İKSV Tiyatro Festivali'nden: Hekabe Hekabe Değil, Macbeth, III. Richard

III.Richard'da özellikle son sahnenin ve o tiradın, çok çekici sahne ve ışık düzeni eşliğinde, zaten şahane oyunculukla Shakespeare’in dilinde söylenmesinden çok etkilendim.

Abone ol

28. yılına ulaşan İKSV Tiyatro Festivali’nde üç yabancı tiyatronun oyununda üç klasik eseri çağdaş yorumlarıyla izledim. Fransa’dan, Almanya’dan ve Sırbistan’dan, ülkelerinin en önemli tiyatrolarının İstanbul’a gelmiş olmaları şansını yakaladım yani.

Fransız “ikonu” Comédie Française’den Euripides’in Hekabe, Hekabe Değil’ini günümüzdeki sorunlarla iç içe geçirilmiş anne-çocuk metaforu üzerinden yorumlamış ünlü yönetmen T. Rodrigues. Annelik irdelemesi başta olmak üzere otizm, ucuz işçi, göçmen işçi, liyakatsizlik, bencillik, devletin sorumsuzluğu, niteliksiz ama ayrıcalıklı politikacı ve yargının gevşekliği sergilenirken; M.Ö. 12 veya 13. yüzyılda Truva Savaşı’ndaki Kraliçe ile günümüzdeki oyuncu Nadia arasında bir kadın/anne olarak mücadele, çaresizlik ve hayal kırıklığı bağlamında çok ince ama etkileyici bir paralellik kuruluyor. Ünlü oyuncu Elsa Lepoivre bu iki anneyi kusursuz bir elbise gibi üzerine giyerken, yönetmen göze sokmadan problematiğini sahneye başarıyla yayıyor. 120 dakika boyunca, saptayabildiğim kadarıyla hiçbir oyuncu sahneden çıkmadı. Hatta sahneye oyun başlamadan çıktıklarını da düşünürsek, çok ciddi ve Comédie Française’e yaraşan bir performans. Ama en önemlisi, hiçbir seyirci de salondan çıkmadı. Çünkü, kanımca, büyük yükselişler içermeyen, koyu kıyafetlerle ve az dekorla derin toplumsal eleştirileri gayet yalınlıkla birleştirebilen oyuncular ile belli ki çok kaynaşmış yönetmen; ünün tesadüfen olmadığını, aslında bir Fransız estetik ve düşünce tarzı üzerinden çok iyi gösterdi seyirciye.

Hekabe, Hekabe Değil

Buna mukabil, 100 dakikalık Macbeth yorumunda Sırbistan Ulusal Tiyatrosu için aynı şeyleri söylemem mümkün değil. Belgrad Tiyatro Festivali’nin direktörü N. Milijoviç, ülkesinin çok ünlü ve ödüllü yönetmeni, izleyicinin yarısını oyunun sonuna kadar salonda tutamayan bir performansla karşımızdaydı. Bunda Sırpça oyunda çevirilerin aksamasının payı da olsa, rüya üzerinden gerçekleştirilen reji; gölge oyunundan abartılı kıyafetlere, canlı ve İngilizce müziklerden çeşitli dillerdeki yabancılaştırma çabalarına, sembollerden koreografiye rağmen renkli ama sıkıcı olmayı aşamadı.

Macbeth

Gelelim bu yılki Festival’in en beklenen oyununa. Schaubühne Berlin, orijinal metni bambaşka bir rejiyle sahnelerken; üstelik ortalarda temponun kısmen düşmesine rağmen 150 dakika boyunca tüm seyirciyi ilgiyle salonda tutmayı başardı. Psikolojide A. Adler’in çok net teorileştirildiği aşağılık kompleksinin yarattığı hırs veya daha bilinen W. Reich’ın “küçük adam” tespitleri, W. Shakespeare klasiği III.Richard’da psikolojiye konu olmadan piyese konu olmuş bir durum. Zaten Shakespeare bunu çok yapmış biliyoruz: Oidipus’dan Elektra’ya, bir önceki oyunun rejisinde yer almasa da, Macbeth’e bir erken psikolog!  Kötülüğü böyle açıklayabilsek de, o kötülüğün kitleler nezdindeki çekiciliğini hatta sevimliliğini, bir günümüz sorunu olarak da, çok başarıyla ortaya çıkarmış oyuncu Lars Eidinger. Tabii ki seyirciyi bir klasik üzerinden böyle bir yüzleşmeye maruz bırakmak usta yönetmen T. Ostermeier’in rejisi sayesinde ama oyuncuyla çok başarıyla buluşmuş. Öte yandan, iktidar seçkinlerinin kötülükle/kötüyle işbirliği ve iktidar tarafından kullanılıp atılmaları da, eserde var olan ama çok görünür kılınmış bir güncel durum. Shakespeare’in tam metniyle seyirciyi kıpırdatmadan arasız 2.5 saat salonda tutabilmek, çeşitli atraksiyonlar, kimi zaman grotesk oyuncu taktikleri ve bu ögeler de dahil oyunu üstünde taşıyarak en çok başrol oyuncusu Lars Eidinger’in marifeti bence, tekrar etmek isterim. Şaşırdığım bir yabancılaştırma efekti ise, bu oyunda da, tıpkı Sırbistan Ulusal Tiyatrosu gibi arada İngilizce kullanılmasıydı. Ancak özellikle son sahnenin ve o tiradın, çok çekici sahne ve ışık düzeni eşliğinde, zaten şahane oyunculukla Shakespeare’in dilinde söylenmesinden çok etkilendim.

III. Richard

Bu son oyun vesilesiyle Okan Bayülgen’in güncel bir metinle birleştirerek sahnelediği Richard oyununu da yeniden düşünme fırsatı buldum. Temel sahne dekoru bu Berlin projesine pek benziyordu, belirmek isterim. Ama bu üç oyundan çıkarak, gerek şovmen oyunculuk gerek metin bağlamında Bayülgen’in de başarılı bir prodüksiyona imza atmış olduğunu anladım. Seyirciye hangisi ne kadar geçiyor, bilinmez. Bunlar da bana geçenler.

Bu arada seyirciyle ilgili iki notum var: Öncelikle bu oyunlara kolay bilet bulunmadığını ve alım gücüne göre ucuz olmadıklarını belirtmek isterim. Macbeth’de yanımdaki iki koltuk boştu, son dakika gelen bir genç kadın, birine otururken, diğerinin davetiyesinin de kendinde olduğunu ve boş koltukta duran paltomu kaldırmamı istedi. Zaten birçok kişinin terk ettiği oyunu ortalarında ve bir hışımla oturmakta olanları “ezerek” terk etti. III. Richard’da ise yine yanımdaki koltukta oturan bir tiyatro doktora öğrencisinden, arkadaşlarının nasıl biletlere ulaşamadıklarını öğrendim. Oysa İKSV’nin sanat oyunlarına bir kontenjanı olduğunu biliyordum. Meğer o kontenjan çıktığı an tükenecek kadar sınırlıymış.

Dilerim layık seyircilerini bulur bu değerli Festival.