İktidar, Covid-19 vaka sayısını çarpıtarak doları manipüle mi ediyor?
Öğrendikleri şu idi: Vaka sayısını düşük gösterebilirlerse doları, en azından bir süreliğine, kontrol altında tutabilirlerdi. Fakat artık kimse sundukları vaka sayılarına inanmıyordu. O zaman ne yapmaları gerekiyordu? Tabii ki önceki aylarda yaptıklarının tam tersini...
Utku Balaban*
Bu, akla ziyan bir soru fakat cevabı maalesef galiba ‘evet’: İktidar vaka sayısını dolar kurunu manipüle etmek için çarpıtıyor. Bu metinde bu cevabı temellendiren veriyi paylaşacağım ve bu ilişkinin iktidarın düşünme ve eyleme pratiklerine ilişkin sunduğu ipuçlarını tartışacağım.
Veriyi paylaşmadan önce neden bu iki değişken arasındaki ilişkiye bakmaya yeltendiğimi özetleyeyim. Halkın özellikle “kendi çıkarına bakan” kesimi televizyonda her şeyden önce iki şeye kulak kesilir: Dolar kuru ve afetler. Ailesi ve dar çevresinin ötesinde her türden toplumsal ve siyasal oluşuma kuşku ve hatta, nefretle bakan bu kesim için toplumsallığın sınırları da bu iki etmence belirlenir. Dolayısıyla dolar kuru ve afetlere bakmak ülkede kötü giden hemen her şeyin en önemli müsebbiplerinden birinin ve bu kesimi temsil eden iktidarın mana dünyasını çözümlemeye yardımcı olur. Bu sene her iki değişkene dair inişli çıkışlı bir dönemden geçtiğimiz için birkaç hafta önce bu değişkenler arasındaki ilişkiye kısaca göz atmak aklıma geldi. Tahminim anlamlı bir örüntünün olmadığı yönündeydi. Fakat karşıma çıkan tablo şaşırtıcıydı. Dolar ve Covid-19 vaka sayısı arasında gözle görülür bir örtüşme söz konusuydu.
Yukarıdaki grafik bu örtüşmeyi görselleştiriyor. Grafiğin solundaki eksen turuncu renkteki vaka sayısı serisinin ve sağdaki eksen de mavi renkteki dolar kuru serisinin aldığı değerleri gösteriyor. Bu iki değişkenlerin sayısal ölçekleri farklı olduğu için iki seri arasındaki ilişkiyi görselleştirmek amacıyla dolar kurunun değerini gösteren sağ eksen “6 TL”den başlıyor. Grafik her iki seri arasında bir örtüşme gösteriyor. Yani bir değişkenin aldığı değerler hangi yönde değişmişse (yani “inmişse” ya da “çıkmışsa”) diğeri de o yönde değişiyor.
Bu elbette bir göz yanılsaması olabilir. Dolayısıyla burada anlatılanların “kahve falının” ötesine geçtiğine kendimizi ikna etmeliyiz. Aşağıdaki tablo aynı dönemde bu iki değişken arasındaki korelasyon değerlerinin anlamlı olduğunu gösteriyor. Yani vaka sayısı ve dolar kuru arasındaki örtüşmenin bir optik illüzyon olmadığını söyleyebiliriz.
Şimdi, bunu yorumlamaya çalışalım. Elimizdeki veri zaman serilerine ilişkin olduğu için bu iki değişken arasındaki ilişkinin niteliğini değerlendirmek için “Granger nedenselliği” olarak adlandırılan bir kavrama ve ilintili yönteme başvurabiliriz. Buna göre, eğer bir grup olay rastlantısal olma ihtimali düşük biçimde diğer bir grup olaydan önce gerçekleşiyorsa, bu iki olay grubu arasında bir nedensellik olduğunu düşünebiliriz. Örneğin, sınavlara hazırlanma sürenizle aldığınız notlar arasında bir örtüşme varsa sınava hazırlanma süresinin aldığınız notun “Granger nedeni” olduğunu iddia edebilirsiniz.
