İktidarın bakışı bu aralar İYİ Parti üzerine kilitlenmiş
durumda. Fakat gösterilen ilginin kanıtı olan davranışlar tutarlı
bir bütün oluşturmuyor ve birbiriyle çelişen iddiaların bazen
sırayla bazen de bir arada kullanıldığı görülüyor. Günü geliyor
Akşener’in yerinin Cumhur İttifakı olduğunu, hatta asıl evi olan
MHP’ye geri dönmesi gerektiği söyleniyor. Biraz zaman geçiyor bir
de bakıyorsunuz İYİ Parti’nin baştan sona bir FETÖ projesi olduğu
görüşü gündem oluyor ve basındaki iktidar sözcüleri işin bu
boyutuna veryansın ediyor. Parti içinde çıkan karışıklıklara,
örneğin son olağan kongrede yaşananlara, bir şekilde muktedirlerin
gölgesinin düştüğünü görmemek imkansız. Bu ilgiyi ve müdahaleleri
sadece MHP ile İYİ Parti arasında sebepleri açık olan siyasi
uzlaşmazlıklarla açıklayamayız. Zira hedefteki örgüt hiç de öyle
eskinin küskünlerince kurulmuş ve soluğu ilk bir iki seçimde
tükenecek bir hareketmiş izlenimi uyandırmıyor. Bu yüzden ittifak
siyasetinin arka planda yarattığı dengeler içerisinde belli bir yer
edindiğini, dengeleri yerinden oynatmak için yapılan taktik ve
stratejik hesapların içinde bir ağırlığı olduğunu kabul etmek
gerekiyor.
Başka bir deyişle konunun tartışılma zemini ittifak ve
cepheleşme düzleminde yapılan siyasi hesaplardır. Elbette
siyasetteki aktörler hiçbir zaman tek başına bir güç olarak ele
alınamazlar. Çünkü siyasetin ilişkisel mantığı bir gücü her zaman
için yakın olduğu veya karşısında durduğu güçlerle bir arada ele
almanızı, hesaplarınızı bunun üzerine yapmanızı gerektirir. Bu
açıdan bakıldığında aslında siyasette her zaman bir tür örtük
ittifak veya cephe mantığının hakim olduğunu söyleyebiliriz.
Bugünkü gibi açık ve resmi ittifak sistemlerinin varlığı siyasete
dair ilişkisel düşünce tarzını değil, ilişkilerin merkezine dair
algımızı değiştirmek bakımından önem taşırlar. AKP, uzun yıllar
boyunca muhalefetin en büyük bileşeni olan CHP’yi ürettiği karşıt
söylemin odağına koymuş, politik hamlelerini onu etkisizleştirme
amacına odaklamış, diğer partilerle olan ilişkilerini de buna göre
düzenlemişti. Bugün değişen şey AKP’nin muhalefet karşıtı
söyleminin bu tekdüze ve durağan mantığıdır. İttifak sistemi
içerisinde artık bir partinin siyasal sistemdeki ağırlığını onun
toplumsal tabanının büyüklüğü değil, mevcut ittifakın başarısına
yapacağı katkı belirliyor. Bu durum iktidar söyleminin üzerine
sabitleneceği kalıcı bir odak ihtiyacını ortadan kaldırmış,
stratejik açıdan hedef alınan güçlerin sık sık yer değiştirmesine
ve sayısının artmasına sebep olmuştur.
Son dönemlerde kah HDP’ye kah İYİ Parti’ye yönelen, kim bilir
belki de ittifaka yapacağı marjinal katkı büyüdüğü oranda SP’yi de
hedef alabilecek olan hamlelerin gerisinde siyasetin değişen bu
mantığı yatıyor. İktidar Yenikapı konsensüsü sonrasında makbul ve
yapılabilir siyasetin sınırlarını, her değişen koşulda yeniden
anlamlandırdığı ve duruma uyarladığı terör, darbe ve dış güçlerle
rabıtalı olma gibi kavramlar üzerinden çiziyor. Bu kavramların
nasıl içeriklendirileceği hedef alınan gücün sınır çizici
kavramlarla nasıl ilişkilendirileceği sorusuna verilen yanıta göre
değişebiliyor. Mesela HDP için tercih edilen terör türü PKK
bağlantısını esas alıyor, dış güçlerle olan ilişki bu çerçevede
kurgulanıyor ve darbe tehdidi içindeki pozisyonu da buna göre
tanımlanıyor. İYİ Parti açısından da FETÖ daha tercih edilebilir
bağlantı noktası olduğundan, oradan hareketle dış bağlantılar
teşhis ediliyor ve parti buna uyan bir darbe senaryosunun içine
yerleştiriliyor.
Tabii ki içeriden aleyhe “tanıklık” edebilecek veya kendi
gerçeklerini açıklama adına “ifşaat” yapabilecek birileri her zaman
çıkabiliyor. Geçtiğimiz günlerde eski HDP milletvekili Altan Tan ve
İYİ Parti Milletvekili Ümit Özdağ’ın çıkışları bunun için iyi bir
örnek teşkil ediyor. Tan, kendisi için yeni olmayan ve önceden de
yaptığı bir eleştiri olarak takdim ettiği açıklamada, HDP ile
Kandil arasındaki bağlantının aşikar olduğunu ve bunu inkar etmenin
beyhude bir çaba olduğunu beyan etti. Eski partisine bu gerçeği
olduğu gibi kabullenip özeleştiri yapma ve bugüne kadarki tutumunu
değiştirme çağrısını yapan Tan, iktidara da işin sadece güvenlik
boyutuyla ilgilenmeyip aynı zamanda çözüm için adımlar atma
konusunda tavsiyede bulundu. Ümit Özdağ ise halen üyesi olduğu
partinin İstanbul il başkanının FETÖ üyesi olduğunu ve daha ilk
günden partisine olası darbe planlarının sokak ayağını düzenlemek
konusunda rol biçildiğinden kendisinin haberdar olduğunu söyledi.
