İlhan Berk 100 yaşında!
Birçok şair zamanla sadece biyolojik olarak değil duygu, düşünce, duyarlılık olarak da yaşlanırken İlhan Berk gençleşmiştir. Yaşamını yitirmeden kısa bir süre önce yayımlanan şiirlerinde de modern Türkçenin en genç şairi olarak görünmüştür. Çünkü merakını, araştırma, sorgulama çabasını hep sürdürmüştür.
DUVAR - Neredeyse bütün ömrünü şiire vermiş İlhan Berk’in de adı artık “dalya” diyen şairler listesinde. 18 Kasım 2018’de 100 yaşına giren İlhan Berk, yeryüzünün birçok bölgesinde halkların ateşten gömlek giydiği dönemde, Manisa’da dünyaya merhaba der. Modern Türkçe şiirde sessizliğin, yokluğun, boşluğun da bir dili olmuşsa onu ilk bulan İlhan Berk olmuştur. İşte bir örnek:
Sessizlik
de
bilinmek ister
hakkı bu
Şiirin ve dilin güzel ırmağı onun şiirlerinde akmaktadır. Aşağıdaki şiir “Güzel Irmak” başlığını taşıyor:
Küçüğüm. bu senin sesin, güzel ırmak
Önce rüzgârın öptüğü, sonra benim öptüğüm
Bu bitmemiş şiirler senin ayak bileklerin
Soluğun, kokun, karnın, gölgeli gözlerin
Bu böyle çözülü göğsün, enine boyuna dudakların
Sabahlara kadarki büyük gözlerin böyle
Bu dal gibiliğin, saçların, kırmızı ağzın
Bu üstünde onca seviştiğimiz yatak sonra
Sonra bu benim anı artığı eski yüzüm
Tüylerin, tay boynun, küçücük çocuk ellerin
Böyle yukarıdan aşağı gidiyorum seni
Karışıyor, korkunç, ellerimiz ayaklarımız
Birçok şair zamanla sadece biyolojik olarak değil duygu, düşünce, duyarlılık olarak da yaşlanırken İlhan Berk gençleşmiştir. Yaşamını yitirmeden kısa bir süre önce yayımlanan şiirlerinde de modern Türkçenin en genç şairi olarak görünmüştür. Çünkü merakını, araştırma, sorgulama çabasını hep sürdürmüştür. Şu dizeler “Şeyler” kitabında yer alan “Taşlar” başlıklı şiirinden:
Taşları okumayı
Öğrenmelisi
Onlarla
Yürümeyi de
Bir şiir araştırmacısı, bir dil emekçisi olarak çalışmıştır. Şiiri araştırmayı, şiir dilini didik didik liflerine ayırarak anlamsızlığın anlam sınırında yeni anlamlar oluşturması onu, modern Türkçe şiirde öncü olduğu kadar ölümsüz yapıtların da şairi yapmıştır. Şu dizeler “Homeros İçin” adlı şiirden:
Dünyanın bütün iyi şairleri gibi
İnceledi kurdu kuşu, azgın denizi
Günün ilk yalazlarını ilk balkımaları
Bunun için Homeros yalnız Homeros’a benzer
İkinci Yeni’nin şiirsel değer ve yargılarının oluşması, anlaşılması, kabul edilmesi için deyim yerindeyse amansız ve kararlı bir direniş sergilemiştir. “Poetika” şiiri, tüm deneyimini özetler adeta. O şiirden kısa bir bölüm okuyalım:
Nasıl bir şiir mi
yoldan çıkmış nesneleri anlatan bir şiir
yalınayak bir şiir
onmaz bir şiir
evlere su taşıyan bir şiir
çamurun elinden tutan bir şiir
dilin uyku hali bir şiir
iblisle el ele dolaşan bir şiir
tüküren bir şiir
dağa çıkan bir şiir
tarla sulayan bir şiir
varolup da varolamayanlar için bir şiir
kıyamet habercisi bir şiir
imkansız bir şiir
içinde kusulan bir şiir
gözükara bir şiir
hayır diyen bir şiir
çılgın aşk bir şiir
suç işleyen bir şiir
bir kibrit kutusunu anlatan bir şiir
İkinci Yeni’den çok önce, 1947’de yayımlanan “İstanbul” kitabı aslında “yeni şiir”le ilgili birçok şeyin yanı sıra İlhan Berk’in, gelecekte “yüz yaşında genç bir şair” olacak ismin de doğumunu haber verir niteliktedir.
