26 Eylül gecesi Mersin'in Mezitli ilçesindeki Polisevine bir terör saldırısı gerçekleştirildi. Kırk yıldır çeşitli terör örgütlerinin yaptığı korkunç saldırılara muhatap olduğumuz için, olaya ulus olarak çok üzülmekle birlikte büyük bir şaşkınlık yaşamadık. Ancak, iktidarın olaydan sonra yürütmeye başladığı ve buram buram propaganda kokan iletişim çalışmaları, birçok insan açısından beklenmeyen bir durumdu. Aslında AK Parti propaganda mekanizması uzun zamandır terör odaklı bir siyasal iletişim sürdürmeye çalışıyor. Fakat bu kez biraz daha ileri gitti ve bir terör saldırısını siyasi rekabette avantaj elde edebilmek için kullanmaktan imtina etmedi.
Saldırıdan sonra kısa bir süre içerisinde, olayı gerçekleştiren teröristlerden birinin daha önce CHP heyeti tarafından cezaevinde ziyaret edildiği ve tutuklu gazeteciler raporunda adının yer aldığı keşfedildi. Tabii ki, ertesi gün yayınlanan bütün iktidar gazetelerinde “CHP’nin Gazetecisi Polisi Şehit Etti” manşetleri yer alıyordu.
Bu arada PKK bir açıklama yaparak saldırıyı gerçekleştiren teröristlerin isimlerini ayrıntılı biçimde paylaştı ve iktidarın iddiasının aksine, Dilşah Ercan’ın saldırıda yer almadığını ileri sürdü. Ama propaganda makinesi çoktan harekete geçmişti ve sonuna kadar da yoluna devam edeceği belliydi. Nitekim saldırının üzerinden henüz bir gün geçmişken, bazı Mersin Büyükşehir Belediyesi çalışanlarına yönelik bir operasyon başlatıldı. İki ayrı kamera tarafından kaydedilen görüntüler iktidar televizyonlarında ve sosyal medyada sürekli döndürüldü. Haberi dikkatle takip etmeyenler bu operasyonların Polisevi saldırısı ile ilgili olduğunu zannedebilirdi, oysaki gerekçe terör örgütü propagandası yapmaktı. Bu nedenle, Mersin Büyükşehir Belediyesi üzerinden CHP’nin PKK ile ilişkisi olduğuna dair bir algı operasyonu yapıldığı ileri sürüldü. Operasyonlarda tutuklanan en üst düzey çalışan olan Mersin Büyükşehir Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanı Bedrettin Gündeş’e yapılan sorguda Mezitli saldırısı ile ilgili tek bir soru dahi yöneltilmediğini İsmail Saymaz köşesinde tüm detayları ile anlattı.
CHP sözcüleri iktidar tarafından yürütülen bu büyük propaganda ile ilgili sert açıklamalar yaparken, ikinci gün genel başkan Kılıçdaroğlu da devreye girdi ve saldırı esnasında ölen teröristin Dilşah Ercan olmadığı iddiasında bulunarak; “İki gündür kirli propaganda yürüten Erdoğan ve yaveri fotoroman Süleyman… Öldürülen teröristin DNA raporuna rağmen, tam 2 gündür yalan söylediniz, havuz medyanız manşetler attı. Oysa ben ne dolaplar çevirdiğinizi iki gündür biliyorum. Bile bile yalan söylediniz. Şimdi çıkın ve teröriste ait DNA raporunu açıklayın, bu millet bir kez ağzınızdan doğru bir şey duysun. Başsavcıya dosyaya el koyun dediniz. Başsavcıya sesleniyorum, o dosyayı gizlemeye çalışma, biliyoruz gerçekleri… Utanmıyor musunuz!” şeklinde Twitter’dan çok sert bir paylaşım yaptı.
Kılıçdaroğlu’nu hızlı bir biçimde yalanlayan İçişleri Bakanı Soylu ise teröristleri Polisevi’nin olduğu yere getiren taksi şoförünün olay yerinde bulunan kimlikten Dilşah Ercan’ı teşhis ettiğini ve bir parmakta da parmak izi eşleşmesinin sağlandığını belirtti.
