İlhan Uzgel: Biden'la görüşme için bu kadar el açılmaz
CHP'nin birinci parti olarak çıktığı seçimlerin ardından dış ilişkilerde daha aktif bir politika izlemesi dikkat çekti. CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İlhan Uzgel ile, Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcılığı'na da getirilen Özgür Özel'in Filistin sorunu başta olmak üzere sığınmacılar ve Ortadoğu politikalarında izleyeceği tutumu değerlendirdik. Uzgel, "Çabamız CHP’yi bir dış politika aktörü haline getirmek" diye konuştu.
Türkiye'de yeni anayasa görüşmeleri ve normalleşme siyasete damgasını vururken dünyada Gazze’deki soykırım pratiklerine karşı sesler yükseliyor. Türkiye ile Irak yeni bir kalkınma yolu için harita oluşturmaya çalışıyor. ABD'de tarafların seçim hazırlıkları sürüyor. Öte yandan CHP Lideri Özgür Özel son dönemde yurtdışı temaslarının sayısını artırarak CHP “dışa açılıyor” yorumlarına kapı aralayan bir siyaset izliyor. Dış politikada daha aktif bir CHP mi göreceğiz? Geçtiğimiz hafta Özgür Özel ve CHP heyetiyle görüşen Almanya Cumhurbaşkanı’yla hangi konular konuşuldu? CHP Sosyalist Enternasyonal’de neden daha aktif olmaya çalışıyor? Bu soruları Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı’yken Barış İçin Akademisyenler Bildirisi'ne imza attığı için görevinden ihraç edilen ve son 6 aydır CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen Prof. Dr. İlhan Uzgel’e sorduk.
İlk olarak biraz kişisel bir soruyla başlayalım izniniz olursa. Siz görevinden Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza attığınız için KHK ile uzaklaştırılan bir akademisyendiniz. Sonrasında Gazete Duvar’ın da aralarında olduğu mecralarda yazılarla, televizyon programlarındaki yorumlarınızla dünyadaki gelişmeleri Türkiye eksenli olarak değerlendirdiniz. Ve şimdi, son yerel seçimde birinci olan partinin, dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı gibi bir görevle siyasetin tam ortasındasınız. Bu yeni görevinizde henüz 6 ayı geride bıraktınız ama siyaset nasıl gidiyor? Bu yeni alanda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Siyaset her düzeyde yapılmalı. Partide örgütlü olarak yapılan siyasetinse hem avantajları hem daha fazla sorumlulukları var. Sonuçta ana muhalefet partisinin dış politikası gibi kritik bir alanında sorumlusunuz. Bu nedenle ağır sorumluğun bilincinde olarak akademiden, medyadaki analiz yorumdan siyaset yapmaya evrilen bir süreç oldu benim için. Oralardan beslenerek partinin dış politikada söylem ve tercihlerine yön vermeye çalışıyoruz.
'CHP’Yİ BİR DIŞ POLİTİKA AKTÖRÜ HALİNE GETİRMEYİ AMAÇLIYORUZ'
Özgür Özel öncesi CHP’ye yönelik sıkça gündeme gelen eleştirilerden biri de dış politika alanında ikna edici açılımlar getirilememesiydi. Bu değerlendirmenin ötesinde sizin de içinde bulunduğunuz 6 aylık süre içinde neler yapıldı? Yapılan ya da yapılacak çalışmalarınız içinde en çok hangi başlıkları önemsiyorsunuz? Ya da daha doğrusu hangilerini daha acil söz söylenmesi, siyaset üretilmesi gerekli alanlar olarak görüyorsunuz?
Dış politika, kritik ve partiyi tanımlayan bir alanlardan biri olsa da seçmenle bağı dolaylı kuruluyor. Dış politika üzerinden seçmeni ikna etmek çok kolay değildir. Burada üç ayaklı bir denge kurmanız gerekiyor. İlk olarak hem hükümeti hem seçmeni hem de Türkiye’nin dışını aynı noktada buluşturmak gerekiyor. İkincisi bir yandan eleştiri bir yandan seçmeni ikna var. Son olarak dışarının sizi bir aktör olarak algılamasını sağlayacak bir hat bulmanız gerekiyor. Dolasıyla ana çabamız CHP’yi bir dış politika aktörü haline getirmek. Türkiye’ye ilişkin bölgede bir gelişme oldu mu “CHP bu konuda ne diyor” merakını uyandırabilmek. Öncelikli görevimiz CHP’nin bu konularda da bir söylemi, bir duruşu olduğunu hem içeriye hem dışarıya doğru bir şekilde anlatabilmek.
