İktidar bloğu, yeni anayasa ve Erdoğan-Özel görüşmesi

Yerel seçimler sonrasında oluşan atmosferin AKP’nin iktidar bloğu içindeki gücünün göreli gerilemesi açısından 2019’u andırdığını düşünüyorum. Oy kaybettirdiği açık olmasına rağmen Erdoğan’ın seçim sonrasındaki açıklamalarında Şimşek programına destek vermesi ve sermaye çevrelerine kemer sıkmadan taviz verilmeyeceğine dair verilen garantiler, bu sıkışmışlığın bir yönünü oluşturuyor.

Ümit Akçay uakcay@gazeteduvar.com.tr

2024 fena halde 2019’a benziyor! Bu yazıda bu benzetmeden yola çıkarak, iktidar bloğundaki gerilimleri aşmaya yönelik tarafların olası stratejilerini tartışmaya giriş yapacağım. Öncelikle 2019 ile 2024’ün benzerliklerine değinerek başlayayım.

FAİZ ARTIŞLARI VE EKONOMİK YAVAŞLAMA

2019 ve 2024, sırasıyla 2018 ve 2023 yıllarında faiz artışlarının etkilerinin ortaya çıktığı yıllar olması açısından birbirine benzetilebilir. 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişin ilk aylarında gelen döviz krizinden çıkabilmek için Eylül ayında yapılan sert faiz artışı 2018’in ikinci yarısında kredi çöküşünü ve firma iflaslarını beraberinde getirmişti. Bunun ardından görülen çeyreklik ekonomik daralma ekonomik yavaşlamayı ve işsizliğin tavan yaptığı bir dönemi ortaya çıkardı. Öyle ki, 2019 yılındaki büyüme Covid-19 salgını sırasındaki büyümenin dahi gerisinde kaldı.

2019’da temel sorun özel sektörün döviz biçimindeki borcunun yüksekliği ve TL’deki hızlı değersizleşmenin firma bilançolarında yarattığı tahribatın bir bankacılık krizine dönüşmesi riskiydi. Bunu engellemek için borç yeniden yapılanmalarına gidildi. Ancak özel sektörün döviz borcunun eritilmesi esas olarak 2020 sonrasında TCMB rezervlerinin aktif olarak kullanılarak TL’deki değersizleşmenin sınırlanmaya çalışıldığı dönemde (meşhur ‘128 milyar nerede’ tartışmasının olduğu dönem) gerçekleşti.

2023’teki faiz artışları 2018’deki gibi ekonomik çöküşle sonuçlanmadı. Bunda iki temel neden sıralanabilir. İlki, 2023’te faiz artışları için ‘mutedil’ yolun tercih edilmiş olması, yani kademeli faiz artışlarının gerçekleşmesidir. İkincisi de, 2023’teki faiz artışlarının özel sektörün döviz borcunun büyük oranda azaldığı bir dönemde ve düşük faiz politikası sonunda gerçekleşen süper kârların devamında gelmesidir.

2019’DAKİ SEÇİM KAYBI VE YENİ ARAYIŞLAR

Dinamikleri farklı olsa da her iki faiz artışı sonrasında gelen yerel seçimler, iktidar partisi açısından hezimetle sonuçlanmıştır. Bu açıdan 2019 ile 2024’ün benzerliğinden söz edebiliriz. Ancak daha önemlisi, iki dönemde de iktidar bloğu içinde AKP’nin elinin bürokrasiye ve hakim sermaye fraksiyonuna karşı zayıflamasıdır.

31 Mart 2019’daki seçim yenilgisi sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘dönem kızgın demiri soğutma, musafahalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi yeniden perçinleme dönemidir’ şeklinde bir açıklama yaparak, daha geniş bir ittifak için kapı aralama girişiminde bulunmuştur. Bu girişim somut olarak ‘Türkiye ittifakı’ şeklinde formüle edilmiştir. Ancak Erdoğan’ın başlattığı bu ‘nabız yoklaması’ MHP’nin müdahalesiyle engellenmiştir. AKP ile MHP arasındaki bu gerilimi, AKP ile bürokrasinin belirli bir kanadı arasındaki gerilimin yansıması olarak okuyabileceğimizi düşünüyorum.

Benzer şekilde, yine aynı dönemde, yani 2019 Mart seçimleri sonrasında TÜSİAD’ın kemer sıkma politikalarının uygulanması için yaptığı baskının arttığını ve Erdoğan hükümeti ile TÜSİAD arasındaki ilişkilerin gerildiğini görüyoruz. 2019’daki seçim kaybı sonrasında sermaye kesiminden gelen ve ekonominin daha da yavaşlamasını gerektiren yeni taleplerle AKP’nin daha da sıkışması, yine iktidar bloğu içindeki gücünün göreli gerilemesinin bir yansımasıydı.

