İlhan Uzgel: Biden'la görüşme için bu kadar el açılmaz
CHP'nin birinci parti olarak çıktığı seçimlerin ardından dış ilişkilerde daha aktif bir politika izlemesi dikkat çekti. CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İlhan Uzgel ile, Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcılığı'na da getirilen Özgür Özel'in Filistin sorunu başta olmak üzere sığınmacılar ve Ortadoğu politikalarında izleyeceği tutumu değerlendirdik. Uzgel, "Çabamız CHP’yi bir dış politika aktörü haline getirmek" diye konuştu.
Türkiye'de yeni anayasa görüşmeleri ve normalleşme siyasete
damgasını vururken dünyada Gazze’deki soykırım pratiklerine karşı
sesler yükseliyor. Türkiye ile Irak yeni bir kalkınma yolu için
harita oluşturmaya çalışıyor. ABD'de tarafların seçim hazırlıkları
sürüyor. Öte yandan CHP Lideri Özgür Özel son dönemde yurtdışı
temaslarının sayısını artırarak CHP “dışa açılıyor” yorumlarına
kapı aralayan bir siyaset izliyor. Dış politikada daha aktif
bir CHP mi göreceğiz? Geçtiğimiz hafta Özgür Özel ve CHP heyetiyle
görüşen Almanya Cumhurbaşkanı’yla hangi konular konuşuldu? CHP
Sosyalist Enternasyonal’de neden daha aktif olmaya çalışıyor? Bu
soruları Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı’yken Barış İçin
Akademisyenler Bildirisi'ne imza attığı için görevinden ihraç
edilen ve son 6 aydır CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan
Yardımcılığı görevini üstlenen Prof. Dr. İlhan Uzgel’e sorduk.
CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Prof. Dr. İlhan Uzgel
İlk olarak biraz kişisel bir soruyla başlayalım izniniz
olursa. Siz görevinden Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza
attığınız için KHK ile uzaklaştırılan bir akademisyendiniz.
Sonrasında Gazete Duvar’ın da aralarında olduğu mecralarda
yazılarla, televizyon programlarındaki yorumlarınızla dünyadaki
gelişmeleri Türkiye eksenli olarak değerlendirdiniz. Ve şimdi, son
yerel seçimde birinci olan partinin, dış politikadan sorumlu Genel
Başkan Yardımcılığı gibi bir görevle siyasetin tam ortasındasınız.
Bu yeni görevinizde henüz 6 ayı geride bıraktınız ama siyaset nasıl
gidiyor? Bu yeni alanda kendinizi nasıl
hissediyorsunuz?
Siyaset her düzeyde yapılmalı. Partide örgütlü olarak yapılan
siyasetinse hem avantajları hem daha fazla sorumlulukları
var. Sonuçta ana muhalefet partisinin dış politikası gibi
kritik bir alanında sorumlusunuz. Bu nedenle ağır sorumluğun
bilincinde olarak akademiden, medyadaki analiz yorumdan siyaset
yapmaya evrilen bir süreç oldu benim için. Oralardan beslenerek
partinin dış politikada söylem ve tercihlerine yön vermeye
çalışıyoruz.
'CHP’Yİ BİR DIŞ POLİTİKA AKTÖRÜ HALİNE GETİRMEYİ
AMAÇLIYORUZ'
Özgür Özel öncesi CHP’ye yönelik sıkça gündeme
gelen eleştirilerden biri de dış politika alanında ikna edici
açılımlar getirilememesiydi. Bu değerlendirmenin ötesinde sizin de
içinde bulunduğunuz 6 aylık süre içinde neler yapıldı? Yapılan ya
da yapılacak çalışmalarınız içinde en çok hangi başlıkları
önemsiyorsunuz? Ya da daha doğrusu hangilerini daha acil söz
söylenmesi, siyaset üretilmesi gerekli alanlar olarak
görüyorsunuz?