Dış politika ve “Türkiye’nin küresel imajı” denildiğinde iktidar partisinin, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya Lideri” tanımlaması etrafında ürettiği bir söylem var. Eleştiriler bir yana tarafsız gözlemcilerin de Ukrayna-Rusya savaşı gibi konularda izlenen siyaset etrafında zaman zaman ‘doğru’ adımlar da atılıyor dediğini de görüyoruz. Genel Başkanınız Özgür Özel’in de “Türkiye’de muhalefet, dışarda Türkiye partisi olacağız” vurgusunu sıkça yaptığını görüyoruz. Türkiye’nin dünyadaki durumu, imajı ve karşı karşıya olduğu sorunlar, “ülkenin çıkarları iç siyasetin önündedir” anlayışı ekseninde yürütülecek bir muhalefete sizce izin verecek mi?
Bu sorunun iki yönü var. İlki “Türkiye’nin Erdoğanlaşması” diyebildiğimiz bir olgu. Erdoğan bunu dışarıya böyle sundu. CHP’nin belki geçmişte kendisini dünyaya izah edememesinin getirdiği bir sonuç da buna etki etti. Öyle ki dışarıda Türkiye denince Erdoğan, Erdoğan denince Türkiye anlaşılmaya başlandı. Bu doğru bir şey değil, sonuçta Erdoğan, AKP, seçmenin üçte birinin oyunu alıyor. Türkiye Erdoğan’dan ibaret değil, AKP’den ibaret değil. Türkiye Erdoğan’ın çok ötesinde. Kaldı ki Erdoğansız daha güçlü ve potansiyelini daha iyi kullanacakken böyle bir Erdoğan Türkiye eşitlemesi ortaya çıktı. Elbette bu eşitliğin diğer ülkelerin dış merkezlerinin işine yarayan bir boyutu da var. Hatta onlar için rahatlatıcıydı. Türkiye dediğinizde karşınızda bir muhatap var, o da her türlü pazarlığı yapmaya hazır, ki bunu belli etti ve muhatapları bunu öğrendiler. Bunun yanında Erdoğan bunu seçmenine kabul ettirme kapasitesine sahip bir lider. O yüzden birbirinden tamamen zıt bir dış politika izleyebildi. Erdoğan Sisi’ye “katil” dediğinde de Sisi ile buluştuğunda da seçmeni bunu çok dert etmedi. Buysa ona daha geniş bir hareket alanını sağlıyor. Muhatapları da bunu gördükleri için Erdoğan’ı çalışılabilir bir aktör olarak gördüler.
'CHP OLARAK BİZİM İLK SORUMLULUĞUMUZ TÜRKİYE EŞİTTİR ERDOĞAN DENKLEMİNİ KIRMAK'
Biz, CHP olarak iktidar olmayı hedefleyen bir partiyiz. Bu çerçevede öncelikli görevimiz Türkiye’nin Erdoğan’dan ibaret olmadığını göstermek. Türkiye’nin canlı, dirençli, enerjik dünya ile bağı olan kentli bir toplumsal kesiminin olduğunu, bu kesimlerin siyaseten başta CHP olmak üzere diğer partilerde temsil edildiğini anlatmak. Türkiye eşittir Erdoğan denklemini kırmak bizim birinci sorumluluğumuz ki bunun için epey çaba sarf ettik. Örneğin Genel Başkanımızın yurtdışı temasları bu algıyı kırma çabasının bir parçasıydı.
"Dışarıda Türkiye’nin partisiyiz” ifadesini de biraz açmak istiyorum: Bu basit bir "Erdoğan için iyi olan Türkiye’nin zararınadır" anlayışı ile adım atalım demek değil. Daha önce iktidar kanadından CHP yurtdışına gidip Erdoğan’ı şikayet ediyor suçlaması yapılıyordu. Ancak bu öyle değil. Genel Başkanımız da ben de dış politikadan sorumlu genel başkan yardımcısı olarak yurtdışı ziyaretlerimizde Erdoğan’dan bahsetmiyoruz.
Neden bahsediyorsunuz?