işte 1944 sabahının insanları
Balıkçılar işçiler çocuklar
Çocukların kursakları ufacık
Elleri şiş
Kadınlar birbirlerine tutunup yürüyorlar
Ne kadar mümkünse o kadar mahzun insanlar
işte gazeteler muhakemeler karaborsa
Ticaret siyaset propaganda
Her yerde sıcak nefesi insanların
Balıkçı motorları sırt sırta verip durmuşlar
Tramvaylar havayı oyup geliyor
Aç lstanbul tok lstanbul'a doğru taşınıyor
Sen köprünün demirine arkanı verip durmuşsun
Uzağındasın yanan şehirlerin
Yalnızlık Allah'a mahsustur
Yüreğini ortaya koymuş bakıyorsun
Paris'i lstanbul'u Zonguldak'ı yapanlarla yüreğin
Kulağın hep çalışan insanların sesinde
Haliç'ten gürültüler geliyor
Bu işbaşı düdüğüdür
Çalışan halkın ölümsüz halkın
Taze ekmek kokusu ilk Küçükpazar fırınlarından yayılır
İlk Unkapanı köprüsü kıpırdar
Suratları asık adamlar geçer
Bir bulut başını çıkarıp kaybolur
Sevenlerin, bugün olduğu gibi gelecekte de eksik olmasın şair…
ŞİİRLE MİSİLLEME
Şiir olup da hayata, aşka ve dünyaya misilleme olmayan yapıt var mıdır? Elinize alır almaz soru sorduran kitapla “işiniz” var demektir. Ama iyi ki de var demektir. Kitapla “işinin olması” hem şairler, yazarlar açısından hem de okur için olumlu bir duruma işaret eder aslında.
Salih Mercanoğlu’nun okurla buluşan son kitabı sordurduğu sorularla da dikkat çekiyor. Mercanoğlu’nun beşinci şiir kitabı, okurla “Şiir Kısa Aşk Uzun” adıyla buluştu. Ankara 1959 doğumlu Mercanoğlu’nun ilk kitabı “Sevgi ile Semah”ın yayın tarihi 1991. Şairin sonraki yıllarda yayımlanan şiir kitaplarıysa “Yağmurun Elleri” (1994), “Ara İstasyon” (2004), “Bahçeye Çıkmak” (2006).
Bu bilgilere Salih Mercanoğlu’nun bir de çocuk şiirleri kitabı olduğunu ekleyelim. Ayrıca yayımlanan çocuk romanları ve öykü kitapları da bulunmakta. Mercanoğlu’nun geçen ay Kaos Çocuk Parkı Yayınları'ndan çıkan kitabı 48 sayfadan oluşuyor. Ancak sayfa sayısına karşın hacimli şiirlerin yer aldığı bir kitap “Şiir Kısa Aşk Uzun”.
Şiir okumak herhangi bir metin okumaktan daha fazla ilgi ve dikkat ister. Füsun Akatlı’nın bu bağlamda altı çizilecek bir sözü var. Yusufçuk dergisinin Mart 1980 tarihli sayısında yayımlanan “Şiir de Bir Misillemedir” başlıklı yazısında yer alıyor. Akatlı o yazısında şöyle diyor: “Şiir üzerine yazmak Rus ruleti oynamak gibidir. Şiir silahı başkasının elinde tutukluk yapar.” Füsun Akatlı’nın sözlerine hak vermemek mümkün değil. Her metin dikkat ister. Ama şiir okurken herhangi bir metne karşı olduğundan çok daha temkinli ve dikkatli olmak gerekir.
BİR BAKIŞ KİTABI
Salih Mercanoğlu’nun “Şiir Kısa Aşk Uzun” için bir “bakış kitabı” diyebiliriz. Ama Mercanoğlu’nun şiirlerinin bir yorumlama deneyimini de aktardığını belirtmeliyiz. Hatta Füsun Akatlı’nın yazısının başlığında dile getirildiği gibi Mercanoğlu’nun şiirlerinin adeta “bir misilleme” olduğunu bile söylemek mümkün.