Vaka sayısı ve dolar kuruna geri dönersek, 23 Mart-17 Kasım tarihleri arasında açıklanan vaka sayılarındaki günlük değişimin bir sonraki günün döviz kurundaki değişimin nedenlerinden biri olup olmadığını sınayabiliriz. Aşağıdaki tabloya göre 240 günlük gözlem döneminin 230 günü için bu tür ilişki söz konusu. Yani açıklanan vaka sayısı bu tarihler arasında onar günden kümülatif şekilde uzayan müteakip zaman dilimlerinin hemen tümünde dolar kurunu etkiliyor.
Bu, bana kalırsa, kendi başına ilginç bir bulgu çünkü bu ilişkiyi çok sayıda ülkede göremiyoruz: Diğer ülkelerin verisine baktığımızda Türkiye’nin ayrıksı bir yerde durduğunu gözlemliyoruz. Bank of International Settlements’ın sunduğu döviz kuru veri seti ve Dünya Bankası’nın kimi yayınlarında atıf verilen Our World in Data sitesindeki vaka sayısı verisini bir araya getirdiğimizde, Türkiye’nin vaka sayısının dolar kuruna (Granger nedenselliği) kapsamında yaptığı etki açısından inceleyebildiğim 57 ülke arasında ele alınan gün aralığından bağımsız olarak listenin en başlarında yer aldığını görebiliyoruz. Vaka sayısının müteakip ilk beş güne etkisi açısından Türkiye bu listede üçüncü, ilk altı gün açısından dördüncü, yedi ve sekiz gün aralıklarında ise sırasıyla ikinci ve birinci. Yani Türkiye açıklanan vaka sayısının döviz kuruna etkisinin en görünür olduğu ülkeler arasında yer alıyor.
Şimdi yine bu muhasebenin bir sağlamasını yapalım. Dolar kurundaki değişimin vaka sayısını öncelemesi yine de mesnetsiz bir ilişkiye işaret ediyor olabilir. Yine bir örnekle anlatmak gerekirse, yaz aylarında önce karpuz sonra güneş gözlüğü tüketiminin arttığını gözlememiz karpuz tüketiminin güneş gözlüğü tüketimini arttırdığı iddiasını temellendirmemize yeterli gelmeyecektir. Yaz aylarında hava sıcak ve güneşli olduğu için sıcaktan bunalan insanlar sıcaklığın artmasıyla serinlemek için bir karpuz alabilir. İhtiyacını duyduğu güneş gözlüğünü alması için bir gözlükçüye gitmesi, belki bir hekimden reçete alması ve para biriktirmesi gerekecektir. Öte taraftan, vaka sayısı ve döviz kurundaki değişim arasındaki zamansal ilişkiyi belirleyen bir üçüncü etmen de kurgulayabiliriz. Örneğin, genel ekonomik çöküntü nedeniyle kapanan işyerlerinin çalışanları iş aramak veya başka nedenlerle diğer insanlarla daha fazla etkileşime giriyor olabilir. Bu da vaka sayısını arttırıyordur. Aynı çöküntü dolar kurunu da biraz daha gecikmeli biçimde yükseltiyordur. Öte taraftan, her iki değişkeni etkileyen her ne ise o “üçüncü etmenin” dolar kuru ve vaka sayısındaki değişime paralel şekilde değişmesi gerekir. Geçtiğimiz sekiz ay zarfında her iki değişkende de iniş ve çıkışlar oldu. Dolayısıyla bu tür bir dışsal etmene ilişkin en azından benim aklıma gelen ihtimaller beni çok ikna etmiyor. Öte taraftan, vaka sayısının dolar kuru üzerinde bir etkide bulunduğu sonucu sağduyuya hitap ediyor.
Metni aslında tam da burada suya sabuna pek dokunmayan bir iki yorumla sonlandırabiliriz. Bu veri bize ülke ekonomisinin kırılgan olduğunu, döviz kurunun vaka sayısından bile etkilenebildiğini gösteriyor. Kısa bir iktisat politikası eleştirisi, önümüzdeki günlerdeki “ekonomik kırılganlıklar” tiradı sunar ve hatta biraz da yoksulların sorunlarından bahsederek metne son noktayı koyabiliriz.
