Geçtiğimiz hafta TCMB, politika faizini 5 puan daha artırarak yüzde 30’a yükseltti. Faiz kararı ile ilgili yapılan açıklamada, faiz artışlarının ve parasal sıkılaştırma adımlarının devam edeceği mesajı verildi. Bildiğiniz gibi, faiz artışlarının temel gerekçesi iç talebi sınırlamak. Yani hanehalklarının tüketim harcamalarının sınırlanması, firmaların ise yatırımlarına ara vermeleri, bu tip faiz artışlarının beklenen sonuçları.
Harcamaların ve yatırımların sınırlanmasının enflasyonu kontrol altına alacağı varsayımına dayanan bu yaklaşım, işsizliğin artması ya da reel ücretlerin baskılanması gibi gelişmeleri çözülmesi gereken birer sorun olarak görmüyor. Aksine, bu tip gelişmeler, enflasyon sorununun çözülmesi için katlanılması gereken bir ‘acı reçetenin’ zorunlu bileşenleri olarak görülüyor. Zaten dikkat ederseniz acı reçetenin muhatabı, enflasyon döneminde süper kârlar açıklayan firmalar değil; ücretli çalışanlar, yani geniş toplum kesimleri.
KAYIP MUHALEFET!
Peki, ekonomi yönetimi bu yaklaşıma dayanarak faizleri artırıyor ve hayat pahalılığı krizinin faturasını emekçilere çıkarıyor. Ya Altılı Masa muhalefeti ne yapıyor? Genellikle sessiz bir onay var. Bazıları, ekonomi yönetiminin tutarsızlıklarını ortaya koyuyor; diğerleri ise ‘dediğimize geldiniz’ diyerek, kendilerince haklı çıktıklarını ileri sürüyorlar. Hatta Altılı Masa ile aynı dalga boyunda hareket eden ekonomi yorumcuları, iktidarın uyguladığı kemer sıkmayı az bularak daha fazlasını istiyor! Sonuçta hem vergi artışlarının hem de kredi sınırlamasının ortaya çıkardığı maliyetlerin açık bir şekilde ücretlilerin sırtına yüklendiği bu programı yüksek perdeden eleştiren kimse ortada görünmüyor!
Bu gelişme bize iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet olduğu gerçeğini bir kere daha göstermektedir. Muhalefetin iktidarla bu şekilde bütünleşmesi pek sık rastlanır bir durum değil. Bu nedenle tartışılmayı hak ediyor. Bu yazıda, ne oldu da karşımızda iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet tablosu oluştu sorusuna verilebilecek bazı yanıtları ele alacağım.
AYNILAŞAN PARTİLER
Muhalefetteki siyasi partiler, programatik olarak iktidarla aynı görüşü savunsa da pragmatik olarak muhalefet edebilir. Bu durum, genellikle ekonomi politikası ya da dış politika alanında görülüyor. Örneğin, günümüzde birkaç istisna dışında hemen tüm ana akım partiler kemer sıkma programı ve içeriği konusunda hemfikir.
İşin özüne baktığımızda bu durum onların ‘burjuva partileri’ olmalarından kaynaklanıyor denilebilir. Daha konjonktürel olarak bakarsak, özellikle 1990’lardan itibaren sosyal demokratların neoliberal politikaları benimsemesi sonucunda siyasi partilerin ekonomi programlarındaki farklılıkların giderek azaldığını da görebiliriz. Ancak yine de bu gerekçeler, iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet gerçeğini açıklamaya yetmez. Bir örnekle konuyu açmaya çalışayım, kısaca 1990’lara dönelim.
İSTİKRAR PROGRAMLARININ AÇMAZI
Çok değil, AKP öncesi döneme, 1990’lara geri döndüğümüzde, iktidarların ekonomik zorluklar karşısında ne kadar büyük sorunlar yaşadıklarını, hatta istikrar programlarını uygulamaya girişmenin, iktidardan düşmenin yolunu açtığını görebiliriz. 10 yılda 11 hükümet kurulmasının nedenlerinden biri de istikrar programını uygulamanın yarattığı güçlüklerdir. Bu durumu daha önce, ‘istikrar programlarının açmazı’ olarak değerlendirmiştim.