Kitabın “Şiir Kısa” başlıklı ilk bölümünde yer alan şiirler kısalığıyla da dikkat çekiyor. Şairin “şiir kısa” ifadesiyle aslında, kısa şiirlerini adlandırmış olduğunu görüyoruz. Bu bölümdeki otuz şiirin kısalığıyla göz açıp kapama süresi arasında bir benzerlik kurabiliriz.
Mercanoğlu, kitabın ilk bölümünde yer alan kısa şiirlerinde, hem biçimsel hem de biçemsel açıdan hayata, dünyaya yönelik “göz açıp kapama süresi”nde gerçekleşen “bakış”ı ölçü almış gibi. Şairin kısalıktan ne anladığını, kitabın ilk bölümünün epigrafı olan Ernest Hemingway’e ait kısa öyküden de çıkarabiliyoruz aslında. Tek cümleden ibaret olan, ama nokta imiyle üçe bölünmüş öykü şöyle: “Satılık: Bebek ayakkabıları. Hiç kullanılmamış”. Mercanoğlu kitabın ilk şiirinde hem biçim, hem içerik olarak Hemingway’in öyküsünde dile getirilen konuyla da çağrışımlı bir olayı şiirleştirmiş. “Oyun” başlıklı şiiri okuyalım:
qamışlo’da
kalplerinde kuş ve cennet taşıyan çocuklar vardı
ölmeden önce
allah’ın ayaklarına sarılmış
aşk oynuyorlardı
uzayıp kısalan kalp
bunu hatırladı
Şerif Bilsel, kitabın arka kapağında yer alan yazısında, Salih Mercanoğlu’nun şiirlerini şöyle değerlendiriyor: “Bir zaman olur; dilin şiir içinde kazandığı deneyim doğaya meyleder. Şiir ile doğa görünümleri göz göze gelir. Orada aşk içinde sorular, sorular içinde mayalanan ses, fazlalıklarından kurtulup kendi anlamına tutunur. Ses ve anlam iç içe üryan durur. Sonra herkesi yürüten bir rüzgâr altında harfler sayfalara, sayfalar kitaba durur. Bu kitap; ‘gölün sakin yüzünde / taşın sektiği anı koruyan’; dışarıda bıraktıklarıyla içeride tamamlanan ve zaman içinde yol almış insanın durup kendine bakmasının dalgın izlerini barındıran rafine şiirlerin yükünü taşıyor.” Bilsel’in de dediği gibi kitap bir göz göze gelme, bir sekme anını şiirleştiriyor. Bir bakış bir andan diğer ana aynı zamanda bir sekme işlemi değil midir? Şair, başkasının bakışlarının kamaşmasına neden olacak durumları, ayrıntılı biçimde çıplak, yalın ve geniş bir boyut kazandırarak şiirleştiriyor. Salih Mercanoğlu’nun şiirleri yalnızca bir betimleme işleminden, resimden ibaret değil. İzlenimle bütünleşen yorumun şiirin kısacık bakışını önemli ve etkili biçimde güçlendirdiğini görüyoruz, Salih Mercanoğlu bakıyor, etkileniyor ve yorumluyor. İşte “2017” başlıklı şiiri:
ah!.. kan yağıyor, kara kış altında memleket
kandan adam yapıyor siyah eldivenleriyle devlet
Mercanoğlu için, aslında bir ölçü şairi de diyebiliriz. Biçimsel ölçü değil sözü edilen. Salih Mercanoğlu, şiirlerinde ironiyi de, dil oyununu da, jestleri de kullanırken son derece ölçülü davranıyor. Oysa görülüyor ki bu ironi, dil oyunu gibi unsurlardan herhangi birini istese şiirinin kurucu öğesi, gücü haline getirebilir. Örneklemek için “Turgut” başlıklı iki dizeli şiiri de var:
aşka ve açelyaya beyaz bir sükût uyar
beyaz bir sükûta turgut uyar
Ancak “Uzak” başlıklı şiirdeki ironi duygusu, düşünüşü ve duyuşla birlikte daha dikkat çekici:
uzak güzeldir
aramıza gül koyalım sevgilim
Her şiirin, her şairin iddiası ve tezi vardır. Bunda da bir tuhaflık yoktur. Çünkü şiiri şiir yapan önemli öğelerden biri de özgün bir iddiası ve tezinin olmasıdır.