HALKIN AKLIYLA ALAY ETMEK
Fakat küçük bir ayrıntı var: Vaka sayıları doğru değil. Bunu hepimiz biliyoruz. Ve eğer vaka sayıları döviz kuruna etkide bulunuyorsa…
Vaka sayılarının çarpıtıldığı olgusuna çok yer harcamak istemiyorum çünkü bu, ülkede herkesin bildiği sırlardan bir tanesi. İstanbul ve Ankara belediye başkanlarının yanı sıra, bu konuya ilişkin kulağımızı kabartmamız gereken asıl merci olan Türk Tabipleri Birliği vaka sayılarının çarpıtıldığını net biçimde ortaya koydu ve iktidarın gazabına uğradı. Dolayısıyla bu konuda çok tartışacak bir şey yok. Yine de şu grafiği paylaşmadan geçemeyeceğim.
Grafik Türkiye’deki vaka sayılarının dünyadaki toplam vaka sayısına oranının geçtiğimiz sekiz ay içindeki değişimini gösteriyor. Görüleceği üzere, Nisan ortalarında Türkiye’deki vaka sayısı dünyadaki vaka sayısının yüzde 7’sine ulaşmış. Burada bir soluklanalım. Bu, büyük bir sayı mıdır? Evet, hem de çok büyük bir sayıdır. Grafikte yatay eksene paralel iki çizgiden turuncu olanı Türkiye’nin dünya nüfusu içindeki payını gösteriyor: yaklaşık yüzde 1. Eflatun çizgi ise Türkiye’nin dünya kent nüfusu içindeki payını gösteriyor: Yaklaşık yüzde 1,5. Toplam nüfusu baz alırsak, Mart ve Nisan aylarında vaka sayısının olması gerekenin 7 kat üstünde olduğunu düşünebiliriz. Dolayısıyla, Nisan ortalarına kadar açıklanan vaka sayılarının nispeten gerçeği yansıttığına inanıyorum. Öte taraftan, her ne olduysa, Nisan sonundan Mayıs sonuna kadar ilgili oran 7 kat küçülmüş ve bu tarihten itibaren de Türkiye’nin dünya toplam vaka sayısı içindeki payı yüzde 1’in altında kalmış.
Öte taraftan, aşağıda anlatacağım nedenlerden iktidarın şimdi de vaka sayısını ‘şişirmesi’ gerektiği için bu metni kaleme alırken Sağlık Bakanı yeni bir sayıyla halkın karşısına çıktı: 25 Kasım’da 28 bin 351 yeni vaka varmış. (1) E o zaman ben de bir sayı üreteyim: Bu metin için derlediğim dosyada dünyadaki toplam vaka sayısı 17 Kasım için yaklaşık 560 bindi. Tekrarla, Nisan ortalarına kadar açıklanan vaka sayısının nispeten gerçeği yansıttığını düşünüyorum ve o dönemden beri o oranda bir küçülme olduğuna da inanmıyorum çünkü iktidar hakikaten bu salgını engellemek için kılını kıpırdatmadı. Bu durumda Türkiye’deki vaka sayısına ilişkin benim tahminim de günlük asgari 40 bin civarı.
Vaka sayılarının çarpıtıldığı bilgisi ilginç değil. Hafiyeliğe de gerek yok. İnternette bir iki sayıya bakınca iktidarın ahlaki normlarına ilişkin kolaylıkla fikir edinebiliyoruz. Aşağıda bahsedeceğim üzere vaka sayısının yukarı yönlü çarpıtılması bile ihtimal dahilinde. Öte taraftan, dolar kurunu büyük ölçüde üretim ilişkilerinde salgına göre daha fazla süreklilik ve önem arz eden diğer etmenler belirliyor. Ülkenin sınai üretim koşulları periyodik olarak liranın değer kaybına yol açan büyük kırılganlıkları içeriyor. Özetle dolar kurunun son aylarda sıçrama yapması hiçbirimiz için şaşırtıcı değil. İlginç olan, iktidarın (kendi yarattığı) bu iktisadi kırılganlıklar ve halk sağlığı kriziyle başa çıkma biçimi.