Üstüne yerel seçim sürecinde tüm itirazlarına rağmen Akşener’in
Kars’ta aday çıkarmakla dolaylı yollardan HDP’yi, yani onun görüş
açısından PKK’yi desteklediğini eklemeyi de ihmal etmedi.
Şimdi bu gibi açıklamaların ardında ne gibi kişisel
motivasyonlar olduğu yönündeki tatsız ve verimsiz tartışmanın bizi
yolumuzdan saptırmasını istemem. Benim asıl dikkat çekmek istediğim
nokta bazı insanların bu gibi çıkışlar yapmasını mümkün kılan ve
söylenenlerin etkisini katlayarak artıran yeni siyasal düzenleniş
mantığıdır. Yapılan çıkışlarda iki temel özellik olduğu dikkati
çekmektedir. İlk olarak, çıkışlar esas olarak muhalefetin gövdesi
küçük ama marjinal etkisi büyük olan güçlerini hedef almakta ve
onları bir şekilde bugünkü sistemin meşru kabul ettiği sınırların
dışında siyaset yapmakla itham etmektedir. İkinci olarak, bu
ithamlar iktidarın bir süreden beridir muhalif ittifakı çözmek için
bu partiler hakkında ürettiği argümanlarla tam olarak örtüşmektedir
ve bir ifşaat olarak yapıldığı için asıl muhatap üzerine konuşulan
partiler değil iktidar ortaklarıdır. Bu iki özellik, yapılan
açıklamaların, görünüşte kişisel olsalar da, hedefteki partilerin
kırılganlığını arttırmak üzere iktidar tarafından sahiplenilmesine
yol açıyor ve ittifakın zedelenebilir olduğu noktalardaki hasarı
çoğaltmada kullanılıyor.
Bu bakımdan önümüzdeki dönemde siyasette bu türden görünüşte
kişisel ama kaynakları yapısal olan çıkışların sayısının artmasını
beklemek makul gözüküyor. Çünkü bugün Türkiye’de olduğu gibi çok
sayıda partinin iki büyük kutupta toplanmasına yol açan düzenleniş,
siyaseti bir tarafın kaybının diğerinin kazancı olduğu bir tür
sıfır toplam oyununa dönüştürüyor. İki kutuplu bir sistemde her
ittifakın gücü en zayıf olduğu halkanın göstereceği direnç
kadardır. O yüzden siyasal ittifaklar arasında karşıt tarafı çözmek
amacıyla bu türden saldırılar yapmayı kazançlı kılan, muhatap
arayışındaki bireysel aktörleri böyle çıkışlar yaparak gündem
olmaya teşvik eden bir yapıyla karşı karşıyayız. Türkiye
siyasetinde önceden seks kasetleriyle, kapalı kapılar ardında
yapılan milletvekili pazarlıklarıyla elde edilmeye çalışılan şey
şimdiki sistemin sunduğu olanaklar çerçevesinde bu yollardan elde
edilebiliyor. Kendine göre muhalefet yaratmada, dışarıdan parti
dizayn etmede önceki yöntemler kadar başarılı olup olmadığınıysa
şimdiden kestirmek kolay değil.
Bununla birlikte oluşan bu yeni siyasi dinamiğin bir açıdan çok
etkili olduğunu şimdiden teslim etmemiz gerekiyor. Şöyle ki siyaset
bunun üzerinden yürütüldüğünde tartışmanın odağı iktidarın yönetim
performansından muhalefetin zaaflarına kaymakta; bu durum iktidarın
sürekli atakta muhalefetinse savunmada olduğu bir tablo açığa
çıkmasıyla sonuçlanmaktadır. İyi bir yönetimin birçok farklı
göstergesi olduğu söylenir, ama bunların içinde en çok öne çıkanı
kamu hizmetlerinin hükümetçe nasıl organize edildiğidir. Uygulanan
politikaların halkın gündelik yaşamında yarattığı iyileşme veya
gerileme bu bakımdan önemli bir ölçüt oluşturur. Sağlık, güvenlik,
eğitim ve adalet gibi alanlarda verilen hizmetlerin kalitesi ve ne
ölçüde erişime açık olduğu, ekonominin nasıl yönetildiği gibi
göstergelerin hali ortadayken insan ister istemez ataktan olanın
muhalefet savunmada olanınsa iktidar olduğu bir siyasi manzarayla
karşılaşmayı bekliyor. Ancak muhalefet parti siyasetini rejim
güvenliği ve ulusal çıkar paradigmasına kilitleyen ve buradan atağa
geçen hükümetin söylemine alternatif bir söylem kurmada yeterince
etkin olamıyor. Bu yetersizlik siyaseten suskun kalmanın, sürekli
savunmada olmanın kilittaşını oluşturuyor.