CHP olarak nasıl bir Türkiye tahayyül ediyoruz, nasıl bir politika izleyeceğiz, belli konularda pozisyonumuz nedir, bunu anlatmaya çalışıyoruz. Tabii burada hükümete dönük örtük eleştiriler, imalar olabilir. Hem bizim yurtdışı temaslarımızda hem de yurtdışından bize gelen temaslarda ana konumuz inanın ki Erdoğan veya hükümet eleştirisi değil. Türkiye’nin dış politikasında tamamlayıcı olabileceğimizi iddia ediyoruz ve öneriyoruz. Türkiye ve Türk halkının yararına bir şey varsa biz orada boşluğu da doldurabiliriz, destek de olabiliriz. Sonuçta Türkiye’de yaşıyoruz, Türkiye’nin partisiyiz, kitle partisiyiz. Türkiye’nin yararına olacak her şey için varız, temelde kastettiğimiz bu.
'ÖZEL, SOSYALİST ENTERNASYONAL’DE SÁNCHEZ’İ FİLİSTİN KONUSUNDA ORTAK TAVIR ALMAYA YÖNELTTİ'
Özgür Özel, genel başkan seçilmesinin hemen ertesinde yönünü dışarıya çevirdi. Almanya’ya, Balkan ülkelerine ziyaretler gerçekleştirdi. Filistin’e gideceğini de açıkladı. Sizin de katıldığınız bu ziyaretler sürecek mi? Bu ziyaretleri “CHP dışa açılıyor” diye mi yorumlamak gerekiyor?
Yeni dönemin en önemli avantajlarından biri, genel başkanımızın dış politika konusuna özel bir önem vermesi ve bu konuya ilgi duyması. Bu elbette bizim işimizi de çok rahatlattı, zaten bu dış ziyaret aktivitesinden de belli oluyor. Öyle ki yerel seçim programına rağmen genel başkanımız 6 aylık süre içinde 5 yurtdışı ziyareti gerçekleştirdi, dört cumhurbaşkanıyla 4 başbakanla görüştü. Bu çok önemli bir diplomatik aktivitedir.
Hatırlayacağınız gibi en son Almanya Cumhurbaşkanıyla Ankara’da görüştü. Şimdiye kadar olmamış bir şey. Bükreş’te de Almanya Başbakanıyla görüştü. İspanya Başkanı Pedro Sánchez ki şu an Sosyalist Enternasyonal’in başkanı, genel başkanımız da onun yardımcısı, gayet iyi bir diyalogu var. Artık görüştü demiyorum diyalog içindeler, Filistin konusunda da ortak pozisyon alıyorlar. Özgür bey, Filistin konusunda, Gazze’deki katliam konusunda çok sayıda uluslararası platformda konuşma yaptı, sorunu dile getirdi. Dünyada 120 sosyal demokrat lidere Gazze konusunda tutum almaya dönük bir mektup yolladı. Bunlar önemli dış politika aktiviteleri. Sorunuza yanıt verecek olursam evet, bunlar devam edecek. Temaslarımız sadece Batı eksenli değil, pek çok konuda sürecek. Biz dış politika konusunda zaten faaliyetlerimizi sürdürüyoruz ama genel başkan düzeyinde daha görünür, içerik taşıyan dış politikada siyasete etki eden bir parti olarak CHP’yi daha fazla göreceğiz.
'DÜNYADA YÜKSELİŞE GEÇEN SAĞ POPÜLİST VE OTORİTERLİĞE KARŞI KÜRESEL BİR DİRENÇ NOKTASI OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYORUZ'
Aslında biraz değindiniz ama daha ayrıntılı konuşalım isterim. Özgür Özel Şubat ayında Sosyalist Enternasyonal toplantısına katıldı, burada bir dizi dış temasta da bulundu. Sosyalist Enternasyonal’in Başkan Yardımcısı seçildi. CHP aslında yıllardır Sosyalist Enternasyonal’in bir parçası, bu yeni dönemde yönetim kademesinde olmanın tercih edilmesi ne anlama geliyor? Sosyalist Enternasyonal’de daha aktif bir CHP mi göreceğiz?
Evet, daha aktif bir CHP göreceğiz. Orada olmak uluslararası platformlarda bir çok avantaj sağlıyor. Türkiye ile ilgili konuları da dile getirebiliyorsunuz, daha geniş bir network içinde hareket edebiliyorsunuz. Dünyada sağ otoriterlik yükseliyor, nasıl ki sağ popülist liderler kendi aralarında dayanışıyorsa, birbirine yaslanarak, birbirinden öğrenerek siyaset yapıyorsa, sol ve sosyal demokrat partiler de kendi aralarında sağ, yabancı düşmanlığı yapan, ırkçılık yapan bu girişimlere bir direnç hattı oluşturmak zorunda. Genel Başkanımız biraz bunun için de aktif davranıyor.
