İkizdere kadın direnişine selam olsun
Eli belinde kadının fotoğrafının önden çekilmiş videosunda da kadının nasıl meydan okuduğunu görmek mümkün. “Hiç de başka bir partiye oy kullanmamışım şu ellerim kırılsın" diyor...
Füsun Kayra*
'Eli belinde' kelime anlamı olarak Türk Dil Kurumu sözlüğünde sıfat olarak geçer ve ‘Kavgaya hazır olduğunu belirten (kimse)’ anlamındadır. Ayrıca Anadolu'da kilim ve halı motiflerinde de çokça geçen ‘eli belinde motifi’ dişiliğin sembolüdür. Yalnızca analığın ve doğurganlığın simgesi değil, aynı zamanda uğur, bereket, kısmet, mutluluk ve neşeyi de temsil etmektedir. Motifin kaynağını gene Anadolu’da bulmak mümkündür, semboller ile devamlılık gösteren mitler her şekilde karşımıza çıkar çünkü. Ana Tanrıça figürinlerini anımsatan şekliyle eli belinde motifi, aslında her karışında kadim dişinin izlerine rastladığımız bu topraklarda, Ana Tanrıça kültünün simgesi gibidir. Ana Tanrıçalar, eceler, savaşçı, şifa dağıtan, inanç bekçileri kadınların var olduğu toprakların üzerindeyiz ne de olsa..
Ve biz Kibele'den beri biliyoruz ki, mitlerde, söylencelerde halen yaşatılan Tanrıça kültü, geleneksel dişi rolünün epey dışında aslında. Bu kadim dişiye 'ana' diye seslenilmesine rağmen yanında çocuk ile betimlendiği ender. Doğurgan, bereket simgesinden daha çok, yabanıl olan, dağlar ve vahşi doğayla güçlü bağlar kuruyor. Hatta doğaya hakim bir dağ tanrıçasından çok doğanın, dağın kendisidir demek bile mümkün. Bu haliyle ana tanrıçanın kökleri Anadolu halk geleneğinin derinine işlemiş, devletlerden daha uzun yaşamış, Anadolu halkı üzerindeki güçlü etkisini de sürdürmüş ayrıca.
Gelelim Rize İkizderede son bir haftadır süren direnişin simgesi haline gelen fotoğraftaki Karadenizli köylü kadınının kendinden emin, elinde sopası ile asalı bir tanrıça kültü gibi yukarıdan jandarma ordusuna meydan okuyarak bakışına. Fotoğraf arkadan çekildiği için yüzü dahi görünmeyen kadının duruşundaki kararlılıktan, o keskin bakışı fotoğraftan çıkarmak evet mümkün... Tam da kavgaya hazır olduğunu betimler bir halde durmakta çünkü. Ve evet vahşi doğanın içinde uçurumun kenarında, oraların sahibi gibi davranan devlet erkine ve bu erkten nemalanan Cengiz Holding’e karşı dimdik ayakta vakur bir şekilde durması, oradaki doğanın bir parçası olduğunu bilmesinden ileri gelse gerek. Kadınlar o yüzden de direnişin en önündeler, çünkü hepsinde, kolektif toplumsal bilincin ve tarihsel birikimin kadınlara sunduğu, bu kadim dişi bilgi saklı. Ve biliyoruz ki bilgi insanı güçlü kılar, kadim dişi bilgi kadına ne olduğunu söylemek için orada durur. Kadının değişip, dönüşmesine, eril akılla düşünmek zorunda kalmamasına olanak sağlar ve kadını güçlü kılar, güçlendirir.
Kadınlar kendilerini doğaya karşı değil doğanın içinde görüyorlar. Bunu bilmezlere cesaretle meydan okumaları da ondan. Tam da bu doğayı ötekileştirmeden bir olma hali, karşılıklı bağlılık hali hakim kılındıkça da aslında, doğayı ele geçirmeye yönelik rant saplantılı erkin de ortadan kalkması mümkün kılınabilecek belki bir umut.
Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabını bilmeyeniniz yoktur, çok satan bu popüler kitabın alt başlığı; ‘Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler’dir. Kadınların ekolojik mücadelelerde kendiliğinden en ön saflarda var olma halleri, içlerindeki o doğalın, yabanılın sesine kulak vermeleridir. Bu sezgisel bir yeti ama duygusal değil, keza doğayla kadın arasında kurulmaya çalışan duygusal bağ, toplumsal cinsiyet kalıplarından türetilmiş olarak epey zorlamada duruyor çoğu kez... Dönelim kitaba, öyle söylencelerimiz, mitlerimiz var ki bu topraklarda önce onları bulup çıkartmak, taçlandırmak boynumuzun borcu olsun. Ve gerçekten kurtlarla koşacak kadar cesur ve yabanıl olan ile psişik ortak özellikler gösteren kadınları görmek istiyorsak eğer, ülkenin dört bir yanındaki eko kırıma karşı, ekoloji mücadelesi veren hareketlerin içinde, en önde duran kadınlara bakmak yeterli olacaktır, eli belinde kavgaya hazır kadınlara...
Bir eko kırıma dönüşmesin diye Rize İkizdere'de son 1 aydır verilen mücadele, vadi içinde açılması planlanan taş ocağına karşı sürdürülen eylemlilik, şirketin çalışmalara başlamak için iş makineleri ile vadiye gelmesi ve vadiye girişleri kolluk kuvvetlerinin barikatı ile kapaması sonucunda, başta kadınlar olmak üzere pes etmeyen yöre halkı ile esaslı bir direnişe dönüştü. Son bir haftadır kolluk kuvvetlerinin uyguladığı şiddetin dozu katlanarak artmasına rağmen direnenler yılgınlığa kapılıyor mu peki, hayır. Yollar kapanmış, dağ, gök jandarma dolmuş, Yarbaydan üsteğmene, birkaç subay ve çok sayıda astsubay her çeşit rütbeye rastlamak mümkün... Onlarca uzman çavuş kalkanlarıyla iş makinesinin önünde, geçit verilmez olunmuş vadiye. Bu durdurur mu peki en başta direnen kadınları? Asla. Kadınlar gene dağlardan, patikalardan, kayalıklardan inerek vadiye geldiler. Yol çalışması yapan şirket çalışanları ile kadınlar da en önde o yoldalar, jandarma barikatı da hemen diplerinde. Görseniz devletin en yüksek mevkiisini koruyorlar sanki... Oysa koruduğu beş beleşçi şirketten birisi, devletten en fazla ihaleleri kapan Cengiz Holding, ama belli ki devlet kadar güçlenmiş, ne isterlerse kolluk kuvvetinin desteği de arkalarında yapabileceklerini zannediyorlar.
Buna da şaşmamak lazım keza Cengiz İnşaat, davet usulü ile 2020 yılının temmuz ayında yapılan ihaleyi Kolin İnşaat, Çelikler İnşaat gibi şirketleri dahi geride bırakarak alıyor. AKP’nin Cengiz İnşaat'a verdiği destek adrese teslim ihaleyle sınırlı da kalmıyor. İyidere’deki lojistik merkez ve liman yapımında kullanılacak bazaltların çıkarılacağı taş ocağı için, Erdoğan bir kez daha devreye giriyor. Hızla Rize İyidere Lojistik Limanı İnşaatı Projesi kapsamında deniz dolgusunda kullanılacak hammaddenin temini için ihtiyaç duyulan taş ocağı ile bağlantı yoluna isabet eden bazı taşınmazlar kamulaştırılıyor. Ve bu acele kamulaştırılma kararı 20 Mart 2020 tarihinde yayımlanan Resmî Gazete’de Erdoğan’ın imzası ile açıklanıyor tabii ki.
Aslında tam da bu noktada düşünmek lazım, iki yıldır şirketlerin gözünü diktiği Cevizlik ve Gürdere köylerinin tam ortasındaki ormanlık bu alanı ve içinden geçen İşkence deresini yağmalatmak istemeyen, yaşama alanlarını, topraklarını, ağaçlarını, suyunu koruyan, ekmeğinin, geçiminin derdinde olan bu kadınlar, köylüler devlete bir Cengiz Holding kadar yakın olamıyorlar. Halbuki yerel halklar ve hatta iktidarı oylarıyla meclise, başkanlığa taşıdılar. Ama şimdi sesleri, feryatları duyulmuyor Beştepe'nin koridorlarında. Rize'nin ileri gelenlerinin ricası da sonuç vermemiş söylenen o ki... Jandarmanın önünde eğimli toprak zeminde zorlukla oturan ama direnmeye devam eden kadın da aynısını söylüyor, Beştepe'nin başındaki için ‘Ve bizi duysun bu adam, sağır oldu maşallah, en küçük şeyleri duyan adam sağır oldu’ derken, sağır sultan duydu İkizdere'yi ama devlet erkanı duymadı demek istiyor bir yandan da..
