İlham Bakır: Türkiye’de çok sayıda belgesel sinemacı hapsedilmekle tehdit ediliyor

Yönetmen İlham Bakır ile belgesel sinemayı konuştuk. Bakır, "Bugün Türkiye’de çok sayıda belgesel sinemacının üretim aşamasında önüne ciddi engeller çıkarılmakta, bir şekilde film üretmiş olanların üretimlerinin paylaşılmasına izin verilmemekte, paylaşılan filmlerin yönetmenlerine ciddi hapis cezaları verilmekte, hapsedilmekle tehdit edilmektedirler" dedi.

Abone ol

DUVAR - 1968 yılında Bitlis’te doğan İlham Bakır, 1989 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun olur. Çeşitli liselerde ve özel bir üniversitede edebiyat, drama ve senaryo dersleri verir. Öykü, tiyatro oyunu ve senaryo yazan “tutukluluk, cezaevi, tekrar eden gözaltılar gibi devletle netameli bir ilişkinin sürdüğü 25 yıllık bir İzmir yaşamından sonra” Diyarbakır’a taşınır. Sinema dersleri verdiği Cegerxwin Sanat Akademi’sinden KHK ile ihraç edilir. Akademi kapatılsa da “bir şekilde sürdürdük akademi çalışmalarını” diyen Bakır, iki farklı günlük gazetede ağırlıklı olarak sinema yazıları kaleme alıyor. Pek çok belgesel film yöneten Bakır, şu günlerini, “Bu arada film yapmaya çalışıyorum, daha çok olarak güvenlik güçlerinin engeli, maddi olanaksızlıklar ve başka talihsiz sebeplerden genelde filmlerimi tamamlayamıyorum” diye özetliyor ve ekliyor: İtalya’dan yarım kalan filmler festivalinden ödülüm var.

İlham Bakır ile bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını konuştuk.

İlham Bakır

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Ben belgesel sinemanın gerçekle bağının, kurmaca sinema üretiminden yahut herhangi başka bir sanatsal yaratımdan daha fazla gerçeğe sadık olduğu ya da olması gerektiğini düşünmüyorum. Gerçeğin ne olduğu ve gerçeğe bağlı kalma meselesi, nereden bakıldığına göre son derece tartışmalı bir mevzu. Sanat ile gerçek yahut gerçeklik arasındaki bağı belirleyen, belgesel sinema, kurmaca sinema, edebiyat ya da müzik gibi hangi sanat dalıyla estetik yaratımı gerçekleştirdiğiniz ile değil nasıl bağ kurduğunuz ile ilgilidir. Sanatın gerçekle kurduğu ilişki sanatçının nasıl sorusuna verdiği cevap ile ilgilidir yani. Dolayısıyla yaptığım filmin kurmaca ya da belgesel oluşu, işlemek, örmek istediğim fikrin hayalle, gerçekle, kurguyla kurduğu ilişkiyi değiştirmiyor. Estetik yaklaşımımı da belirlemiyor. Nasıl sorusu kendimizi yaşam içinde nasıl konumlandırdığımız, nasıl kurduğumuzla da son derece ilgilidir aynı zamanda. Öyleyse yaşamımızı ileriye taşırken ya da geriye düşürürken, yaşamımıza etki eden gerçekle, gerçeklikle “nasıl” ilişki kuruyorsak estetik bir yaratımda da aynı “nasıllık”tır bizi belirleyen. Çünkü “nasıl” sorusu sanatsal yaratımda estetik yaklaşım kadar etik yaklaşımı da kullanacağımız yöntem ve araçları da kökünden belirleme gücüne sahiptir.

