İktidar gömleğini reddeden yazar: Ngũgĩ wa Thiong’o

Ngũgĩ wa Thiong’o’nun eserleri Kenya’daki sömürgeciliğe karşı mücadelenin tarihini anlatır. Aradaki Nehir, beyaz adamın Kenya topraklarını gasp etmeye başladığı günleri anlatır. Bir Buğday Tanesi, Mau Mau İsyanı’nı ve bağımsızlaşma sürecine odaklanır. Kan Çiçekleri’nde sömürgecilerin elbiselerini giymeye başlayan siyah adamın hikâyesini okuruz. Kargalar Büyücüsü ise tüm dünyadaki diktatörleri, güce tapanları ve onlarla mücadeleyi sürdüren halkları merkezine alan bir destan olarak okunabilir.

Abone ol

Doğuş Sarpkaya

Son yıllarda Nobel Ödülü ile ilgili tahminler alınmaya başlandığında bazı yazarların öne çıktığını gözlemleriz. Adonis, Murakami, Kundera, Marias isimlerinin yanında Türkiyeli okurların yakın zamana kadar çok da tanımadığı birinin daha tahminlerde üst sırada olduğunu görürüz: Ngũgĩ wa Thiong’o. Türkçede Bir Buğday Tanesi romanı 2014’te Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Kenyalı yazarın her sene Nobel ile ödüllendirileceğini düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Ödülü almamasını normal karşılayanlar ise yazarı, eserlerinde modası geçmiş bir gerçekçiliğin varlığını ve önceliğinin ulusal bir kültürün yaratılması olmasını öne sürerek eleştirmeye devam ediyorlar.

Bu eleştirilerin kaynağı biraz da üçüncü dünya edebiyatının niteliği konusunda yapılan elitist, değer düşürücü yorumlar. Ulusal kültür yaratma çabası ile yazılan eserlerdeki hamasetten uzak anlatılarıyla hem sömürgeciliği hem de sömürgecilik sonrası egemenlik ilişkilerinin yarattığı hayal kırıklığını tartışmaya açan Ngũgĩ wa Thiong’o’yu bu önyargılarla değerlendirmek başlı başına sorunlu. Özellikle ilk dönem eserlerindeki gerçekçiliğin, yaşanan felaketleri imgesel ya da üçüncü dünya ülkelerine uygun görülen ‘büyülü’ anlatım kapanına bir tepki olarak ortaya çıktığını söylemeliyiz. Ayrıca gerçekçiliğin de başka bir kapana dönüşebileceğinin farkındadır. Onun için tüm edebi hayatını içerik ile biçim, yani roman sanatının gerekleri ile derdi arasındaki diyalektik bir ilişkiyi dengeli bir şekilde kuran bir yazar olarak sürdürmeyi hedeflemiştir. Türkçede beş kitaba ulaşan külliyatı da bunu doğrular nitelikte.

ROMANLARLA KENYA TARİHİ

Ngũgĩ wa Thiong’o’nun eserleri aynı zamanda Kenya’daki sömürgeciliğe karşı mücadelenin tarihini anlatır. Eserlerin yayımlanış sırası ile mücadelenin kronolojisi birbirine uyar. Aradaki Nehir, beyaz adamın Kenya topraklarını gasp etmeye başladığı günleri anlatır. Bir Buğday Tanesi, Mau Mau İsyanı’nı ve sonrasındaki bağımsızlaşma sürecine odaklanır. Kan Çiçekleri’nde sömürgecilerin takım elbiselerini giymeye başlayan siyah adamların hikâyesini okuruz. Yazarın önceki romanlarında bir tehlike olarak görüp uyardığı şey gerçekleşmiş, bağımsızlık sonrasında halkı tahakküm altına alan başka bir asalak sınıf ortaya çıkmıştır. Kargalar Büyücüsü ise tüm dünyadaki diktatörleri, güce tapanları ve onlarla mücadeleyi sürdüren halkları merkezine alan bir destan olarak okunabilir.