Mekanizma kısaca şöyle işliyordu: IMF destekli bir istikrar programını uygulamaya girişen iktidarın toplumsal desteği kısa sürede geriler ve güçlü toplumsal muhalefet, kurumsal muhalefeti -deyim yerindeyse- önüne katarak iktidarı erken seçimlere zorlar. Dolayısıyla bir istikrar programının uygulanmasını iktidarlar açısından ‘açmaz’ haline getiren, toplumsal ve kurumsal muhalefettir. Geçtiğimiz 20 yıl, önce ilkinin tasfiye edildiği ve baskılandığı, ardından da ikincisinin içerildiği bir süreç yaşanmıştır. Bu nedenle iktidar, bir istikrar programını uygulamakta artık daha cesur hareket edebilmektedir.
TOPLUMSAL MUHALEFET NEDEN ÖNEMLİ?
Demek ki, günümüzde iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet varsa, bunun gerisinde toplumsal muhalefetin baskılanması ve tasfiyesi yatmaktadır. Otoriterleşme başlığında yapılan tartışmanın özü, toplumsal muhalefetin tasfiyesidir.
Bu neden önemli? Şu yüzden: Toplumsal muhalefetin grevlerle, gösterilerle, panellerle, forumlarla, bilimsel çalışmalarla ya da sanatsal yapıtlarla oluşturduğu kamuoyu baskısı, farklı siyasi aktörleri çeşitli şekillerde etkileyebilir. Örneğin sosyal demokrat partiler tarihsel olarak bu toplumsal baskıyı sönümlendirmek ve sisteme entegre etmekle uğraşırken, sosyalist partiler/akımlar bu toplumsal baskıyı büyütmeye uğraşmaktadır. Diğer sağ partiler ise bu baskıyı kendi iktidar stratejileri için bir araç olarak kullanma eğilimindedir. Yaptığı etkiler farklı olsa da, toplumsal muhalefet, gerek doğrudan iktidar üzerinde yarattığı baskıyla, gerekse yarattığı kamuoyu baskısı dolayımıyla kurumsal muhalefetin gündemini şekillendirir.
2000’li yıllarda liberal kalemler tarafından Türkiye’nin AB’ye uyum yolunda ‘demokratikleştiği’ ileri sürülürken, esasında yaşanan toplumsal muhalefetin ve onun da çekirdeğini oluşturan emek hareketinin tasfiyesi olmuştur. 2010’daki TEKEL direnişi ile nihayete eren geniş çaplı özelleştirme uygulamaları, emeğin siyasal, toplumsal ve ekonomik etkisini kırmıştır. Bir kere emek hareketi tasfiye edilmiş ve toplumsal muhalefet baskılanmış olursa, iktidarların uyguladığı ekonomi politikasına gelebilecek toplumsal itirazlar da sınırlanmış olur. Yaşadığımızın kısa özeti bu.
İKTİDARA ÇALIŞAN MUHALEFET!
Bu durum kurumsal muhalefet için ilginç bir olumsuz geri besleme mekanizması yaratıyor: Muhalefet iktidarla bütünleştiği oranda, halktan uzaklaşıyor. Bunun iki nedeni var.
İlki, muhalefet zaten iktidarın uygulayacağı şeyi uygulayacaktıysa, seçmen açısından değişimin yaratacağı maliyete katlanmak anlamsız hale geliyor.
İkincisi, normalde kemer sıkma tedbirleri iktidarın toplumsal meşruiyetini aşındıracakken, muhalefetin bu tedbirleri onaylaması ya da en azından sert bir şekilde eleştirerek bir alternatif önerememesi, iktidara teknik bir meşruiyet kazandırmaktadır. Bu durumda kendi seçmeniyle bağını güçlendiren muhalefet değil yine iktidar olmaktadır.
CENDEREYİ KIRMAK
Kısacası, bugün gerek enflasyon karşısında reel ücretlerin gerilemesinde, gerekse kurumsal muhalefetin iktidarla bütünleşmesinde, 2000’li yıllarda toplumsal muhalefetin tasfiyesi ve baskılanması yatmaktadır. Eğer bu tespit doğruysa, sadece seçimlere odaklanmak yerine, nasıl olur da toplumsal muhalefet olanakları daha da genişleyebilir sorusuna kafa yormak, sıkıştığımız bu cendereyi kırmanın yegâne yolu olarak görünüyor.