraynalı, Rusyalı, Afgan, Afrikalı seçmenler için bu ülkede verilen demokrasi mücadelesi bir anlam ifade etmez. Toplumun, sandıkla sınırlı kalsa bile, demokrasiden asla vaz geçmeyiş nedenini anlamaları için birkaç nesil gerekir. Ama bugün eğilimlerini hiç bilmedikleri bu ülkenin seçiminde oy kullanma hakları var. Yarı buçuk da olsa demokrasisi nedeniyle geldikleri bu ülkede oylarını demokrasiyi güçlendirmek için kullanmaları ihtimali hayli düşük.
Halbuki bizler 2023 seçimlerini keder seçimi olarak nitelerken demokrasi ve otoriteryanizm arasında seçim olarak tanımladık. Ben de çok ciddi bir yol ayrımı, dönemeç olarak yazdım kaç kez. Haklıydık hepimiz ve ortaya çıkan Meclis aritmetiği kullanılan sıfatları pekiştirdi. Şimdi Hüda Par’lı Yeniden Refah'lı radikal dincilerin, Kürt-İslamcılarla Türk-İslamcıların kol kola çoğunluk sağladığı meclis, demokrasi ve insan hakları için başlı başına tehdit oluşturdu. Ve nisan ayında Medeni Yasa M.187, AYM kararıyla iptal edildiği için kadının soyadı konusunda yasal düzenlemeyi bu aşırı dinci, aşırı sağa kaymış ve yüzde 80’i erkek, üstelik cinsiyetçi meclis yapacak. Medeni Yasa'nın bu ülke tarihindeki önemini tersine çevirmeye azmetmiş olanların içinde bulunduğu meclisten kadınlar lehine bir karar beklenemez. Evet AYM eşitlik ilkesini gerekçe göstererek kadınların evlilik nedeniyle erkeğin soyadını ikinci soyadı olarak kullanması hükmünü iptal etti. Bu kadın eşitlik mücadelesinin uzun yıllar süren emeğinin karşılığıydı. Fakat zamanlama felaket boyutunda bir tehlike yarattı.
Medeni yasadaki kadın lehine hükümleri ‘ayıklamak’ isteyenlerin çoğunlukta olduğu meclise Medeni Yasa'da değişiklik yapma zorunluğu, körün istediği bir göz misali. Medeni Yasa'da değişiklik fırsatını, eşitlik fiyonguyla paketlenmiş hediye kabul ettiklerine şüphe yok. Fiyongu söküp attıklarında, kadın lehine bütün hükümleri ve laik hukukun gereği olan yasanın ruhunu yok etmek için şimdiden hazır bekliyorlar. İptal kararı 9 ay sonra yürürlüğe girecek. En geç 2024 Ocak'ta yapılmış olması gerekiyor. Kadın erkek eşitliğini geliştirmek için değil yok etmek için yapılacağından şüphemiz olmayan bu değişiklik belki Kasım ayında, bütçe maratonundan önce gerçekleşebilir. Kadın hakları ve laik hukuk büyük bir tehdit altında fakat bu tehdidi önlemenin bir yolu var.
Aşırı sağa kaymış dinci ve cinsiyetçi yasama organını dengeleyecek güç yürütme. Meclis çoğunluğuyla uyumlu bir yürütme şekillenirse ufuktaki tehlike gerçekleşir. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı olarak seçilirse yürütme erki yasama erkini frenler ve risk azalır. Demokratik denge denetleme mekanizmalarının bu ülkede kurulmasını seçmen oylarıyla fiiliyatta gerçekleştirebilir. İkinci turda oy tercihini yaparken başta Sinan Oğan seçmenleri olmak üzere herkesin hatırda tutması gereken en yakın mesele Medeni Kanun'u savunmak olmalı. Atatürkçü olmak gerekçesiyle diğer ittifaklara tepki gösterenler Atatürk’ün en önemli eseri Medeni Yasa'yı korumanın önemini biliyordur eminim. Ancak kadın gündemi ve kadın soyadıyla ilgili hükmün yakında yeniden yazılması gerektiği pek çoğunun gözünden kaçmış olabilir. Dikkatleri çekmekte fayda var: 28 Mayıs'ta verilecek oylar, Kasım veya Ocak'ta yazılacak Medeni Yasa'nın değişikliğini belirleyecek. Cumhurbaşkanı seçimini Kılıçdaroğlu kazanırsa yürütme erki, yasamanın eşitlik ve laik hukuk aleyhine kanun hükmü yazmasını fren işlevi görerek önler.
Bu durum yurttaşlık bilincini diri tutmak için sivil alanın laik hukuk ile düzenlenmesi demek. Nitekim bu ülkede laiklik ve sivil haklar aşındırıldığı ölçüde biat kültürü, yurttaşlık bilincinin yerine ikame edilme fırsatı bulur olmuştu. Bütün ayrıntıları ve detayları bir yana bırakıp bu ülkenin laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti niteliğini korumaya yönelmek gerekiyor. Tüm olumsuzluklara ve risklere karşın hala demokrasiyi korumamız tehlikeleri önlememiz mümkün.