Dış politika, kritik ve partiyi tanımlayan bir alanlardan biri
olsa da seçmenle bağı dolaylı kuruluyor. Dış politika üzerinden
seçmeni ikna etmek çok kolay değildir. Burada üç ayaklı bir denge
kurmanız gerekiyor. İlk olarak hem hükümeti hem seçmeni hem de
Türkiye’nin dışını aynı noktada buluşturmak gerekiyor. İkincisi bir
yandan eleştiri bir yandan seçmeni ikna var. Son olarak dışarının
sizi bir aktör olarak algılamasını sağlayacak bir hat bulmanız
gerekiyor. Dolasıyla ana çabamız CHP’yi bir dış politika aktörü
haline getirmek. Türkiye’ye ilişkin bölgede bir gelişme oldu mu
“CHP bu konuda ne diyor” merakını uyandırabilmek. Öncelikli
görevimiz CHP’nin bu konularda da bir söylemi, bir duruşu olduğunu
hem içeriye hem dışarıya doğru bir şekilde anlatabilmek.
Dış politika ve “Türkiye’nin küresel imajı” denildiğinde
iktidar partisinin, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya
Lideri” tanımlaması etrafında ürettiği bir söylem var. Eleştiriler
bir yana tarafsız gözlemcilerin de Ukrayna-Rusya savaşı gibi
konularda izlenen siyaset etrafında zaman zaman ‘doğru’ adımlar da
atılıyor dediğini de görüyoruz. Genel Başkanınız Özgür Özel’in de
“Türkiye’de muhalefet, dışarda Türkiye partisi olacağız” vurgusunu
sıkça yaptığını görüyoruz. Türkiye’nin dünyadaki durumu, imajı ve
karşı karşıya olduğu sorunlar, “ülkenin çıkarları iç siyasetin
önündedir” anlayışı ekseninde yürütülecek bir muhalefete sizce izin
verecek mi?
Bu sorunun iki yönü var. İlki “Türkiye’nin Erdoğanlaşması”
diyebildiğimiz bir olgu. Erdoğan bunu dışarıya böyle sundu. CHP’nin
belki geçmişte kendisini dünyaya izah edememesinin getirdiği bir
sonuç da buna etki etti. Öyle ki dışarıda Türkiye denince Erdoğan,
Erdoğan denince Türkiye anlaşılmaya başlandı. Bu doğru bir şey
değil, sonuçta Erdoğan, AKP, seçmenin üçte birinin oyunu alıyor.
Türkiye Erdoğan’dan ibaret değil, AKP’den ibaret değil. Türkiye
Erdoğan’ın çok ötesinde. Kaldı ki Erdoğansız daha güçlü ve
potansiyelini daha iyi kullanacakken böyle bir Erdoğan Türkiye
eşitlemesi ortaya çıktı. Elbette bu eşitliğin diğer ülkelerin dış
merkezlerinin işine yarayan bir boyutu da var. Hatta onlar için
rahatlatıcıydı. Türkiye dediğinizde karşınızda bir muhatap var, o
da her türlü pazarlığı yapmaya hazır, ki bunu belli etti ve
muhatapları bunu öğrendiler. Bunun yanında Erdoğan bunu seçmenine
kabul ettirme kapasitesine sahip bir lider. O yüzden birbirinden
tamamen zıt bir dış politika izleyebildi. Erdoğan Sisi’ye “katil”
dediğinde de Sisi ile buluştuğunda da seçmeni bunu çok dert etmedi.
Buysa ona daha geniş bir hareket alanını sağlıyor. Muhatapları da
bunu gördükleri için Erdoğan’ı çalışılabilir bir aktör olarak
gördüler.
'CHP OLARAK BİZİM İLK SORUMLULUĞUMUZ TÜRKİYE EŞİTTİR ERDOĞAN
DENKLEMİNİ KIRMAK'
Biz, CHP olarak iktidar olmayı hedefleyen bir partiyiz. Bu
çerçevede öncelikli görevimiz Türkiye’nin Erdoğan’dan ibaret
olmadığını göstermek. Türkiye’nin canlı, dirençli, enerjik dünya
ile bağı olan kentli bir toplumsal kesiminin olduğunu, bu
kesimlerin siyaseten başta CHP olmak üzere diğer partilerde temsil
edildiğini anlatmak. Türkiye eşittir Erdoğan denklemini kırmak
bizim birinci sorumluluğumuz ki bunun için epey çaba sarf ettik.
Örneğin Genel Başkanımızın yurtdışı temasları bu algıyı kırma
çabasının bir parçasıydı.