2019’da AKP’nin yaşadığı bu sıkışma, özellikle küresel ekonomik konjonktürde yaşanan gelişmeler sayesinde aşılabilmiştir. ABD merkez bankası Fed’in yaptığı bir ‘u-dönüşü’ ile yeniden parasal genişlemeye başlaması ve faiz indirimine gitmesi, TCMB’nin de faizleri hızlı bir şekilde indirebilmesine olanak sağlamış ve 2019’un ikinci yarısında yaşanabilecek sert bir ekonomik daralma ihtimali önlenebilmiştir. Hem de IMF ile bir anlaşma yapmadan. Bu bakımdan, 2019’daki yeni rejimin yaşadığı bu ekonomik ve siyasi sıkışmadan bir IMF anlaşması yapmadan çıkabilmesi, yeni rejimin kalıcılaşmasının, yani otoriter konsolidasyonun kapısını aralamıştır.

2024’TEKİ SEÇİM KAYBI VE YENİ ARAYIŞLAR

Geçtiğimiz ayki yerel seçimler sonrasında oluşan atmosferin AKP’nin iktidar bloğu içindeki gücünün göreli gerilemesi açısından 2019’u andırdığını düşünüyorum. Oy kaybettirdiği açık olmasına rağmen Erdoğan’ın seçim sonrasındaki açıklamalarında Şimşek programına destek vermesi ve sermaye çevrelerine kemer sıkmadan taviz verilmeyeceğine dair verilen garantiler, bu sıkışmışlığın bir yönünü oluşturuyor.

İkinci yönü de yeni anayasa tartışmaları ve Erdoğan’ın CHP lideriyle yapacağı görüşme gibi adımlarla ortaya çıkan ve 2019’daki ‘Türkiye ittifakını’ andıran girişimlerin artmasıdır. Örneğin Abdulkadir Selvi, ‘50+1’ sisteminin değişmesi gerektiğini yazıyor ve bunu şöyle gerekçelendiriyor: ‘Yüzde 50 oy alan partileri yüzde 1 oy alan partilere mahkûm etti.’ Ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2023 yılında konuyla ilgili yaptığı iki açıklamayı hatırlatarak, Erdoğan’ın da 50+1 sisteminin değişmesinden yana olduğunu belirtiyor. Buna karşın, son dönemdeki açıklamalarıyla dikkat çeken Mehmet Uçum’un 50+1 sistemini savunduğunu dile getirerek, kendisiyle aynı görüşte olmadığını vurguluyor.

Bu tartışmayı, kişisel görüşlerini açıklayanların arasındaki bir fikir tartışması olarak görmemek lazım. Daha ziyade iktidar bloğu içinde AKP’nin toplumsal desteğinin gerilemesinin yarattığı sancılar ve yeniden dengelenme ihtiyacının yarattığı yeni dinamiklerin açığa çıkış biçimi olarak görülebilir. Yeni anayasa tartışması ve bu çerçevede muhalefet partileriyle yapılacak görüşmeler, mevcut statükoyu korumak isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yeniden dengelenme için attığı bir adım olarak görülebilir.

Ekonomik konjonktür açısından bakıldığında, yine 2019’un ikinci yarısında olduğu gibi 2024’ün ikinci yarısında da Fed’in faiz indirimlerine başlayacağı ve bunun TCMB için de bir hareket alanı açacağı düşünülebilir. Ancak ekonomik sorunların birikimli etkisi ve mevcut kemer sıkmanın ücret artışlarını sınırlayarak devam edecek olması, AKP’nin yaşadığı sıkışmışlığı azaltacak şekilde işlemeyebilir.

Son olarak 2019’dan farklı olarak bu denkleme muhalefetin, özellikle de CHP’nin tavrının nasıl şekilleneceğini katmalıyız. 2019 sonrasında CHP’nin temel işlevi ortaya çıkan toplumsal tepkileri ‘AKP’ye yarar’ gerekçesiyle sönümlendirmek olmuştu. CHP bu dönemde aktif siyaset yapmayı reddederek ve Altılı Masa formülasyonu üzerinden AKP’nin 2002-2013 arasındaki versiyonunu restore etmeyi amaçlayan bir seçenek yaratmaya çalışmıştı. Önümüzdeki dönemde 2019 sonrasındaki bu tutumun değişip değişmeyeceği, kritik gelişmelerden biri olacak.

Tüm yazılarını göster