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Aslında daha ta başından yani belgesel sinema, kurmaca sinema diye bir kategorizasyona gidilirken başlıyor haksızlık. Yukarıda savunduğum görüşlerime de yaslanarak böyle bir ayrımın estetik açıdan bir anlamının olmadığı gibi belgesel sinema diye ayrımlanan sinemanın ciddi bir ayrımcılığa tabi tutulmasının da önünü açtığını düşünüyorum. Belgesel sinemaya bir de gerçeğe bağlı kalarak enforme etme, aydınlatma, hatta muhalefet etme görevi verilince belgesel sinema çok ağır bir yükün altına giriyor. İnsanlar gerçek bir durumu, olayı anlattığını düşündükleri şeyi sıkıcı buluyor yahut korkuyor gerçekten. Özellikle de iktidarlar için son derece potansiyel bir tehlike olarak kodlanmasını getiriyor belgesel sinemanın bu durumu beraberinde. Ben Türkiye’de ve dünyada belgesel sinemanın (soru böyle sorulduğu ve hâlihazırda bu ön kabul ve kavramlaştırmayla bu kategorizasyon yapıldığı için ben de belgesel sinema diyerek kuruyorum cümleleri mecburen) önemsenmediğini değil bilakis çok önemsendiğini, bu yüzden de üretiminin ve dağıtımın çeşitli yollarla engellendiğini düşünüyorum. Çünkü kurmaca sinema, sanki gerçekle bir ilişki kurmak zorunda değilmiş gibi, ele aldığı her şey tamamen hayal ürünü imiş gibi, eğlendiren yanı öne çıkarıldığı için, eğer toplumun muhalefet ihtiyacı varsa bu kurmaca sinemayı çok da ilgilendirmeyen bir şeymiş gibi bir algı yaratıldığı için sıkıcılık, muhalefet, bilgilendirme gibi sevimsiz görevler belgesel sinemaya kalıyor. İktidarların hışmı da belgesel sinemaya ve sinemacılara yöneliyor dolayısıyla. Polisin bu konudaki tavrını çok esas alıyorum ben.

Çektiğin film eğer kurmaca ise bırakalım engel olmayı, polis yardımcı olmaya bile çalışıyor. Ama eğer belgesel çekiyorsan, polis, altında rahatsız edici, tehlike arz edebilecek bir şey arıyor ve ne olur ne olmaz diye kendi sorumluluk sahasında bir belgesel filmi mümkünse çektirmemeye çalışıyor. Aslında belgesel sinemacıya gazeteci muamelesi yapılıyor ve ortaya çıkmaması, ifşa edilmemesi gereken bir gerçeği ortaya çıkaracak korkusuyla yaklaşıyor. Ağırlıklı olarak belgesel film yapan biri olarak hayır kendimi üvey evlat gibi görmüyorum. Hatta evlat gibi de görmüyorum. Kendini evlat gibi görmek, bir otoriteye ram olmayı da beraberinde davet ediyor zira.

'YENİ BİR YORUM İÇERMEYEN BELGE YARATMAYA DAİR ÜRETİMLER SİNEMA OLARAK ADLANDIRILAMAZ'

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Evet, bugün çok yaygın bir estetik, bir yaratıcı eyleme dönüşen sinemanın başlangıcını bir hareketi belgeye dönüştürme motivasyonu doğurmuştur. Mizansenin ve kurgunun dâhil olması ile belgeleme motivasyonu yerini estetik bir motivasyona terk etmiştir. Hareketli görüntü yoluyla olguların belgelenmesi gazetecilik faaliyetine benzer bir motivasyonla devam ederken, olguların, gerçeğin, estetik bir yoruma tabi tutularak verilmesi hareketli görüntüyü sinema sanatının doğuşuna sevk etmiştir. Aslında bir tür gazetecilik faaliyeti gibi yürüyen belge yaratma ile gerçeğe, olgulara, durumlara yaklaşım ve belge yaratmayı estetik yorumlamaya tabi tutma eyleminin her ikisinin de belgesel sinema olarak adlandırılması, belgesel sinema-kurmaca sinema ayrımını doğuran temel nedendir. Belge yaratmanın sanatla, estetikle, sinema ile herhangi bir ilgisi yoktur. Tek ortak yanları ses ve görüntü kaydeden cihazları kullanıyor olmalarıdır. Çok uzun süre belgesel sinema diye adlandırılan üretimler aslında estetik bir yorum içermeden üretilmiş filmlerdir.