Bu açıklamalardan bir süre sonra, parçalandığı iddia edilen Dilşah Ercan’ın yayınlanan bir video mesajda gayet “canlı” bir biçimde görevinin başında olduğunu söylemesinin ardından olay iyice karmaşık bir hâl aldı.
Bu yazıda artık yargının konusu olan bir dava ile ilgili detayları tartışmayı amaçlamıyorum. Hele teröristlerin 300 km’lik yolu paramotor (motorlu paraşüt) ile aştıkları yönündeki detayın propaganda kurgusuna iletişim ve ikna açısından katkılarını hiç irdelemeyeceğim.
İktidar, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana bir propaganda malzemesi olarak terörü yoğun ve stratejik biçimde kullanmaya çalışıyor. Bunların bir kısmında arzu ettiği iletişim ve siyaset hedeflerini gerçekleştirebildi, bir kısmında ise başarısız oldu. Ama her halükârda terör konusunun etkili bir malzeme olduğunun farkında ve propaganda argümanlarını süreç içerisinde revize ederek bundan sonra da kullanacağı anlaşılıyor.
O yüzden 2015’ten bu tarafa AK Parti propaganda çalışmalarında terör konseptinin nasıl kullanıldığına biraz daha yakından bakılması gerektiğini düşünüyorum.
İKTİDARIN TERÖR ODAKLI PROPAGANDASININ EVRELERİ
Geriye dönüp bakıldığında AK Parti’nin terör odaklı propaganda faaliyetlerinde birbirini takip eden üç farklı evre olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi 1 Kasım 2015 genel seçimi öncesinde yaşanan süreç, ikincisi 2019 yerel seçim kampanyası esnasında sürdürülen propaganda faaliyetleri, üçüncüsü ise 2022 bütçe görüşmeleri esnasında İçişleri Bakanı Soylu’nun TBMM’de yaptığı konuşma ile başlayan ve muhtemelen önümüzdeki seçim süreci boyunca devam edecek olan evre.
Birinci Evre:
7 Haziran 2015 genel seçimleri AK Parti’nin tek başına hükümet kurma olanağını kaybetmesine yol açtı. MHP ve HDP’nin hiçbir koalisyonda yer almayacaklarını açıklamalarından sonra ise muhalefet partilerinin de hükümet kuramayacakları ortaya çıktı. Anayasaya göre seçimin tekrar edilmesi gerekiyordu ve seçime kadar görev yapacak bir geçici hükümet kuruldu. Yaşanan bu iktidar boşluğunda ülkede bir anda terör fırtınası yaşanmaya başladı.
Terör dalgası nedeniyle, sürekli iktidarda olmaya alışkın milliyetçi ve muhafazakâr seçmenlerde otorite boşluğunun güvenlik riskleri ve kaos yarattığı endişesi güçlendi ve siyaset bilimi literatüründe “bayrak etrafında toplanma etkisi” olarak isimlendirilen reaksiyon ortaya çıktı. Yani ulusal veya uluslararası bir kriz esnasında seçmenlerin güçlü iktidarın etrafında kenetlenmeleri olgusu gerçekleşti. Nihayet 1 Kasım’da yapılan seçimde AK Parti yaklaşık yüzde 50 oy alarak yeniden tek başına iktidar oldu.
Bu süreç boyunca yürütülen propaganda çalışmalarında bir yandan iktidarın çözüm sürecindeki partneri olan HDP, PKK ile olan yakınlığı üzerinden yoğun bir biçimde kriminalize edilip PKK’nın siyasi kolu olarak konumlandırılırken, öte yandan da seçmenlerin güvenlik kaygıları ve kaos korkusu harekete geçirildi.
İkinci Evre:
2019 yerel seçimlerine giderken CHP ve İYİ Parti bazı seçim çevrelerinde ortak adaylar konusunda anlaştı. Kendi kazanamayacağı belediyelerin iktidar tarafından kazanılmasına yardımcı olmayacağını açıklayan HDP de birçok seçim çevresinde muhalefetin ortak adaylarını destekleyeceğini ilan etti. Bu durum iktidar açısından, sürdürmekte olduğu terör propagandası açısından yeni bir fırsat penceresi anlamına geliyordu.