Genel olarak baktığımız sağ bir otoriterliğin yükselişi hem bizi hem de yaşadığımız dünyayı ilgilendiriyor. Dolayısıyla daha eşitlikçi, daha demokratik, daha özgürlükçü bir dünya için bu gidişatın karşısında durmak gerekiyor. Parti olarak biz sadece buna Erdoğan meselesi olarak bakmıyoruz. Bu daha genel bir sorun, tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun. Burada bir hat oluşturmaya çalışıyoruz. CHP, yaklaşık 1.5 milyon üyesi, 15-17 milyon civarından seçmeni olan bir parti. Bu haliyle Avrupa’nın neredeyse en büyük, en köklü partilerinden biri. Burada söyleyeceği sözün bir değeri ve önemi oluyor. Biz bu önemini artırmaya çalışıyoruz. CHP’nin, varlığını Türkiye sınırları dışında da hissettiren bir parti olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Sağ popülist yükselişe bir direnç oluşturma konusunda sözü dinlenen bir aktör olmaya çalışıyoruz, CHP’ye de böyle davranılıyor.
'KÖRLEMESİNE YURT DIŞINA ÇIKTIK AKP’Yİ DESTEKLEYELİM DEMİYORUZ'
Bu çabalar CHP’nin şimdiye kadar iktidarla pek ayrışmayan Avrupa Konseyi’ndeki tutumuna nasıl yansıyacak?
İçinde bulunduğumuz bölgede komşularımızın hassasiyetine dikkat etmek zorunda kalıyoruz. Sonuçta siyasetin kendi dengeleri var. CHP, kendi politik kimliğiyle Türkiye’nin ihtiyaçları arasında denge kurmaya çalışıyor. Burada körlemesine “yurt dışına çıktık AKP’yi destekleyelim” demiyoruz. "Bu Türkiye’ye zarar verir mi, bunun Türkiye’ye yararı olur mu?" sorularını odağa alıyoruz. Avrupa Konseyi’ndeki konuşmalarda da temel aldığımız konu “bunun Türkiye’ye faydası ne” noktası, buradan hareket etmeye çalışıyoruz Bu noktada tavrımız eğer AKP siyasetiyle örtüşüyorsa AKP’nin beyaz dediğine siyah demenin anlamı yok.
'FRANK WALTER STEİNMEİER SIĞINMACI ANLAŞMASI YENİDEN MÜZAKERE EDİLMELİ DEDİK'
Dış ziyaretlerinizin önemli duraklarından biri geçtiğimiz dönem Almanya’ydı burada bir dizi temasta bulunuldu. Siz de bu heyette yer aldınız. Nisan ayındaysa Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun misafiri oldu. Ardından Ankara’da Özgür Özel ve CHP heyetiyle bir araya geldi. Biraz bu görüşmelerin detaylarını aktarır mısınız? Yeni dönemde Almanya ile ilişkilerde daha aktif bir CHP mi göreceğiz? Almanya ve AB ile ilişkilere dair partinizin siyaseti nasıl olacak?
Almanya’daki Türklerin varlığı, iktisadi ve yatırım ilişkilerinin güçlü olması gibi nedenlerle Almanya için Türkiye çok önemli ve özel bir ülke ki buna bağlı olarak Türkiye’yi çok önemser. Bir de buna 2016’da yapılan sığınmacı anlaşması eklendi. Bu nedenle Almanya, Türkiye’de yalnızca Erdoğan ile değil, muhalefetle de ana muhalefetle de bağlarını güçlü tutmak istiyor. Almanya'da ayrıca şu anda sosyal demokratlar iktidarda. Bu da bir avantaj. Dolayısıyla Almanya Cumhurbaşkanı Türkiye ziyaretinde protokol gereği genel başkanımızla görüştü.