Dolayısıyla bu metinde sadece vaka sayılarındaki çarpıtmaya veya en nihayetinde doları 8,5 TL seviyesine çeken yapısal sorunları vurgulamak istemiyorum. Bu garip durumu biraz daha irdeleyerek Türkiye’yi yöneten kişilerin düşünme biçimine dair bazı sonuçlara ulaşmak ve bu sonuçları paylaşmak istiyorum ki hâlen ülkede bir şeyleri değiştirmeye cesareti olan birileri varsa bu sonuçlar belki biraz yardımcı olur.
AFETİ FIRSATA ÇEVİRMEK
Bu aşamada okurun biraz daha sabrını rica edeceğim. Metinde sunulan ilk grafiği aşağıya biraz daha detayla tekrar ekledim. Bu görsele göz atarsanız bir kısım gelişme ile her iki değişkenin seyri arasındaki ilişkiye dair fikir edinebilirsiniz.
Öncelikle, vaka sayıları ne zaman düşmeye başladı? 11 Nisan’da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun uygulamadan iki saate önce duyurduğu sokağa çıkma yasağı sonrasında. Yani sanki sokağa çıkma yasağı mucizevi biçimde vaka sayılarını düşürdü. Vaka sayısı ve dolar kuru arasındaki örtüşmenin ise Mayıs sonu ve Temmuz sonu arasında daha belirginleştiğini görebilirsiniz. 4 Mayıs’ta Erdoğan “Gelişmiş ülkelerin çoğunun dahi bu başlıklarda kontrolü sağlamakta zorlandığı bir dönemde Türkiye, hamdolsun devleti ve milletiyle örnek bir mücadele ortaya koymuştur” diyerek bir “normalleşme paketi” açtı. (2) Açılan paketle vaka sayıları düşmeye devam etti.
Anladığım kadarıyla bu aşamaya kadar iktidarın amacı sonuçlarını öngöremedikleri bir panik havasının önüne geçmekle sınırlıydı. Neticede salgınlar orman yangınları veya depremler gibi değildir. Salgınlarda, bu afetin ne olduğunu, afeti nasıl anlamak gerektiği ve afetle nasıl başa çıkmak gerektiğine dair birçok dramaturjik etmen devreye girer. Beyaz önlüklü Twitter profil fotoğrafları, göz yaşı döken bakanlar, kendinden emin erkekler… Yani bu tür bir afet, fen bilimciler ve tıpçıların epistemik iktidarına bırakılamayacak kadar derin iletişimsel etmenleri içerir. Kaç kişinin hastalandığı, öldüğü, ne koşullarda tedavi gördüğü soruları devlet ve basın sahih veri paylaşmadığı sürece askıda kalır. Bir yakınınızı yitirmiş olabilirsiniz fakat bu facia sizi doğrudan ülkede genel bir kriz olduğu sonucuna ulaştırmayabilir. Kendi talihsizliğinize verip yola devam edersiniz. Dolayısıyla bu aşamada iktidar karartma ve çarpıtmayla kamuoyunu sadece genel bir kriz olmadığına değil aynı zamanda eğer bir yakınlarını yitirdilerse bu elem vakanın onların “şahsi krizi” olduğuna inandırmaya çalışıyordu. Koronavirüs Bilim Kurulu kuruldu, konu televizyonda sorunun kökenini özellikle yoksul yurttaşın bilinçsizliğine indirgeyen bir anlatıyla işlenmeye başladı. Bu anlatıya işçi sınıfına dair nefret besleyen tıpçılar da ziyadesiyle katkıda bulundu.
Buraya kadar bildik bir modern devlet öyküsü anlatıyoruz; banal. Öykünün ilginç olan kısmı, iktidarın “normalleşme paketi”nin dolar kurunu düşürdüğünü görmesi ve afeti kendisi için bir fırsata dönüştürmeye girişmesiyle başladı. Bu aşamadan sonra deyim yerindeyse “film koptu”. Türkiye, nüfus başına en düşük vaka sayılarıyla tanıştı. Veriyle desteklemem mümkün olmasa da, kanım, ilk etapta vaka sayısını düşürme saikinin ilk etapta dolarla zayıf bir ilişkisinin olduğu. Yani iktidar Nisan ortasından itibaren amacı meseleyi görünmez hâle getirerek turizm, dış ilişkiler vb. konularda önüne çıkabilecek sıkıntıları aşacak kısa vadeli çözümler üretmekti. Yani dolar kuru büyük ihtimalle bu haftalarda iktidarın vaka sayılarını çarpıtma çabasına ilişkin gündeminde öncelikli bir öğe değildi. Fakat bu çabalarının dolar kuruna etkide bulunduğunu el yordamıyla anladı. Sonrasında da arada bazı göstermelik “önlemlerle”, TV’de sürekli tablolar yayımlayarak vs. konunun üstünü örtmek bir yana dursun, bilerek konuyu gündemde tutmaya çalıştı. Vaka sayıları faiz oranı veya Merkez Bankası rezervi kadar ve, belki de, bunlardan bile daha önemli bir “makroekonomik enstrüman” hâline geldi.