Burada küçük bir parantez açmak gerekiyor. Ngũgĩ wa Thiong’o’nun yazarlık hayatı düz bir çizgide ilerlediğini iddia etmek zordur. 1963’te gelen bağımsızlık sonrasında yazdığı Aramızdaki Nehir, henüz ikinci romanını yazan genç bir yazarın elinden çıktığı hissedilen, arazlarla dolu bir romandır. Romanda karakterler derinleştirilememiş, kurmaca içinde çatışmaları destekleyecek ve zenginleştirecek atmosfer yeterince güçlü kurulamamıştır. Bu eksikler de ister istemez didaktik bir roman okunduğu hissi yaratır okurda. Fakat yazarın derdinin gerçek çelişkilere açığa çıkarmak olduğu romanın her satırında hissedilir. Aradaki Nehir’in tüm eksiklerine rağmen ümit vaat eden bir yazarın elinden çıktığını hissettiren şey tam da budur.

Kenya’nın kurtuluş gününe odaklanan Bir Buğday Tanesi umutların boşa olmadığını kanıtlayan bir roman olarak 1967’de yayımlandı. Ngũgĩ wa Thiongo, geçmişten geleceğe mekik dokuyarak, Kenya ulusal kurtuluş mücadelesini ve bu süreçte yaşananları ülkenin iç bölgelerindeki Thabai Köyü’nü mercek altına alarak anlatır. Romanı kısaca özetlemek gerekirse, 1952-1960 döneminde uygulanan olağanüstü hâl günlerinde tevkif kampına kapatılan ve orada bir kahramana dönüşen Mugo’nun Uhuru (Özgürlük) gününde bir konuşma yapması beklenmektedir. Mugo ise tüm yaşadıklarının ağırlığını omuzlarında hissettiği için köyde yalnız yaşamayı tercih etmektedir. Olağanüstü hâl döneminde bir ihanet sonucu sömürgecilerce yakalanıp katledilen devrimci komutan Kihika’nın silah arkadaşı General R. ise haini bulmak için çaba göstermektedir.

İSTİSNA KURALA DÖNERKEN

Ngũgĩ wa Thiongo, romanı yarattığı karakterlerin geçmişi üzerine kurgulayarak uluslaşma sürecinin sancılarını masaya yatırır. Köyün önde gelenlerinin, Mugo’yu ikna etmeye çalışırken geçmişlerini de öğreniriz. Köyün zengini ve ailesine dönmek için tevkif kampında birlik yemini ettiğini itiraf eden Gikonyo, onun güzel ama mutsuz karısı Mumbi, OHAL döneminde yeminini itiraf edip sömürge polisi olan Karanja ve 1920’lerdeki ilk isyan dalgasında yer almış Warui’nin hikâyeleri ortaya döküldükçe Kenya’da yaşananlar netleşmeye başlar. Sömürgecilikten kurtuluşun dördüncü yılında yayımlanan roman, hamaset ve kahramanlık öyküleri anlatmaya gönül indirmeyerek, Kenya’da yaşanan gerçekliği tüm yönleriyle ele almaya çalışır.

Bir Buğday Tanesi’nde sayfalar ilerledikçe Hannah Arendt’in sömürgelerde yaşanan insanlık dışı tecrübelerin her iki dünya savaşında yaşanacakların provası olduğu yönündeki tespitini hatırlarız. Buna ek olarak Achille Mbembe’nin şu sözleri de kulaklarımızda çınlar: “Sömürgeler, savaşın ve düzensizliğin, siyasalın içsel ve dışsal figürlerinin yan yana durduğu ya da birbirinin yerini aldığı yerlerdir. Sömürgeler, hukuksal düzenin denetimlerinin ve garantilerinin askıya alınabilirliğinin mükemmel örneği durumundaki yerlerdir – istisna halinin şiddetinin ‘uygarlığın’ hizmetinde işlediğinin varsayıldığı yerler.”

