31 Mart’ta hem Özgür Özel için hem CHP için hem de Türkiye siyaseti için iklim değişti. Özgür Özel 31 Mart’tan sonra genel başkanlık koltuğuna oturdu. CHP 31 Mart’tan sonra ilk defa birinci parti oldu. Post-Erdoğan dönemi 31 Mart’tan sonra daha fazla konuşulacak, ele alınacak.
Bu seçimlerin CHP yönetimi için sıradan bir “yerel yönetim” seçimi olmadığı ayan beyan ortadaydı: Özgür Özel 5 Kasım 2023’teki 38. Olağan Kurultay’da CHP Genel Başkanı seçildi; 31 Mart yerel seçimleri sonrasında da koltuğa oturmaya hak kazandı. Başta yeni genel başkan olmak üzere tüm CHP yönetiminin istikbali bu seçime özellikle de İstanbul ve Ankara seçimlerine bağlıydı.
Türkiye’nin tamamındaki muhtarlıkları ve belediye başkanlıklarını kazanacak olsalar bile İstanbul ve Ankara’yı kaybedecek bir Özgür Özel CHP’sinin koltuklarında oturmaları neredeyse imkânsız olacaktı. Kılıçlar çekilip huruç alessultan edilecek, mübalağa cenk olunacak, Özgür Özel ha’l edilecek -tıpkı zamanın behrinde Deniz Baykal’a yapıldığı gibi- Kılıçdaroğlu yeniden makam-ı saltanata oturtulacaktı.
Biraz malumatfuruşluk yapayım. Artık kusura bakmayın, serde hocalık işte. Her neyse, Sosyaldemokrat Halkçı Parti- CHP birleşmesi, 1995 seçimlerinin hemen öncesinde 18 Şubat 1995'te gerçekleşmiş, SHP tarihe intikal ederken yeni CHP, 29 Aralık 1995 seçimlerinde oyların yüzde 10,71’ni alarak kıl payı barajı aşmış ve parlamentoda 49 sandalye elde etmiştir. Partinin eski genel başkanı Bülent Ecevit Demokratik Sol Parti içinde siyasete devam etmektedir (1995 seçimlerinde DSP de oyların yüzde 14.64’ini alarak 76 sandalye kazanmıştı) ve CHP’nin başında eski Maliye ve Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlarından, Mekteb-i Mülkiye eski hocası Doç. Dr. Deniz Baykal bulunmaktadır. 1999 seçimlerine gelindiğinde ise CHP oyların sadece yüzde 8,71’ini alarak barajı geçemez. Bu, partinin kurulduğu günlerden o güne (partinin kapatıldığı dönemde yapılan 1983, 1987 ve 1991 seçimlerini saymazsak) ilk defa parlamento dışında kalması anlamına gelmektedir.
Deniz Baykal görevinden istifa eder. 9. Olağanüstü Kurultay da 22 Mayıs 1999’da toplanır. Genel Başkanlık seçimlerine 5 aday katılır: Altan Öymen, Hasan Fehmi Güneş, Murat Karayalçın, Ertuğrul Günay ve Hurşit Güneş. Üçüncü turda Öymen 521 oy ile genel başkan seçilir.
Takriben bir yıl geçer, geçmez; CHP celalîsi baş kaldırır. 30 Eylül 2000’de toplanan 11. Olağanüstü Kurultay’da Altan Öymen genel başkanlıktan h’al edilir ve Deniz Baykal yeniden genel başkanlığa seçilir. İşte eğer İstanbul ve Ankara’da İmamoğlu ve Yavaş tekrar seçilemeseydi üç aşağı beş yukarı 2000’lerin başında olanlar tekrar olacak, muhtemeldir ki Özgür Özel de bir “İkinci Altan Öymen” olarak anılacaktı.
CHP seçimlerden başarıyla çıktı. Özel de “İkinci Altan Öymen” değil “İkinci Bülent Ecevit” olarak anılmaya başlandı bile. Seçimlerde başarısız olsaydı kuvvetle muhtemel Altan Öymen gibi alaşağı edilecek olan genel başkan, 31 Mart’ta elde ettiği başarıyla Bülent Ecevit’in 1977 Yerel seçimlerdeki başarısıyla kıyaslanmaya başladı.
Hiç eğip bükmeye gerek yok: 31 Mart seçimleri Özgür Özel’in siyasi kariyerinde olduğu kadar CHP tarihinde bir dönüm noktası (tıpkı 1983’te ANAP iktidarı sonrası gibi, tıpkı 1991 seçimleri sonrası kurulan DYP-SHP koalisyonu sonrası gibi, tıpkı 2002 seçimleri sonrası kurulan Abdullah Gül hükümeti sonrası gibi) olarak anılacak.
CHP için 31 Mart seçimleri, 1977 yerel seçimlerinde elde ettiği türden başarıya imza attığı, uzun süredir sıkışıp kaldığı yüzde 25’lik cam tavanı kırdığı, “CHP asla buralarda başarılı olamaz!” denilen yerlerde bile belediye başkanlıkları kazandığı bir seçim oldu.