Kısacası, ortada büyük bir plandan ziyade deneye yanıla öğrenilen bir yöntem var. Peki vaka sayısı neden dolar kurunu etkiler? Bu soruya kısaca şu iki cevabı verebilirim. Birincisi, ülke içinde döviz alıp satan rantiye kesim, bizim gibi sıradan fanilerle aynı şekilde veri eksikliğinden mustarip. Dolayısıyla, bu leş kargaları bir referans noktası istiyor. Faiz, borçlanma miktarı, bütçe vb. göstergelerin hemen tümü sürekli farklı şekillerde çarpıtılıyor. Vaka sayısı da bu nedenle önemli bir iktisadi gösterge hâline geldi. İkincisi, yabancı leş kargaları vaka sayısına bakarak iktidarın kısa zamanda üretim ilişkilerini yavaşlatıcı bir karar alıp almayacağına ilişkin bir fikir edindi. Neticede bu kesimler işçilerin fabrikalara hapsedildiği bir ülkede vaka sayısındaki artışın üretime kendi başına bir etkide bulunmayacağını biliyorlar fakat hükümetin göstermelik de olsa bazı önlemler alma ihtimali nedeniyle yaşanabilecek kaos ihtimalini belli ki dikkate alıyorlar çünkü iktidarın her şeyi eline yüzüne bulaştırma kapasitesinden haberdarlar.
Bu nedenle herkesin sanat şaheseri olarak ayakta alkışladığı bir piyes sahnelenmeye başladı fakat piyes o kadar berbattı ki “kralın çıplak olduğunu” söyleyenlerin bu tekere çomak sokmaları mümkün hâle geldi. Türk Tabipleri Birliği’nin (TBB) ısrarlı uyarıları vaka sayılarına ilişkin ucuz komediyi saklanamaz hâle getirince artık ülke ekonomisinin ana yönlendiricisi konumuna gelmiş Sağlık Bakanı radikal bir kararla “günlük korona virüsü tablolarının” veri başlıklarını azalttı. Ne tesadüftür ki bu garip karardan bir hafta sonra dolar kurunda 25 kuruşluk ilk sıçrama gerçekleşti ve dolar kurundaki 8 TL istikametli büyük sıçrama başladı.
Ekonomi yönetimi Sağlık Bakanlığı’na teslim edildiği için ekonomideki gidişatın suçlusu da elbette yine sağlık alanında bulunacaktı. Ekim ortasında iktidar cephesinden homurtular yükselmeye başladı. Önce Erdoğan, 15 Ekim’de bildik bir tavırla, TBB’yi “terörle iç içe” olmakla suçladı ve bir gün sonra AKP TBB’nin yapısını değiştirmeyi gündemine aldı. (3) Peki, ne mi oldu? Dolar bir daha “zıpladı”. Bu sefer yeni rota 8,5 TL idi ki bu menzile, hamdolsun, bir aydan kısa sürede erişildi.
