Epey düşündüm; böyle bir yazı -en azından böyle bir başlık- için fazla mı erken acaba diye? "Derde bak, meselemiz bu olsun" diyenlerin de az olmayacağını tahmin ediyorum. Riskli bir tartışma olduğuna da hiç kuşku yok. Ama herhangi bir ihtimali konuşmaya başlamak için hiçbir zaman erken değildir. Bazen olup biteni anlamak için fazlaca geriye gitmek gerektiği gibi, olacaklar üzerine düşünmek için de biraz daha ileriye bakmak işe yarayabilir. Neyse fazla uzatmadan kafamda dönüp duran soruyu söyleyeyim: Ne olacak bu AKP'lilerin hali? Bugün içinde bulundukları vicdanen taşınması zor hali veya taksiratlarının ilerde yaratacağı sorumluluğu kastetmiyorum. Yakın bir gelecekte ülkenin önüne gelecek sosyal-siyasal-kültürel bir mesele olarak soruyorum. Bütün dikkatini iktidarı değiştirmeye vermiş olan muhalefete de sorulabilir; yüzde elliyi geçen taraf olduğunuzda, diğer "yüzde elli"nin ne olacağını düşünüyorsunuz?
Bu soruya ilham veren ve tartışmanın ayaklarını oluşturan noktaları kabaca sıralarsak: Birincisi, AKP erken veya biraz gecikmiş olsa da iktidardan mutlaka inecek ve bir parti olarak fazla uzun bir ömrü olmayacak. İkincisi, AKP'nin biçimlendirdiği toplumsal tabanın alıştığı talepkârlıktan vazgeçmesi ve yeniden alevlenecek endişelerini siyasete yüklemesi hemen son bulmayacak. Üçüncüsü, son on altı yılın mahsülü olmayan neredeyse kırk yıllık maziye dayanan siyaset mimarisi, sıkıntı ve "daha beter seçenek" üretmeye devam edecek. Dördüncüsü, hayli parçalı ve heterojen bir ortaklığın devralacağı bakiyenin, hemen her alanda sert krizlerin yaşanacağı bir enkaz olması ihtimali hiç az değil. Beşincisi, Macaristan seçimlerinde bir kez daha görüldüğü üzere, şekilsiz, amorf çoğunluklara giydirilen kimlikler -en azından alınan onaylar- üzerinden yürüyen kutuplaştırma sadece Türkiye'nin meselesi değil.
AKP'nin köklü bir geçmişe dayalı sosyolojik bir taban üzerinde yükseldiğini ve AKP iktidarını bu sosyolojinin ürettiği "pozitif" siyasal sonuç olarak tarif edenlerin önemli bir kısmı şimdi muhalefete sığınmış durumda. Bu iktidarın tamamen bir proje olduğunu, emperyalistlerin ve kapitalist güç odaklarının desteğiyle yükseldiği iddiasında olanlar ise, şimdi bunlara "teferruat" diyerek "milli operasyonlar" için hükümetin safında. Gerçek ise galiba arada bir yerde: Toplumsal dinamikler ve siyasi temsillerle ilişki kurabilen, onları kullanabilen/yönlendirebilen bir iktidar projesi, AKP. Son beş yıldır bu projenin hem bu toplumsal dinamikleri taşımakta, hem de onların onayıyla yönetebilme yeteneğini sürdürmekte zorlandığı görülüyor. Proje tamamlanıyor, belki uzatmalarda ama ilişki kurarken biraz da biçimlendirdiği toplumsal-siyasal dinamikler için aynısı söylenemez.
İktidarların (aslında muhalefetin de), siyasal hareketlerin, partilerin desteğini aldıkları toplumsal dinamiklerle kurdukları ilişki tek taraflı değil. Toplumsal desteği sağlarken kışkırtılan hassasiyetler, arz edilen siyasal materyal sayesinde imal edilen siyasi talepler, kurulan akıl yürütme pratikleri sayesinde, biçimlendirme, şekil verme, karşılıklı etkileşim "yumurta - tavuk diyalektiğine" dönüşüyor. AKP'nin, hatta sadece Erdoğan'ın iktidarda kalma kaygılarını arkasındaki toplumsal desteğe bulaştırmayı becermesi ve böylece yaratabildiği katılaşma da bunun somut bir örneği. AKP "bırakamayacağı kadar çok iktidar" elde eder ve bunu korumak için sert bir direnç gösterirken, taraftarlarının önemli bir kısmını da -en azından duygusal olarak - bu çizgiye yakın tutuyor. Bu duygudaşlığın zayıflaması bir değişimi mümkün kılabilir ama endişe bakiyesinin siyasi baskısı o kadar kolay dağılmayacak.