Bu görüşmede Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerde hangi sorunlar varsa bunlar masaya yatırıldı. Bu konuda CHP’nin pozisyonu ve yaşanan sorunlar aktarıldı. Örneğin dile getirdiğimiz sorunlardan biri vize konusuydu. Ciddi bir mağduriyet ve sorun var. Onların da kendilerince bazı açıklamaları oldu. Sığınmacılar konusundaki düzenlemeyle ilgili bazı hususlar dikkate getirildi. Sonuçta resmi rakamlar Türkiye’de 4 milyon civarında Suriyeli olduğu söylüyor. Bunun tek taraflı bir şekilde devam etmesini doğru bulmuyoruz. Burada bazı düzenlemeler yapılabilir. Ancak en temelde şunu da söylüyoruz: Erdoğan hükümetinin yaptığının aksine sığınmacıların dış politikada araçsallaştırılmasına da karşıyız. İnsan hayatının bir pazarlık aracı yapılmasını eleştiriyoruz. Sığınmacı yaratan siyasetin kendisini doğrudan eleştiriyoruz. Ama “Sığınmacıları burada tut, biz de sana para verelim” türünden bir anlaşmanın etik ve politik maliyetleri açısından sorunlu olduğunu düşünüyoruz. Bunun karşıtı olarak “bütün sığınmacıları geri göndereceğiz ya da tüm sığınmacıları otobüslerle Avrupa’ya göndereceğiz” demiyoruz. Bu insani değil. 4 milyon insanı otobüslere doldurup herhangi bir yere gönderemezsiniz. Dolasıyla burada bir sorun olduğunu ve bunun tekrar müzakere edilebileceğini vurguluyoruz.
CHP cephesinde geziler ve görüşmeler yaşanırken dünya siyasetinde de ciddi kırılmalar yaşanıyor. Bunlardan biri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Irak ziyareti oldu. Ayrıca hem küresel basında hem Türkiye’de yaz aylarında Irak’ta hatta Suriye’de yeni bir askeri harekata dönük iktidardan gelen işaretler var. Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki durumunu bu son gelişmeler ışığında nasıl değerlendirirsiniz? Bağdat ve Erbil’deki temaslardan ne beklenmeli? Ve belki de kamuoyunda en çok merak edilen soru: Yeni bir askeri operasyon ihtimaline karşı CHP nasıl bir tutum alacak?
CHP olarak Türkiye’nin güvenliği ilgilendiren bir konuda buna itiraz etmek çok mümkün olmaz. Şimdi bir operasyon olacak mı bu operasyon nasıl olacak, nereye operasyon olacak, bunun genel kapsamını açıklamadan, nereye neyin yapılacağını bilmeden bir şeyin arkasında durmak hiç doğru değil. Bunlar ortaya konmadan parti olarak önceden kendini bağlayan bir tutum almak doğru değil. CHP, şimdiye kadar Türkiye’nin güvenliğine hizmet edecek bir şeyin önünde durmadı. Burada hükümet iç politikaya dönük göstermelik bir operasyon mu yapacak, Irak’ın tutumu ne olacak, diğer ülkeler buna nasıl tepki verecek? Hiçbir şey belli değil, belki de hiç operasyon olmayacak. Erdoğan’ın kafasından geçen bir operasyon fikri için CHP’nin şimdiden yanınızdayız ya da karşınızdayız demesi doğru da değil, mümkün de değil.
'HÜKÜMETİN KALKINMA YOLU GİBİ FANTASTİK PROJELER YERİNE TÜRKİYE’NİN KALKINMASINA KAYNAK AYIRMASINI TERCİH EDERİZ'
Elbette Türkiye’nin cumhurbaşkanının Bağdat’a gitmesine itiraz edecek değiliz. Geçmişte şöyle bir politikası vardı; Bağdat’ı fazla umursamıyor, doğrudan IKBY ile Bağdat’ı atlayarak iletişim kuruyordu, ziyaretler yapıyordu. Bu doğru değil, Irak egemen bir ülke, biz öyle tanımlamalıyız ki komşusu olarak diğer ülkeler de öyle yapsın. Dolayısıyla Bağdat ile Ankara arasında siyasi diyalogun açık olmasını destekleriz, biz de olsak gider görüşürdük. Ancak bu görüşmelerin içeriği hakkında hükümet bizi yeterince bilgilendirmiyor. Burada neyin pazarlığı yapıldı bilmiyoruz. Kalkınma Yolu deniyor, örneğin bunun fizibilitesi yapıldı mı? Hattın finansmanını kim yapacak, güvenliğini kim sağlayacak bilmiyoruz. Biz koşa koşa “Evet bu yapılsın” diyemeyiz, finans sorunu var. Emeklilerin, çalışanların, işsizlerin durumu ortada. Bu tür fantastik projeler yerine Türkiye’nin kalkınmasını sağlayacak alanlara kaynak sağlanmasını tercih ederiz.
