İklim krizi, ondan en az sorumlu olanların haklarını yok ediyor

BM, temel özgürlüklere yönelik en büyük tehdide karşı dünyayı harekete geçirmek için ivedilikle iklim değişikliği ve insan hakları alanında özel bir raportör atamalı.

Abone ol

Patrick Verkooijen ve AK Abdul Momen

İklimsel çöküş, insan haklarını artık alay konusu haline getiriyor. Önce her birimizin en temel haklarıyla başlayalım: Yaşam, özgürlük ve güvenlik hakkı. Yaşam süremiz içinde havaya bağlı felaketlerin beş kat artması sonucunda iki milyon insan öldü. Ve bu ölümlerin yüzde 90’ının küresel ısınmaya en az katkıda bulunan gelişmekte olan ülkelerde yaşandığı göz önünde bulundurulduğunda, iklim krizi aynı zamanda BM İnsan Hakları Bildirgesi’nin ve çok sayıda ulusal anayasanın öne sürdüğü üzere tüm insanların eşit doğduğu fikrini alay konusu haline getiriyor.

Ardından, çalışma, eğitim, mülk sahibi olma hakkı gibi diğer temel özgürlükleri gözden geçirelim. Bunlar da iklimsel bozulmadan zarar görüyorlar. BM Mülteci Ajansı UNHCR, her yıl iklim değişikliğiyle bağlantılı felaketler sebebiyle 21,5 milyon insanın yaşadığı yerden ayrılmak zorunda kaldığını tahmin ediyor; bu sayı, çatışma veya şiddetten kaçmak zorunda kalan insanların sayısının iki katından fazla.

KRİZ TÜM İLERLEMELERE ZARAR VERİYOR

Deniz seviyelerindeki mevcut yükseliş kontrol altına alınmadan şimdiki gibi devam ederse, çoğumuzun değerini bilmediği bu haklar -mesela ulus olma hakkı-, yakında ada ülkelerinin vatandaşlarınca yitirilebilir.

İklim krizi insani ilerleme alanında bizi geriye götürüyor. İklimle ilişkili tehlikelere yüksek düzeyde maruz kalan ülkelerde 2 milyarı aşkın sayıda insan yaşıyor. Bir afet gerçekleştiğinde toparlanma kapasiteleri ise sınırlı. Ve afetlerden etkilenen kişiler mülteciler ve yerinden edilmiş topluluklar olduğunda, yarattığı etki yalnızca yürek burkucu oluyor. Bu yaz Bangladeş’te bulunan Rohingyalı mültecilerin kamplarını sel ve heyelanlar vurduğunda, binlerce insan tekrar her şeyini yitirme ve bir kez daha yerinden edilme kâbusunu yaşadı.

Artık iklimle ilgili krizin insan hakları üzerindeki olumsuz etkisine dikkat çekme vaktinin geldiğini düşünüyoruz. Kulağa her şey ortada gibi gelebilir ama öyle değil. İklim mültecileri gerçekliğine bir göz atalım. Şu anda ne onlar, ne çevresel nedenlerle göçenler ne de yerinden olan insanlar 1951 BM Mülteciler Sözleşmesi tarafından tanınmakta. Uluslararası insan hakları hukuku kapsamında sunulan en düşük korumaya bile sahip değiller. Bunun değişmesi gerekiyor.

Yaşadığımız iklimsel acil durum sırasında yetişkin hale gelecek olan genç kuşakların ve henüz doğmamış olanların haklarına da bir göz atalım. Greta Thunberg’in bizlere anımsattığı üzere, iklim çöküşüne karşı harekete geçemememiz yüzünden temel insan haklarından mahrum bırakılmaları mı gerekiyor?

MAHKEMELER BU SORUNU ÇÖZMEYE YETMİYOR

İklim mültecilerinin, gençlerin ve gelecek kuşakların hakları artık mahkemeler aracılığıyla bir testten geçiyor. İklimle ilgili davalar çoğalıyor. Yapılan son bir hesaba göre, dünya genelindeki zengin ya da fakir olan düzinelerce ülkede, 1800’ün üstünde dava sürmekte.

Hollanda Yüksek Mahkemesi, hem hükümetin hem de Royal Dutch Shell şirketinin emisyon kesintisi yapmasını zorunlu hale getirdi. AB, Kenya ve Fiji’de yaşayan aileler, daha sıkı iklim değişikliği azaltma hedeflerini yürürlüğe koyması amacıyla Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi’ne karşı mahkemeye gidiyorlar. Pakistan’da yüksek mahkeme, kararında, özellikle de iklim değişikliğini ve doğmamış kuşakların haklarını gerekçe göstererek, Pencap’ta kuraklık yaşayan bölgelerin daha fazla endüstriyel kalkınmaya karşı korunması hakkını onayladı.

