Judith Butler’ı bu aralar memleketimize davet etsek, nasıl olur?
Muhtemelen gümrüğe takılacaktır.
LGBTİ lafı bile memleketin ana ve asli meselesi haline getirilmişken Butler’a giriş izni verilir mi, şüpheliyim. Oldu ya, öyle veya böyle geldi, diyelim. Ama asla ve kat’a geçmişte yaptığı türden konuşmalara, konferanslara “fırsat verilmeyecektir”.
Oysa onu Cübbeli Ahmet Hoca’yla buluşturmakta sayısız fayda var. Bir imkân olsa da, yapabilsek…
Bildiğim kadarıyla Butler’ın Türkiye’ye ilk ziyareti 2010’da.
O zamanlar Kaos GL hareketi Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma etkinliği düzenliyormuş meğer. 2010’da bu buluşmaların beşincisi gerçekleştirilmiş. Hem de başkentte, Ankara’da. İzleyenlerin ifadesiyle salonun taştığı konuşma, bugün için asla ve asla düşünülemeyecek iki derdi başlığa taşıyor: Queer-Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset!
Homofobi Karşıtı Buluşma’ya ve Butler’ın alkış tufanıyla karşılandığı, salonunun dolup taştığı konferansa Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ev sahipliği yapmış. Buluşma ve konferans öncesinde Nevin Öztop Butler’la bir söyleşi gerçekleştirmiş, o da Mayıs 2010 Kaos GL Dergisi’nde yayımlanmış. Ne günlermiş!
***
Bitmedi.
Ankara’dan sonra bir söyleşi de İstanbul’da, Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenmiş. Burada da “performativity – precarity” kavramlarına odaklanmış Butler. Bu kavramların ilki, “cinsel özgürlüğün kamusal alanda görünür kılınmasını”, diğeri ise “norm dışındaki insanlara yönelik devlet kaynaklı şiddet”i; güvensizliğin eşitsiz dağıtımını konu ediyor. Bu bağlamda kamusal alan – özel alan, iktidar ve cinsiyet konuları da gündeme geliyor doğal olarak.
TOPLANMA HAKKI YA DA 'HALK' KİMDİR?
Butler’ın İstanbul’a ikinci -ve galiba son- ziyareti 2013’te, Bienal kapsamında gerçekleşmişti. Yine Boğaziçi Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı, izleyicileri arasında olduğum konuşma, Toplanma Hakkı ya da “Halk” Kimdir? başlığını taşıyordu.
Lale Müldür’ün dizesiyle, Anne Ben Barbar mıyım sorusuyla kamusal alana odaklanan 13. İstanbul Bienali, tam da bunun kavgasının verildiği Gezi hareketi sürecinde gerçekleştirilmişti.
Ne yazık ki artık aramızda olmayan Fulya Erdemci’nin küratörlüğündeki Bienal, Erdemci’nin ifadesiyle, “homojen ya da tek bir irade altında birleşen bir kamu veya halktan söz etmenin imkansızlığı” gerçeğinden yola çıkıyor, “farklı ve çoğunlukla da çatışan çoklu dünyaların nasıl bir araya gelebileceğini, birlikte nasıl var olabileceğini ve kolektif hareket edebileceğini araştırmayı hedefliyor”du.
Butler, Haziran 2013’de başlayan ve gerçek bir barbarlıkla, şiddetle karşılanan hem kuramsal hem fiili, fiziki kamusal alan – mekân savunması sürecinde yaşananları gözeterek mi belirlemişti seminer konusu ve başlığını, doğrusu merak konusu. Değilse, sağlam bir öngörüyü işaret ediyor Toplanma Hakkı ya da “Halk” Kimdir sorusu.
Konuşma temel olarak şu saptamaları ve soruları içeriyordu:
*Toplanma hakkı bireysel olarak yerine getirebilecek bir hak değil; öyleyse toplanma hakkı iddiasında bulunan çoğulluğu nasıl ele almalıyız?
*Halkın toplanma hakkı iddiasında bulunduğu görülüyor; pekiyi halkı kim, nasıl tanımlıyor?
* Bu toplanmalar, hak iddiasında bulunmanın ne demek olduğuna dair düşüncelerimizi nasıl etkiliyor?
*Hak iddiaları sadece sözel olarak değil; aynı zamanda eylemlerle, eylemsizlikle, jestler ve sessizlikle de dile getirilirler. Hatta, beyanı da kapsayan bir bedeni irade olmaksızın toplanma özgürlüğünden söz edilemez.
*O halde, toplanmanın bedenlerin müşterek hareketini varsayan tuhaf durumuyla birlikte, toplanma ve dayanışma bir kez daha iç içe geçerek bir gerçek haline geliyor. Beden aracılığıyla sergilenen bu hak ne tür bir haktır, ve bu hak talebini dile getirenler kimlerdir?
*Halk yoksa bu mudur?
On yıl önce yaşadıklarımız, sorularımız ve gündemimiz bunlar. Şimdi ise bambaşka alemlerdeyiz.
'KAÇ SEVAPTAN, KURTUL GÜNAHTAN'
On yıl önce şiirin, bienalin eşlik ettiği, kendimizi, kentimizi, kamusallığı iktidarın tasallutuna karşı korumanın ve savunmanın mesele edildiği gündeme şimdi Cübbeli Ahmet Hoca ve saz – söz arkadaşları yön veriyor!
Seçim sürecinde Kandil’den, onunla işaret edilen “terör”den daha öncelikli, ana tehlike olarak LGBTİ dört koldan sahneye sürülürken tam da Gezi’nin onuncu yılında, Haziran başında bir kamusal alan tehlikesi karşısında “aman ha” uyarısı geldi Cübbeli’den: Erkek erkeğe tokalaşmada tehlike var!
Tokalaşmada tehlike var. Çünkü neden? Belki bir adam karşı taraftaki adama cinsel meyil duyar, onunla tokalaşma bahanesiyle elini bırakmaz. Şüphelendin, baktın fazla samimiyet oldu. On sevap eksik olsun de, çek elini.
Aman dikkat, ne olur, ne olmaz. Erkek erkeğe hallenebilir. Cübbeli Hoca biliyor, “İnsan olan her yerde her şey olabilir.” Camide, tekkede, Mekke'de, her yerde! Kitapta yok ama Cübbeli sözü: Kaç sevaptan, kurtul günahtan!
El tutuştun derken, belli mi gönlü kayıverir insanın. Önce onun gönlü sana, derken senin ona…
Baksanıza, Fatih Altaylı’nın “can çekecek bir tipi yokmuş” Cübbeli Hoca için. Yoksa…
Dedik ya insan bu!
***
Ne yapıp edip Judith Butler’ı bir daha getirelim İstanbul’a.
Konuşmasına gerek yok bu kez. Cinsiyet Belası’na başka bir cepheden bakmak üzere saha çalışması yapsın. Teoriyle olmuyor bu işler. Cübbeli’yle görüşmesinde de yarar var.