Bugün kurmaca belgesel ayrımı özellikle belgesel sinemacılar tarafından ciddi olarak tartışılmakta ve bu ayrımın anlamsızlığı ortaya çıkarılan üretimlerde gösterilmektedir. Ben de bugün geldiğim yer itibari ile bu ayrımın anlamsızlığına inanmakla birlikte bu düşüncelerimi şimdiye kadar çektiğim filmlerde hayata geçiremediğim gibi izlediğim yeni filmler, yaptığım okumalar bu konuda netleşmek yerine kafamı daha da karıştırıyor. Beş altı yıldan beridir çekmekte olduğum bir belgesel filmi bir türlü bitiremiyorum. Olanaksızlıklar ve engellemeler filmi bitiremememde bir sebepken asıl sebep belgeselime konu olan bu elimde tuttuğum, dokunduğum, yaşadığım gerçekliği nasıl yorumlayacağıma dair öğrendiğim yeni bilgiler ve her yeni bilginin yaşadığım kafa karışıklığını arttırmasıdır. Fakat bu süreci çok öğretici bir süreç olarak görüyorum. Bence sonuç itibari ile estetik eylemin kendisi, var oluşumuza, varlığımıza dair yeni bir yorum getirmek, yeni bir söz söylemektir. Yeni bir yorum içermeyen, yeni bir söz söylemeyen belge yaratmaya dair üretimler sinema olarak adlandırılamaz. Tabii yaratılanın, yeni bir yorum, yeni bir söz olup olmadığı da kendi içinde başka bir tartışmayı yaratacaktır.

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün video çekme ve belge yaratma araçları çok demokratikleşmiş, yaygınlaşmış ve çok kolaylaşmıştır. Bu potansiyel olarak çok sayıda ve çok özgün yaratımların ortaya çıkmasının olanaklarını da arttırmıştır. Ama aynı zamanda çok sayıda birbirinin benzeri çöp görüntünün de çok yaygın kanallardan üzerimize boca edilmesinin de önünü açmıştır. Bu kadar yaygın biçimde video üretilebilmesinin ve bu videoların çok sayıda paylaşım kanalına sahip olmasının beraberinde yeni, özgün türlere ve ifadelere olanak sağlayacağına inanıyorum. Niteliği olan üretimler bir şekilde bu çöplüğün içinden sıyrılmayı başaracaklardır. Bu başlık altında belgesel sinema ile ilgili olarak yukarıdaki sorularda birtakım cevaplar verdim. Sanatsal bir eylem, estetik bir üretim, bilgi taşıma, enforme etme gibi bir motivasyonla gerçekleşmez. Fakat gerçekleşen üretim aynı zamanda kaçınılmaz olarak bir bilgiyi de taşıyacak, kimi konularda enformasyon da gerçekleştirecektir. Bilgi üretmek, insanlara enformasyon vermek, bir konuda duyarlılık yaratmak amacıyla yapılan çokça belgesel film var. Fakat bunlar sinemasal ürünler olarak değerlendirilemez kanaatimce. Ama bu onların önemini azaltmaz ve bir belgesel sinema üretiminden daha az değerli değillerdir. Hele bizim gibi antidemokratik iktidarların egemen olduğu, gazetecilik faaliyetlerinin gerçekleştirilemez olduğu ülkelerde toplumu enforme eden belgesel film üretimleri çok çok değerlidir. Fakat daha önce de dediğim gibi bunların değerli ve önemli olması da tek başına onları sanatsal bir yapıt haline de getirmez, onları belgesel sinemaya dâhil filmler yapmaz.