Romanda, ormanda saklanan gerillalar ile yapılan savaşta tüm halkın nasıl terörize edildiğini; suçlu-suçsuz tüm halkın uygarlığı sindirememiş barbarlar olarak nasıl etiketlendiğini; tevkif kamplarında yargılanmadan tutulan binlerce insanın nasıl işkencelerden geçirildiğini; köylülerin gerillalara yardım ettikleri öne sürülerek nasıl fişlendiklerini; kadın, erkek demeden tüm köy halkının köy etrafına açılacak hendek için nasıl insafsızca, kırbaçlanarak çalıştırıldıklarını okurken istisna halinin nasıl gündelik bir deneyime dönüştüğünü düşünmeden edemeyiz. Bu insanlık dışı uygulamalara rağmen Kenyalıların özgürlük mücadelesine nasıl tutundukları da cisimleşir romanda. Ama bu noktada bile Ngũgĩ wa Thiongo, bir kahramanlık destanı yazmaktan uzak durmaya çalışarak roman karakterlerini zaafları, arzuları, eksiklikleri ve güçlü yönleriyle “insan” olarak yansıtmaya özen göstererek Aradaki Nehir’de düştüğü hatayı yinelemekten kurtulur.

İKAZ VE HAYAL KIRIKLIĞI

Bir Buğday Tanesi’ni iyi bir roman, hatta bir başyapıt yapan şey Ngũgĩ’nin edebi sezgilerinin metnin uluslaşma güzellemesine dönüşmesini ve ülke içindeki iktidar kliklerinden herhangi birinin militanı olmasını engellemesi. Daha sonra yayımlanan Kan Çiçekleri de benzer şekilde Kenya’daki dönüşüme ve iktidarın el değiştirmesinin ezilenlerin hayatında bir farklılık yaratmamasına odaklandı. Bir Buğday Tanesi’nin yazıldığı dönemde yazarın üzüntüyle ikaz ettiği her şey gerçekleşmişti. Kan Çiçekleri’nde bu gerçekliği sayfalara taşıdı. Kenya’da sömürgecilik sonrası dönemde yaşananlar sömürge döneminde yaşananların yansıması oldu. Sömürgeciler tarafından el konulan ve beyaz yerleşimcilere tahsis edilen topraklar, bağımsızlık sonrası dönemde siyasi elitlerin ve büyük sermayeli iş insanlarının eline geçmeye başladı. Sömürgecilik öncesinde kolluk kuvvetinde yer alanlar ise polis gücü ve orduda etkinliklerini korudular. Bağımsızlık Savaşı sırasında sömürülen, mülksüzleştirilen, işkenceye maruz kalan halk ise yeni dönemde iş güvencesinden ve insanca yaşamdan mahrum bırakıldı. Her seçim döneminde toprak reformu sözleri verilse de köylülerin kendilerinden gasp edilen arazileri geri alma şansları hiç olmadı.

Ngũgĩ wa Thiongo, sömürgecilerin Kenya’ya gelişinden günümüze kadar geçen süreçte, yaşanan dönüşümü romanlarına taşıdı. Sömürgeciliğin bir ülkenin iliklerine nasıl işlediğini, sömürü mekanizmalarının iktidar el değiştirse de işlemeye nasıl devam ettiğini sürekli bir şekilde araştırdı. Türkçede geçtiğimiz günlerde yayımlanan son romanı Kargalar Büyücüsü’nde de bu mekanizmaların tüm totaliter rejimlerin temel özelliği olmasını mizahi bir dille anlattı.

Ngũgĩ wa Thiongo tüm romanlarında, “uygarlık” adına uygulanan denetimsiz, insanlık dışı şiddeti ve bir halkın tutsak edilişini inatla dillendirir. Ayrıca halkın sadece şiddetle tutsak alınmadığını, medeniyet anlatısının ve dinin de hegemonyanın kuruluşunda kurucu bir rol oynadığını anımsatır. Jomo Kenyetta’nın sözleri her daim yankılanır Ngũgĩ’nin satırlarının arasında: “Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.” Toprakları beyazlardan kurtarıldıktan sonra ise siyahların mücadelesinin sadece beyaz güce karşı verilmediğinin, kendi bedenleri içine yerleşen beyaz düşünceye karşı da durulması gerektiğinin anlaşıldığını vurgular, Ngũgĩ wa Thiongo. Onun için ezilenlerin Bir Buğday Tanesi’nin kahramanlarından Kihika'nın sözlerini her daim akılda tutması gerekir: “Sizi tüketen şey giysilerinizin içindedir.”