Bu öykünün en “eğlenceli” kısmı ise dolar kurunu düşürmesi gereken Berat Albayrak’ın istifa etmek durumunda kalması idi. Duruma şu açıdan bakalım: Eğer dolar kuru ve vaka sayısı benzer bir seyri tutturmuşsa hem Sağlık Bakanı hem de Maliye & Hazine Bakanı işlerini benzer ölçüde iyi ya da kötü yapıyorlar. Neden Albayrak’a bu kadar yüklenildi de Koca’ya kimse toz kondurmuyor? Şakayı biraz daha uzatırsak Albayrak’a haksızlık edildiği kanaatindeyim çünkü mevcut konjonktürde Albayrak değil yönettiği garip bakanlık kadük hâle gelmiş durumda. O bakanlığın yapması gerekenleri Sağlık Bakanlığı yapıyor. Doları Koca düşürüyor ya da düşüremiyor. Dolayısıyla, Albayrak aslında Koca’ya yöneltmemiz gereken eleştirilerin hedefi oluyor. Son olarak, Koca’ya da haksızlık etmemek gerekir çünkü bu rolü kolayca edinmedi. İçişleri Bakanlığı ve Maliye & Hazine Bakanlığı sırasıyla salgın yönetimi ve ekonomiyi tarumar ederken, Koca her iki karpuzu da koltuğunda rahatlıkla taşıyor.
DOLARIN SAĞALTICI ETKİLERİ
Şimdi metnin en garip yerine geliyoruz: Peki, tüm bu fiyaskolar iktidarın düşünme ve eyleme biçimini değiştirdi mi? Hayır. Mevcut iktidarı ele geçirmiş kliğe dair emin olduğum tek bir şey varsa, yavaş ve zor öğreniyorlar ve, tam da yavaş ve zor öğrendikleri için, öğrendikleri her ne ise, işe yarasa da yaramasa da öğrendiklerini kullanmaya devam ediyorlar. Covid-19 salgını da bu açıdan bir istisna teşkil etmedi.
Öğrendikleri şu idi: Vaka sayısını düşük gösterebilirlerse doları, en azından bir süreliğine, kontrol altında tutabilirlerdi. Fakat artık kimse sundukları vaka sayılarına inanmıyordu. O zaman ne yapmaları gerekiyordu?
Tabii ki önceki aylarda yaptıklarının tam tersini: Dolar kuruna bakarak vaka sayılarıyla oynamak, gerekirse, vaka sayılarına ilişkin güveni tesis etme umuduyla bir süreliğine vaka sayılarını arttırmak ve güveni tesis ettiklerine inandıkları an tekrar vaka sayılarını aşağı çekmek.
Deli saçması gibi geliyor değil mi? Haklısınız. Peki, şöyle ifade etsem? Ağustos’tan beridir dolar kuru vaka sayısını belirliyor!
Tekrar edeyim: Yani dolar düşünce vaka sayısı düşüyor, dolar yükselince vaka sayısı artıyor…
Doların Covid-19 üzerinde “sağaltıcı” bir etkisi olduğuna inananlardan değilseniz bunu elbette en hafifinden garip bir iddia olarak karşılarsınız.
Aşağıdaki (karmaşık) tabloda görüleceği üzere, eğer bu iki değişken arasındaki ilişkiyi verinin ilk toplanmaya başladığı günden itibaren birikimli şekilde kurmaya çalıştığımızda bu sonuca ulaşmıyoruz. Fakat hesaplama dönemlerini baştan ve sondan başlatıp değerleri birbiriyle kıyasladığımızda vaka sayısının dolar kuruna Temmuz sonuna kadar etkide bulunduğunu ve Haziran sonundan itibaren dolar kurunun vaka sayısına etkide bulunduğunu görüyoruz. Bir hatırlatma: Sağlık Bakanı “Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosunun” veri başlıklarını 29 Temmuz’da “sadeleştirmişti”.
Bu, zannımca, şu demek oluyor: Temmuz sonu itibariyle, iktidarı elinde tutanlar üç aylık manipülasyon sürecinin sonuna yaklaştıklarını el yordamıyla hissettiler. Vaka sayılarına ilişkin homurtular artmaya başladı. Salgının ellerindeki büyük bir hazine olduğuna da inandıkları için bu kıymetli aracı olabildiğince uzun süre kullanmaya niyetliydiler. Bu nedenle vaka sayılarında artık rastgele değil dolar kurunu da dikkate alarak küçük düzeltmelere gitmeye giriştiler. Fakat dolardaki artış frenlenemeyince deyim (yine) yerindeyse film ikinci kez “koptu” ve vaka sayıları da “artmaya” başladı. Dolayısıyla, veriyi geriye dönük okumak sadece vaka sayısının çarpıtıldığını daha da açık biçimde göstermekle kalmıyor, aynı zamanda iktidarın içinden geçtiğimiz bu acı afeti engellemek şöyle dursun, afetten istifade etmek için elinden geleni yaptığını da ortaya koyuyor.