'TÜRKİYE'DE ÇOK SAYIDA BELGESEL SİNEMACI HAPSEDİLMEKLE TEHDİT EDİLMEKTE'

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Baskıcı, antidemokratik yönetimlerin iktidar olduğu ülkelerde gazeteciler ve belgesel sinemacılar iktidarları deşifre etme, toplumu bilgilendirme görevi üstlendikleri için doğal olarak egemenlerin hışmına uğruyorlar, uğrayacaklardır. Böylesi ülkelerde gazetecilik faaliyeti çok sınırlandığından belgesel sinemacılar aynı zamanda toplumu enforme etme görevini de üstlenmek zorunda kalıyorlar. Üretimlerinin içine estetik yorumu dâhil etmiş yahut sadece belge yaratan belgeselciler fark etmiyor iktidar açısından. Belgesel sinemacılar, kurmaca sinema yapanlara oranla endüstriyel film üretme çarkından görece daha bağımsız oldukları için iktidarlar tarafından kontrol ve yönlendirmeleri de daha zor olmaktadır. Bu durumda iktidarın zor ve baskı aygıtı belgesel sinemacılar için devreye girmektedir. Bugün Türkiye’de çok sayıda belgesel sinemacının üretim aşamasında önüne ciddi engeller çıkarılmakta, bir şekilde film üretmiş olanların üretimlerinin paylaşılmasına izin verilmemekte, paylaşılan filmlerin yönetmenlerine ciddi hapis cezaları verilmekte, hapsedilmekle tehdit edilmektedirler.

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Film paylaşım mecralarının bu kadar yaygınlaşması, dijitalleşmesi elbette özellikle bağımsız sinemacılar için sinema salonu tekellerinin engelinden kurtulma ve filmlerini seyirci ile buluşturma anlamında önemli olanaklar ortaya çıkarmıştır. Fakat her ne olursa olsun, egemenleri zorlayan, ezilenler için fırsatlar ortaya çıkaran hangi gelişme olursa olsun eğer alttakiler lehine doğru bir örgütlenme geliştirilemezse bu tür krizlerin ve fırsatların kazananı yine kapitalistler, egemenler olacaktır. Yoksa sadece belgesel sinemacılar değil bağımsız film yapan kurmaca sinemacılar da bu mecralarda da kendilerine yer bulamayacaklardır. Zaten bütün mesele, egemenlerin yarattığı mecralarda var olmaya gayret göstermek değil ortaya çıkan bu fırsatları değerlendirerek kendi üretim ve paylaşım mecralarımızı yaratmaktır. Bu da ancak örgütlü ve dayanışmacı bir tarzı esas almakla mümkün olacaktır.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Kısa bir süre önce bir kısa kurmaca film çektim. Bu da bir kısmı çekilmiş, yarım kalmış bir filmdi. İki yıl önce çekimleri jandarma tarafından durdurulmuştu. Her iki çekim arasına iki yıl girmesi çekim mekânı ve benim sinema anlayışımda ortaya çıkan değişimler filmi hibrit bir estetik yaklaşıma taşıdı. Kurgudan sonra ortaya nasıl bir şeyin çıkacağını, iki çekimin birbiriyle nasıl uyuşacağını ben de merak ediyorum doğrusu. Yukarıda söz ettiğim beş altı yıldır çektiğim bir belgesel film var. Bu filmim için aslında önemli destekler alma şansı yakaladım. Geçen yıl Antalya Film Festivali’nden Work In Progress Ödülü aldım. Bu sayede çok sayıda uluslararası atölyeye filmimi taşıma ve bu platformlarda filmin hikâyesini ve estetiğini geliştirme şansım oldu. Yurt dışından yapımcı bulma olanağına kavuştum. Fakat maalesef pandemi nedeniyle pek çok destek ve uluslararası ortak yapımcılık faaliyeti askıya alındığı için şimdilik bu şans beklemeye girmiş durumda. Her hâlükârda bu filmimi bitirmek önümdeki dönem temel uğraşım olacak. Ben öykü yazarıyım, öykü yazmayı çok seviyorum. Başladığım bir öykü kitabım var, ona yoğunlaşacağım. Bir distopya romanı fikrim var. Küçük bir taslağı oluşmuş durumda kafamda. Diyarbakır cezaevini anlatan senaryolaştırdığım ama çekemediğim iki hikâyemi roman olarak yazma planım var. Zaman akıp gidiyor ben bu planları yaparken ve bu planları hayata geçiremezken. Bazen geç kaldığım duygusu beni çok tedirgin ediyor, motive etmek yerine beni üretimden düşürüyor. Bakalım ben de merak ediyorum bütün bunları yapıp yapamayacağımı.