Bu kendiliğinden gelişen mücadele süreçleri, gönüllülük esasıyla yürütülen eylemlilik hali, uğranılan şiddet, darp, baskı aslında başta kadınlar olmak üzere yöre insanını da değiştirecek, dönüştürecek biz bunu pek çok ekoloji mücadelesinden biliyoruz, iki yıldır jeotermale direnen Kızılcaköy'deki dönüşümler ortada işte. Önemli olan belki de ülke olarak içinden geçtiğimiz yönetilememe krizinin sonucu olan bu zorlu süreçte, hep birlikte bu dönüşümü mücadele edenler olarak dayanışmayla kurmak. Her yer İkizdere olmalı evet, mücadelenin en önündeki kadınlar, yaşama alanlarını savundukları haklı mücadelelerinde, ülkenin bütün kadın hareketleri tarafından da desteklenmeli, evet. Yaşama alanımız olmadığında yaşama hakkımız da tükenecek çünkü, bunu tersinden de okuduğumuzda çıkarımı gene kendini doğrular, ne demiştik İstanbul Sözleşmesi kararını geri çek protestolarında ekoloji mücadelesindeki kadınlar olarak; "yaşama hakkımızı da yaşama alanımızı da birlikte savunuyoruz". Yaşam hakkımızı koruyan İstanbul Sözleşmesi de, toprağımız, suyumuz, havamız yaşam alanlarımız da bizimdir. İklim krizinin, küresel ısınmanın bizi sürüklediği gerçeklik içinde kaybedecek bir damla suyumuz, bir avuç toprağımız, bir nefeslik havamız dahi yok.
O yüzden ekoloji mücadelesi, içinde yaşadığımız koskoca coğrafyanın kaderini de, mücadele içinde dönüşen kendi kaderimizin de belirleyicisi olacak. Kadınların kendi kaderini tayin etme hakkı bu topraklarda hep ellerinden alınmaya çalışıldı. Kadınlar bu hakkı canları pahasına geri almak için çok bedeller ödediler gene bu topraklarda, ödemeye de devam ediyorlar. Şimdi görüyoruz ki canları pahasına aynı bedeli coğrafyaları, yaşam alanları için de ödemeye hazırlar. Mücadelelerin en önünde seslerini yükselte yükselte geliyorlar. İsyandalar, öfkeliler, öfkeleri haklılıklarından. O yüzden ne iktidarla iş birliği yapanlara benziyorlar, ne de korka çekine sesini çıkartmayanlara. Çünkü biliyorlar ki yaşam alanlarını kaybettiklerinde, doğayla aralarında kurdukları bağı da kaybedecekler. Ki o yaşamsal bağ; var oluşlarının, yeryüzünde yaşayan bir canlı olarak, tüm bu yaşayan organizma ağının bir parçası olduklarının da kanıtı aslında. Vadide direnen kadın da bu hayati bağın farkında ’Bizim burada hayat biter bu taş ocağının burada olmaması lazım’ derken. Kadınlar yok sayıldıkları, ötekileştirildikleri tarihsel sürecin karşısında çoktandır ayaktalar ve savaşıyorlar. Toplumsal cinsiyetleri dolayısıyla maruz kaldıkları baskıya karşı ayağa kalkıp, hem yaşam alanlarını hem de söz söyleme, yaşamda var olma haklarını savunuyorlar. Çünkü ekolojik sorunların kadın sorunları haline geldiği bir dönemden geçiyoruz. Kadınlar, kuraklık, kıtlık, çevresel yıkımların birebir mağduru olmakla kalmayıp aynı zamanda toplumsal cinsiyet kalıplarının yüklediği sorumlulukları da almak zorunda kaldıklarından, bu mağduriyetten kat be kat daha fazla etkileniyorlar.
Ekoloji mücadelesinde kadınlar o iş makinelerinin önünde duruyorlarsa, kolluk kuvvetlerinin barikatının tam da önünde oturuyorlarsa, gece gündüz dağ başlarında, ormanlarda nöbet tutuyorlarsa, kararlılıkla mücadeleye devam ediyorlarsa, binyıllardır maruz bırakıldıkları eril tahakküm ve hiyerarşiye karşı var olmak için inatla mücadele etmek zorunda kaldıklarındandır bu da böyle biline.
* Ekoloji Birliği Kadın Meclisi Eş Sözcüsü