“Şiir Kısa Aşk Uzun”da yer alan Salih Mercanoğlu’nun şiirleri, kısa şiir yazmanın aslında bir hüner olduğunu, bununsa ancak cesaretle gerçekleştirilebileceğini iddia eden teze katkı gibi de değerlendirilebilir. Çünkü kısa şiirin özü “azaltmaktır”. Şiirde “azaltmaksa” gerçekten de zor iştir. Her şeyde önce şairin azaltırken kendisini de azaltmayı kabul etmesi gerekir. Salih Mercanoğlu’nun azaltarak yazdığı şiirlerde şair cesaretinin de sergilendiğini söyleyebiliriz.
Cesareti olmayanlar da şiir yazar belki, ama şairliği su götürür. Şairi şair yapan da, hünerini ortaya çıkaran da şiirin talep ettiği cesareti göstermesidir.
Şairin cesaretiyle ortaya çıkan hüneri, onun her koşulda sözünü şiir yapabilmesini de sağlar. Şairin az sözü de, çok sözü de şiire dönüştürme hünerini açığa çıkarması cesaretle mümkündür. Bizzat şair sözünü, yani şiiri ancak cesaret ortaya çıkarabilir. İlk bölümün sonundaki “Eksik” başlıklı şiir, buraya kadar söylediklerimizi ra örneklemesi bakımından dikkat çekiyor. Şiiri okuyalım:
Bendeki eksiklerden
Tamamladım başkalarını
Böyle böyle öğrendim,
Hem gülümsemeyi hem de acıyı
Kitabın “Aşk Uzun” başlıklı ikinci bölümünde altı “uzun” şiir yer alıyor. Şiirin uzunluğu kısalığı da aslında bir başka hem de başlı başına bir tartışma konusudur. Ancak yine de hangi şiirlerin uzun, hangi şiirlerin kısa olduğu konusunda geçmişteki tartışmalardan kalan bir “asgari müşterek” bulunuyor. İkinci bölümdeki şiirlerde şairin “bakışı” dışarıdan içine doğru dönse de dışarıdaki, dışındaki hayattan büsbütün ayrılmıyor.
Şili’de seçimle işbaşına gelen sosyalist başkan Salvador Allende’ye karşı 1973’te gerçekleştirilen darbe sürecinde gözaltına alınıp stadyuma hapsedilen, daha sonra parmakları kırılan ve öldürülen şarkıcı “Victor Jara”’nın adını taşıyan şiiri okuyalım:
elleri yok, tutamaz yüzünü
sadece hüzünlü bir şarkı
akdeniz’de bir akşamüstü
eli yüzündeydi
elinden yüzüne uzuyordu meksika
ağır bakıyordu biraz taş
dudakları yaralanmış zamandan
bıraksaydın yüzünü
oğlum diye sarılırdı annem
eli yüzündeydi
(edip’in cemal’in melih’in
muhsin ertuğrul’un eli gibi)
cilalı bir taş bir obsidyen
bir bronza dokunma duygusu
nişan olmadı
herhangi bir ihtilalden
Bir şey daha ekleyelim: Kitapta iki şiir dikkat çekiyor. “Defolu Hayat” ve “Şiir Yazan Kız” başlıklı şiirlerin duygusu, düşünüşü, duyuşu kitabın yansıttığı duyarlılığa, ruh haline aykırı ve başka bir havada gibi. Bu şiirler, “Şiir Kısa Aşk Uzun”da yer almasalar da olurmuş izlenimi veriyor. Daha açık söylemek gerekirse; söz konusu şiirlerin kitaba herhangi bir katkısından söz etmek zor.
Çok kitap, çok şiir yayımlanmasından yanayız. Çünkü o çokluğun, o nicel artışın aynı zamanda şiirin derinlerinden gelen sesinin de yükselmesini, duyulmasını sağlayacağını düşünüyoruz. Şiirin her zaman geniş alanda derinlik sağladığını söyleyebiliriz. Çok şiir istiyoruz. Nedeni açık. Şiirin olmadığı yerde duygu, düşünce, duyarlılık giderek dil de varlığını yitiriyor.
Şiir okuru, 2018’in yüzünü ağartan yapıtlardan biri olan Salih Mercanoğlu’nun son kitabını kesinlikle ihmal etmemeli…