'HÜKÜMET FİLİSTİN’İN SİYASİ İSRAİL’İN DE TİCARİ RANTINI YİYEN BİR POLİTİKA İZLİYOR'
İsrail soykırıma varan pratiklerle Gazze halkını ablukaya almaya devam ediyor. Cumhur İttifakı hükümeti ise önce inkar ettiği, ardından ‘kısıtlama getiriyorum’ dediği İsrail’le ticareti tamamen askıya alındığını kısa süre önce duyurdu. Öte yandan Hamas Lideri Hanniye ve heyeti de Türkiye’de çeşitli temaslarda bulunuyor. İktidarın epeyce çelişkili görünen Filistin politikasını ve Hamas heyetinin Türkiye’deki temaslarını nasıl yorumluyorsunuz? Dışişleri Bakanı Fidan, geçen hafta Güney Afrika’nın İsrail’e dönük açtığı ve UAD’da görülen “soykırım” davasına müdahil olacağını açıkladı. Bundan ne anlamalıyız?
Buradaki problem şu: Erdoğan hükümeti uzun süredir Filistin sorununun sahibi gibi davranıyor, ama pratiği öyle değil. Esas dikkatimizi çeken nokta bu. İş Filistin davası, Kudüs davası olduğunda sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da da yüksek perdeden Filistin Sorunu bizden sorulur tarzında bir tavrı var. Pratiğe baktığınızda Filistin’in siyasi, İsrail’in de ticari rantını yiyen bir politika izliyor. Bizim en temel itirazımız bu politikaya. Filistin’de gözümüzün önünde korkunç bir insani dram yaşanıyor, tüm dünya izliyor. İsrail, ABD ve Avrupa’yı arkasını almış mazlum bir halkı yukardan attığı bombalarla katlediyor. Bu insani ve ahlaki olarak katlanılır değil. Öte yandan “Türkiye’de Filistin meselesini bizden başka kimse konuşamaz” diyen, kendisi dışındaki seslere sağır kalan, elinin tersiyle iten hükümet aynı anda İsrail’e bu silahların, bombaların yapımında kullanılabilecek malzemeyi satıyor. Bu ikisi olmaz buna itiraz diyoruz. Sonra toplumsal tepki yükselince de 54 ihracat ürününe kısıtlama denen belirsiz bir tanımlamayla toplumda bozulan imajını toparlamaya çalışıyor. Buna kimse ikna olmaz. Dünyada da Netanyahu hükümetine tepki var, seveni yok. İsrail’in arkasında dursalar bile Netanyahu ile dertleri var, onunla çalışmak istemiyorlar. Tüm dünyada özellikle Batıda üniversitelerde başlayan ciddi bir İsrail karşıtlığı ve Filistin ile dayanışma hareketi var.
Hükümet bunların çok gerisinden kaldı. Bu nedenle Hamas’la görüşüp ateşkese ikna çabası içinde. Bu siyasetin bir çıkışı yok. İsrail’in devletler düzeyinde desteği devam ediyor. Arka planda kızıyorlar ama silah göndermeye devam ediyorlar. Dolayısıyla bir taraftan Hanniye’yi ikna etmeye çalıştılar, öte yandan da kamuoyunun gözündeki imajlarını toparlamaya çalışıyorlar. Bu nedenle de Güney Afrika’nın açtığı davaya müdahil oldular. Bu adımın bir sonucu olmayacak, göstermelik bir hamle. “Bakın biz de İsrail’in karşında duruyoruz, Filistin halkını savunmaya çalışıyoruz” görüntüsünü vermeye çalışıyorlar.
'ŞU ANDA İZLENEN SİYASETİN FİLİSTİN’E HİÇBİR FAYDASI YOK'
Ticaret Bakanlığı ticareti tamamen durduklarını açıkladı öte yandan?