Ülke yerel seçime gidiyordu ama MHP ile ortaklık kurmuş bulunan AK Parti, ülkeye beka sorununu tartıştırıyordu.
İkinci evrenin propaganda retoriği şöyle kurgulanmıştı: Birinci evrede görüldüğü üzere HDP PKK’nın siyasi koludur. CHP ve İYİ Parti HDP ile iş birliği yaptıkları için artık terör destekçisi olmuşlardır. Dolayısıyla eğer Cumhur İttifakı kaybeder ve Millet İttifakı kazanırsa, bunun sonucu ülkenin parçalanmasıdır; bu nedenle bekamız tehdit altındadır.
İkinci evrede, sadece basit bir mantık oyunu ile seçmenlerin çoğunluğunun tüm muhalefeti ülkenin varlığını tehdit eden terör uzantıları olarak görecekleri varsayılıyordu. Ama bilhassa metropol seçmenleri bu propagandaya çok fazla itibar etmedi ve iktidar bloku büyük kentlerde ağır seçim yenilgileri aldı.
Üçüncü Evre:
Yürütülen yoğun propagandaya rağmen seçmenlerin önemli bir kısmının muhalefeti terör işbirlikçisi olarak görmemesi, iktidarı başka teknikler geliştirmeye zorladı. Seçmenlerin ikna edilmesi için terörle ortaklığın ispat edilmesi gerekiyordu ve bunu sağlayacak somut durumların yaratılmasına ihtiyaç vardı.
Bu doğrultuda ilk hamle 2022 bütçe görüşmeleri esnasında İçişleri Bakanı Soylu’dan geldi. TBMM’de yaptığı konuşmada İBB'de çalışan 577 kişinin terör örgütünden kaydı olduğu iddiasını ortaya attı. Arkasından sosyal medyada bu kişiler, fotoğrafları ve tüm kimlik bilgileri ile teşhir edildi. Daha sonra ise İçişleri Bakanlığı müfettişleri İBB’de incelemeler yapmaya başladılar.
İktidar medyasının “PKK’nın İBB gassalları” olarak isimlendirdiği DİAYDER (Din Âlimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) mensubu ve Mezarlıklar Müdürlüğü bünyesinde çalışan çok sayıda din görevlisi de 2022 yılı içerisinde yargılanmaya başlandı.
Bu arada CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında, aralarında "PKK/KCK silahlı terör örgütü propagandası yapmak" da dahil olmak üzere çeşitli suçlardan mahkûmiyet kararı verildi, ama temyiz aşamasında terör örgütü propagandası yapma suçu iptal edildi.
SONUÇ
İktidar 2015’ten bu yana terör odaklı iletişimini geliştirerek sürdürüyor. Mersin saldırısından sonra başlatılan kampanyayı da CHP’nin terörle iş birliğini ispatlama taktiğinin bir uzantısı olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Ancak buraya kadar anlatılanlardan çıkarılması gereken esas önemli sonuç, seçim yaklaştıkça terör ile muhalefet partileri arasındaki ilişkiyi “deşifre etme” çabalarının artma ihtimalinin olduğudur.
Muhalefet partilerinin kendilerini bu propagandadan koruyabilmek için alabileceği çeşitli önlemler tabii ki mevcut, ama bunları başka bir yazının konusu yapmak daha doğru olacaktır.
Muhalefet partilerinin en büyük şansı ise iktidarın bütün gücü ve kudretine rağmen, propaganda faaliyetlerinde zaman zaman yaptığı hatalardır. Darbeyi enişteden, teröristi ise taksiciden öğrenen bir iktidar görüntüsü tabii ki inandırıcılık ve ikna açısından zaaflar yaratmaktadır. Ayrıca bu tür iddiaların gündeme sıkça gelmesi, kurgu/kumpas konusundaki hafızayı da harekete geçirecektir.
İnsanlar komplo senaryolarına ilgi duyar ama yine de çoğunluğu kararlarını akıl ile alır.