5 Mayıs 1972’deki 5. Olağanüstü Kurultay’da İsmet İnönü’nün istifasından hemen sonra toplanan Genel Başkanlık Seçimi Özel Kurultayı’nda (14 Mayıs 1972) Genel Başkanlık koltuğuna oturan Ecevit, bir yıl sonra (9 Aralık 1973) yapılan yerel yönetim seçimlerinde partisinin oylarını yaklaşık 10 puan artırarak yüzde 37,4’e çıkarmıştı. Ecevit bu başarısını 1977 yerel seçimlerinde biraz daha yukarı taşıdı ve 12 Eylül Darbesi öncesindeki bu son yerel seçimde oylarını yüzde 41,8’ye çıkardı. Bu tarihten sonra CHP ilk defa 1999 seçimlerine katılabilecek ve Deniz Baykal liderliğindeki CHP bu yerel seçimlerde oyların yüzde 11,1’ini alacaktı. Daha sonraki yıllarda AKP iktidarı altında yapılan tüm yerel seçimlerde AKP’nin gerisindeki ikinci parti olacaktı. 2019 seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere önemli sayıda büyükşehir belediyesini kazansa da, CHP, bu seçimlerde de AKP’nin (yüzde 42,72 ) ardından ikinci sıraya (yüzde 28,57 )yerleşecekti. 31 Mart seçimlerinde CHP 2019 seçimlerinde kazandığı büyükşehirlere ilave olarak 3 yeni büyükşehir, 11 yeni il ve 140 civarında yeni ilçe elde etti. Oylarını artırarak (yüzde 37,77) AKP’yi (yüzde 35,49) geçmeyi de başardı.
31 Mart seçimleri sonrasında Post-Erdoğan dönemi artık daha yüksek sesle düşünülmeye, planlanmaya, konuşulmaya başlanacak. Post-Erdoğan dönemi dediğimiz dönüşüm ne zaman kuvveden fiile geçecek, nasıl geçecek şu an için bir şey söylemek zorsa da, er ya da geç bu dönüşüm yaşandığında bu sürecin 31 Mart 2024 seçimleri sonrası şekillenmeye başladığını yazacağız.
İlk olarak şu noktanın altını çizmek isterim ki adına “post-Erdoğan” desek de meselenin sadece “Erdoğan’ın iktidardan uzaklaşmasına” indirgenmemesi gerekmektedir. Post-Erdoğan dönemi iki temel dönüşümü içerecek gibi görünüyor: bu dönem ilk olarak Türkiye siyasetindeki otoriterleşme eğiliminin demokratikleşmeye doğru dümen kıracağı; parlamenter sistem, sivil anayasa, demokratikleşme, Avrupa Birliği ile uyum ve entegrasyon gibi başlıkların tartışılacağı bir dönem olacak. Bu yazıda buna hiç girmeyeceğim.
Post-Erdoğan dönemi olarak adlandırdığım ve ileride 31 Mart seçimlerini milat alarak tartışacağımız ikinci başlık ise bir kuşağın dönüşümü olacak. Bu dönüşüm 5 Kasım 2023’te Kurultay’da görevini bırakan Kılıçdaroğlu ile başladı. Kılıçdaroğlu (1948) 75 yaşında.
31 Mart seçimlerinde Yeniden Refah Partisi’nin Saadet Partisi’ne rağmen nasıl olup da AKP’den kaçan oyları kendisine yönlendirebildiğini tartışırken birçok faktörden bahsetmek mümkündür ama bu faktörlerden biri de Temel Karamollaoğlu (1941) ile Muhammed Ali Fatih Erbakan (1979) arasındaki kuşak farkıdır. Siyasi-intihar ederek ölmeyi tercih eden 67 yaşındaki Meral Akşener (1956) de eski kuşağın en gençlerinden. Tayyip Bey (1954) Meral Hanım’dan iki yaş büyük. Kılıçdaroğlu ile Devlet Bey zaten sınıf arkadaşları, Bahçeli de 1948 doğumlu. Politik olarak varlıkları ve yoklukları pek de önemli olmayan Gültekin Uysal (1976), Ali Babacan (1967) ve Ahmet Davutoğlu (1959) ve Doğu Perinçek (1942) isimlerini değerlendirmeye bile almayı düşünmedim.
İşte post-Erdoğan dönemi dediğimiz dönüşümün bir ayağı demokratikleşme vb. ise ikinci ayağı da bu kuşak dönemi olacak ve bunu tartışırken de yine milat olarak 31 Mart seçimlerini alacağız. Bundan sonraki seçimin (teorik olarak) 4 yıl sonra (2028) yapılacağını düşünürsek o döneme geldiğimizde artık siyasette yukarıda saydığımız isimleri değil 31 Mart’ta koltuğa oturan Özgür Özel’i (1974), Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacağına kesin gözüyle bakılan Ekrem İmamoğlu’nu (1971) cezaevinde bile politik gündemi etkileyebilen Selahattin Demirtaş’ı (1973) ve günden güne popülaritesi artan Erkan Baş’ı (1979) konuşacağımızı rahatlıkla söyleyebiliriz.
31 Mart seçimleri işte bu dönüşümü konuşurken de bizim için bir mihenk taşı olacak. Seçimleri konuşmaya devam edeceğiz.