Evet, altı ay sonra kısıtlamaya gideceğiz dediler. Şimdi ticareti durduruyoruz dediler. Burada da bir uyanıklık var. Tipik bir AKP politikası olarak: “İnsani yardımın girişine izin verilinceye kadar ticareti tamamen durdurduk” denildi. Yani üç yardım tırı girse bakın işte bizim koşulumuz gerçekleşti diyebilir ve ticarete devam edebilirler. Ucunu açık bırakmışlar. Bu tür göstermelik hamlelerle Filistin Sorunu’ndaki Gazze’deki trajedideki moral kayıplarını gidermeye çalışıyorlar. Yoksa 6 ay boyunca korkunç insani drama karşı AKP’nin Filistin’e hiçbir faydası olmadı. Şu anda izlenen siyasetin de bir faydası yok.
'ERDOĞAN’IN BİDEN İLE BEYAZ SARAY’DA FOTOĞRAF VERMEK İÇİN ELİNİ BU KADAR AÇMASI DOĞRU DEĞİL'
Son olarak Türkiye ABD ilişkilerine değinmek istiyorum. Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Biden ile 9 Mayıs’ta Beyaz Saray’da bir araya gelmesi bekleniyordu, ancak ABD kanadı bu ziyaretin olmayacağını ifade etti. ABD- Türkiye ilişkilerinin seyrini nasıl değerlendirirsiniz? Bir de Kasım’da ABD’yi bekleyen bir başkanlık seçimi var, Biden ile Trump’ın yarıştığı bu seçimin sizce kazananı kim olacak? Bu ABD’nin dış politikasına nasıl yansıyacak?
Eskiden S-400 krizi sırasında şöyle diyordum, yani bir füze almayı, bir uçak almayı başaramadılar. F-16 krizinde de bu yaşandı. Şimdi de bir ziyareti beceremediler. Cumhurbaşkanı, Biden ile Beyaz Saray’da görüşmeyi istiyordu, hatta sitem etti: “Biz Trump ile bunu kuruyorduk ancak sizinle kuramadık” dedi. Bu doğru değil. Bir ülkenin cumhurbaşkanının ABD Başkanıyla Beyaz Saray’da bir fotoğraf çektirmek için elini bu kadar açması diplomasi tekniği açısında da sakıncalı ve zararlı. Şimdi sizin muhatabınız bu görüşme için ne kadar istekli olduğunuzu biliyor. Zaten ABD ile Türkiye arasında asimetrik bir ilişki var, bu kadar istekli görünmek yanlış bir politika, bence bu ilk hata. İkinci hata benim tahminimce Amerikalılar mart ayında Türkiye’nin istekliliğini görünce "9 Mayıs olabilir ama kesinleştirmeyip sizin performansını görelim" demişler ki burada açık bir güç asimetrisi görülüyor.
Performanstan neyi kastediyorlar peki?
İlk olarak Rusya yaptırımlarına uyulacak mı ona bakılıyor bence. Bu konuda şöyle bir sorun da yaşandı, karşı tarafa bir güç affetmişsiniz, görüşme olabilir denmiştir. Ancak Türkiye tarafı aceleci davranıp 9 Mayıs’ta gezi olacak dedi. Beyaz Saray 9 Mayıs’ta bir Erdoğan Biden görüşmesi olacağını teyit etmedi, duruma bakalım dediler. Buna bir de yaklaşan ABD seçimleri ve Erdoğan’ın Hanniye ile görüşmesi eklendi. Biden bu koşullarda Erdoğan ile görüşme riskini almak istemedi. Netanyahu’ya baskı yapmaya çalışıyor. Ancak Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı düzeyinde böyle aceleci ve beceriksiz duruma düşmesini benim aklım almadı. Bu durum Türkiye’yi düşürdüğü konum açısından da rahatsız edici ve ikinci hata bence.
'TRUMP SEÇİLİRSE ŞAŞIRMAYIZ, BEKLENMEYENİN SİYASETİNİN YAŞANDIĞI BİR DÖNEMDEYİZ'
Seçimlere gelirsek, dünya öyle bir hale geldi ki öngörüde bulunmak gittikçe zorlaşıyor. Trump’ın seçileceğini kimse düşünmüyordu seçildi. ABD’de görevdeki bir başkanın seçim kaybetmesi çok düşük bir ihtimaldir, Trump kaybetti. Ayrıca bildiğim kadarıyla seçim kaybetmiş bir başkan yeniden aday olmadı, Trump oldu. Hakkında hem özel hayatı hem de ticari hayatıyla ilgili davalar sürüyor. Siyaset sürprizlerle yaşanıyor, beklenmeyenin siyasetinin yaşandığı bir dönemdeyiz, yani ucu açık bir seçim. Bu noktada Trump seçilirse dünya şaşırmayacak.