Bugün içinde bulunduğumuz siyaset zeminini sadece 16 yıllık AKP iktidarı yaratmadı. Siyaset mimarisi, 12 Eylül rejiminin özellikle ekonomik tercihler bakımından ihtiyaç duyduğu "siyasal istikrara" göre şekillendi ve güncellendi. Çeşitli başlangıç ve bitiş tarihleri verilen bir parantezden bahsedilecekse, dünyadaki genel dalgayla da uyumlu kırk yıllık bir parantez bu. Türkiye'yi bu genel rotadan ayıran, merkezin daha erken çökmesine neden olan, özgün meselelerden, özel müdahalelerden, doğal akışı bozan kesintilerden bahsedebiliriz. Örneğin, 28 Şubat'ın bir "eksen kaymasını" durdurmaya mı yoksa dinamikleri "eksene uyduracak" aktör yenilemesine mi yaradığı tartışılabilir. Paranteze daha geniş bakınca, zorlamaların, kısa vadeli iktidar revizyonlarının aslında bir "değişime" değil, daha çok bir tamamlanmaya hizmet ettiği de iddia edilebilir. Yani her "durdurma", "değiştirme" olmayabilir.
Türkiye'nin içinden geçtiği, derinlerine ilerlediği sorun alanları genişliyor, çeşitleniyor. Ekonomiden başlayarak, yargı ve eğitim başta olmak üzere kurumsal altyapılardaki bozulmalar ile dış politikada iyice çetrefil hale gelen kriz potansiyelleri çok zorlu bir güzergah oluşturuyor. Böyle bir zemin, imkanların el değiştirmesi talebi veya rövanşist döngüden fazlasını gerektiriyor. Ciddi bir restorasyon programı, bazıları sıkıntılı acı reçeteler içerebilecek yapısal düzenlemeler, mevcut önyargıları kışkırtabilecek cesur / radikal açılımlar, iktidar değiştirmeye yetecek olandan daha büyük bir mutabakatı, "biz daha iyi yönetiriz" söyleminden daha büyük bir hikâyeyi gerektiriyor. Böyle olunca, AKP'yi değil ama - oy veren anlamında- AKP'lilerin bu sürece nasıl dahil edileceği gibi bir soru yokmuş gibi davranılması pek mümkün değil.
Dünya bir süredir, daha önce siyaset alanına ilgisiz duran rahatsız bir kalabalığın siyasete dönük anti-demokratik, anti-politik saldırısı altında. Demokrasinin kendi celladını yaratabildiği defalarca deneyimlendi, şimdi siyasetin anti-politik çoğunluk eliyle tasfiyesi tehlikesiyle yüzleşiliyor. 12 Eylül Anayasası, 28 Şubat süreci veya darbeler gibi acayipliklerle şekillenmemiş kıta Avrupası bile, korkutucu bir atmosferin, kutuplaştırmanın içine çekiliyor. Çünkü benzer günahların faturası ödeniyor. Örneğin, iktidarların pazarlık kalemi haline getirilen AB, merkezinde bile dışında bırakılan kalabalıkların hışmına uğruyor. Tıpkı, "her yerde böyle oldu" denilerek kapalı kapılar ardına taşınan "çözüm sürecinde" yaşandığı gibi, başta önemsenmeyen toplumsal destek sonradan yardıma gelmiyor. Siyasetin ve demokrasinin temel iddiasına geri dönmeden üretilen yamalar tutmuyor.
Baştaki soruya geri dönersek; muhalefetin 2019 veya sonrasında bir iktidar değişikliği için mevcut iktidarı ayakta tutan toplumsal dinamiklere ve tabana ilişkin bir perspektifi olması gerekiyor. Bu perspektif, bu kesimlerin kimlik iddialarıyla kurulacak ilişkiden çok, oluşturulacak yeni siyaset zemininde nasıl yer alacaklarıyla ilgili olmalı. Bu tabana oy çalınacak havuz olarak bakmak yerine, siyasetle ilişkisi değiştirilebilir potansiyel olarak yaklaşmak bir başlangıç olabilir. En iddialı sonuçlarda bile mevcut iktidarı destekleyenlerin yüzde 40'ların altına düşmeyeceği düşünülüyorsa, bir karşı "yok sayma" hamlesi çok gerçekçi görünmüyor. "Hele bir gitsinler sonra bakarız" demenin de açıklayıcılığı bir yere kadar. Bu yüzden, iktidarı değiştirmeyi de mümkün kılacak olan siyaseti değiştirme hamlesini merkeze (öne) almak daha önemli. Belki, başlıktaki soruyu fazla erken olmaktan çıkartan da budur. Siyaseti değiştirme iddiasını zorlamadan "daha beter" iktidar seçeneklerinden veya olasılıklarından sakınmak zor.