Yargıç Syed Mansoor Ali Şah, dava özetinde “Mevcut trajedi, gelecek kuşakların, şu anda kendilerine ait mirasın yağmalanmasına karşı çıkmak için burada olmamalarıdır. Bu mahkeme, vereceği kararların bu ülkenin gelecek kuşaklarının haklarına da hükmettiğine dikkat etmelidir” diyor.

Buna karşın davalar, insan haklarını uygulatmak için kullanılan yavaş ve parçalı bir yol. Daha da önemli olan şey şu ki, hukuk sistemi zayıf olan ya da insan haklarına saygı duyulmayan ülkelerde hiçbir işe yaramıyorlar. İklimsel acil duruma karşı verilen mücadeleyi her defasında bir dava aracılığıyla kazanamayız.

ACİLEN BİR RAPORTÖR ATANMALI

Bu, Küresel Uyum Merkezi’nin desteklediği iklimsel çöküşün ön saflarında yer alan 48 ülkenin oluşturduğu bir grup olan İklime Karşı Savunmasız Olanlar Forumu’nun (CVF), BM’nin iklim değişikliği ve insan hakları alanında yeni bir özel raportör atanması için hazırladığı önergeyi 2019 yılından beridir desteklemesinin nedenlerinden yalnızca biri. Görevi insan haklarını korumak olan BM İnsan Hakları Konseyi’nden bu yeni pozisyonu hayata geçirmesini istiyoruz.

Şili’nin eski devlet başkanı ve şu anki İnsan Hakları Yüksek Komiseri olan Michelle Bachelet, daha bu ay, iklim değişikliği, çevre kirliliği ve doğal yaşam kaybının oluşturduğu “üçlü gezegen krizini”, “yaşadığımız çağda insan haklarına yönelik en büyük tehdit” olduğunu dile getirdi. Biz de aynı fikirdeyiz ve bu yüzden insan haklarına yönelik iklim kaynaklı tehditlerin BM bünyesinde daha yüksek bir önceliği hak ettiğini düşünüyoruz.

Yeni özel raportörün insanları iklim krizinin en olumsuz etkilerinden koruma yetkisi olacak. Zor bir işle yüz yüze olacak. Deniz seviyeleri yükseliyor, deniz buzları azalıyor, buzullar eriyor ve yağış sistemleri daha da öngörülemez bir hale geldi. Aşırı hava olayları daha sık ve daha yoğun bir hale geliyor. UNHCR, 2050 yılına kadar iklim kaynaklı mültecilerin ve yerlerinden olan insanların sayısının yıllık 200 milyon kişiye ulaşabileceğini öngörüyor ve bu sayı, bugünkünün neredeyse iki katına karşılık geliyor.

Özel raportör, iklimsel değişikliğin insan hakları üzerinde yarattığı etkilere ilk elden tanık olma, iklim felaketlerinden etkilenen ülkelere ziyarette bulunma ve BM kuruluşları ailesi ve daha geniş kamusal alan genelinde eylemleri yürürlüğe koyma görevini üstlenecek.

OYALANACAK ZAMANIMIZ KALMADI

Boşa harcanacak zaman kalmadı. İklimsel çöküş karşısında savunmasız olan insanları destekleme eylemini ne kadar uzun süre ertelersek, neticelerinin de o kadar kötü olması muhtemel görünüyor; bu durum da yanıtları daha içinden çıkılmaz ve maliyetli hale getiriyor. BM’nin önde gelen bilim insanları geçtiğimiz ağustos ayında, emisyonları kontrol altına almayı başarsak dahi, hâlihazırda atmosferde tutulan sera gazları yüzünden hâlâ onlarca yıl sürecek bir iklimsel bozulmayla karşı karşıya olduğumuz hususunda uyarıda bulundular.

BM’nin iklim ve insan hakları alanında özel bir elçi atama kararı çoktan gecikti. Şu anda oturumda olan BM İnsan Hakları Konseyi şimdi bu kararı alabilir. CVF, ‘Cop26’ için hazırladığı manifestoda tam da bu çağrıda bulundu. Konsey bunu yaparak, BM’ye bağlı kuruluşların gezegenimizin geleceğinin bağlı olduğu Glasgow zirvesi için acilen ihtiyaç duyulan bir motivasyon olan belirleyici iklim önlemlerini alabileceğini gözler önüne serecek. Bu adım aynı zamanda uluslararası toplumun iklimsel acil durumunun insan haklarına zarar vermesini engellemeye hazır olduğunun en güçlü işareti olacak. Bunu içtenlikle umut ediyoruz.

*Patrick Verkooijen, Küresel Uyum Merkezi'nin CEO’sudur. AK Abdul Momen, İklime Karşı Savunmasız Olanlar Forumu’na başkanlık eden Bangladeş Dışişleri Bakanı’dır.

Yazının orijinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)