Şimdi de metnin en “eğlenceli” yerine geliyoruz. Albayrak gitti, Koca kaldı. Soylu virüs kaptı fakat İçişleri Bakanı olmasına rağmen konuyla alakası yokmuş gibi davranıyor. Dolar, yeni bandında küçük küçük dans ediyor. Güven tesis etmek lazım. Birdenbire yine 65 yaş yasakları, fırsattan istifade Tekel yasakları, 20 yaş yasakları başladı. Koca koca adamlar salgının başlangıç tarihinden sekiz ay sonra çok değerli tartışma programlarına maskelerle çıkmaya başladılar. Bu yazı geçen hafta da yayımlanabilirdi. O zaman, vaka sayısının 40 binlerde dolaşıyor olabileceğine ilişkin öngörüm Koca’nın bu haftaki açıklamasını öncelediği için belki ilgi çekebilirdi. Bunu geçelim. Bir başka ilgi çekebilecek öngörü Koca’yla ilgili olabilir. Koca da vaka sayısına ilişkin iktidarın güven kazanma stratejisinin bir parçası olarak istifa ettirilebilir. Yerine bir başka ‘ciddi erkek’ bu makama getirilir. Sağda solda başka ciddi erkekler bu yeni kişinin ne kadar güvenilir olduğundan dem vurur vs. Makama getirilen yeni kişi birkaç güven sağlayıcı açıklama yapar. Bu sayede bir iki ay da bu yeni bakan ilgiye mazhar olur. Vaka sayıları da akabinde dolar kurunu indirmek için kademeli olarak düşürülür. Yani bulunduğu söylenen aşılar eğer işe yaramazsa Koca önümüzdeki günlerde kendi başarısının kurbanı olabilir.
Tüm bu anlattıklarımda hakikatin zerre kırıntısı varsa bile bu iktidara muhalif olduğunu düşünenlerin ve muhalefetin kanaat önderliğine soyunanlarını şapkayı önüne koyup düşünmeleri gerekir. Her tarafta “doğru vaka sayıları açıklansın” hezeyanları… Eğer iktidar bu salgını yok saysaydı ne olurdu? Televizyon ekranlarında vaka sayıları her dakika açıklanmasa, bu konu ülke gündemine girer miydi? Varoşta her gün gıdasızlıktan mustarip çocuklardan haberimiz var mı? Gündemimizde mi?
Öte taraftan, diyelim ki vaka sayıları birkaç hafta doğru açıklandı ve “güven tesis” edildi. Devamında vaka sayılarının doğru açıklanacağının bir garantisi var mı? Tekrarla, daha dün, Koca, koca bir vaka sayısı açıkladı -ki bu sayı bile, bence, gerçeği yansıtmıyor. Muhaliflerimiz bir zafer kazandıklarına mı inanıyorlar? Yoksa son derece zor ve yavaş öğrense de iktidarın kurduğu oyun planının bir parçası olarak görevlerini mi ifa ediyorlar?
Ülkeyi büyük bir karanlığa iten kliği iktidarda tutan toplumsal fail tartışılmadığı müddetçe ülke siyaseti bu kliğin kurduğu kurnaz oyunların esiri olacak. Bu tartışma gündemi belirlemediği sürece ülkece yaklaşık on yıldır içine hapsedildiğimiz ‘iyiler-kötüler’ piyesinde rolümüzü oynamaya devam edeceğiz ve bu günler de güzel güzel geçecek.
(2) https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-erdogan-normallesme-planini-acikladi-481632.html
(3) https://www.bbc.com/turkce/54564372
Bu metne değerli katkılarını sunan Savaş Aktur, Ali Rıza Güngen ve Mehmet Yusufoğlu’na teşekkür ederim. Metinde sunulan olay örgüsü için sıklıkla Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu’nun internet sitesinden faydalandım:
*Misafir Doçent, Amherst College. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Barış İmzacısı olarak Şubat 2017'de ihraç edildi.