"Dışarıda Türkiye’nin partisiyiz” ifadesini de biraz açmak
istiyorum: Bu basit bir "Erdoğan için iyi olan Türkiye’nin
zararınadır" anlayışı ile adım atalım demek değil. Daha önce
iktidar kanadından CHP yurtdışına gidip Erdoğan’ı şikayet ediyor
suçlaması yapılıyordu. Ancak bu öyle değil. Genel Başkanımız da ben
de dış politikadan sorumlu genel başkan yardımcısı olarak yurtdışı
ziyaretlerimizde Erdoğan’dan bahsetmiyoruz.
Neden bahsediyorsunuz?
CHP olarak nasıl bir Türkiye tahayyül ediyoruz, nasıl bir
politika izleyeceğiz, belli konularda pozisyonumuz nedir, bunu
anlatmaya çalışıyoruz. Tabii burada hükümete dönük örtük
eleştiriler, imalar olabilir. Hem bizim yurtdışı temaslarımızda hem
de yurtdışından bize gelen temaslarda ana konumuz inanın ki Erdoğan
veya hükümet eleştirisi değil. Türkiye’nin dış politikasında
tamamlayıcı olabileceğimizi iddia ediyoruz ve öneriyoruz. Türkiye
ve Türk halkının yararına bir şey varsa biz orada boşluğu da
doldurabiliriz, destek de olabiliriz. Sonuçta Türkiye’de yaşıyoruz,
Türkiye’nin partisiyiz, kitle partisiyiz. Türkiye’nin yararına
olacak her şey için varız, temelde kastettiğimiz bu.
'ÖZEL, SOSYALİST ENTERNASYONAL’DE
SÁNCHEZ’İ FİLİSTİN KONUSUNDA ORTAK TAVIR ALMAYA YÖNELTTİ'
Özgür Özel, genel başkan seçilmesinin hemen ertesinde
yönünü dışarıya çevirdi. Almanya’ya, Balkan ülkelerine ziyaretler
gerçekleştirdi. Filistin’e gideceğini de açıkladı. Sizin de
katıldığınız bu ziyaretler sürecek mi? Bu ziyaretleri “CHP dışa
açılıyor” diye mi yorumlamak gerekiyor?
Yeni dönemin en önemli avantajlarından biri, genel başkanımızın
dış politika konusuna özel bir önem vermesi ve bu konuya ilgi
duyması. Bu elbette bizim işimizi de çok rahatlattı, zaten bu dış
ziyaret aktivitesinden de belli oluyor. Öyle ki yerel seçim
programına rağmen genel başkanımız 6 aylık süre içinde 5 yurtdışı
ziyareti gerçekleştirdi, dört cumhurbaşkanıyla 4 başbakanla
görüştü. Bu çok önemli bir diplomatik aktivitedir.
Hatırlayacağınız gibi en son Almanya Cumhurbaşkanıyla Ankara’da
görüştü. Şimdiye kadar olmamış bir şey. Bükreş’te de Almanya
Başbakanıyla görüştü. İspanya Başkanı Pedro Sánchez ki şu an
Sosyalist Enternasyonal’in başkanı, genel başkanımız da onun
yardımcısı, gayet iyi bir diyalogu var. Artık görüştü demiyorum
diyalog içindeler, Filistin konusunda da ortak pozisyon alıyorlar.
Özgür bey, Filistin konusunda, Gazze’deki katliam konusunda çok
sayıda uluslararası platformda konuşma yaptı, sorunu dile getirdi.
Dünyada 120 sosyal demokrat lidere Gazze konusunda tutum almaya
dönük bir mektup yolladı. Bunlar önemli dış politika aktiviteleri.
Sorunuza yanıt verecek olursam evet, bunlar devam edecek.
Temaslarımız sadece Batı eksenli değil, pek çok konuda sürecek. Biz
dış politika konusunda zaten faaliyetlerimizi sürdürüyoruz ama
genel başkan düzeyinde daha görünür, içerik taşıyan dış politikada
siyasete etki eden bir parti olarak CHP’yi daha fazla
göreceğiz.
'DÜNYADA YÜKSELİŞE GEÇEN SAĞ POPÜLİST VE OTORİTERLİĞE KARŞI
KÜRESEL BİR DİRENÇ NOKTASI OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYORUZ'
Aslında biraz değindiniz ama daha ayrıntılı konuşalım
isterim. Özgür Özel Şubat ayında Sosyalist Enternasyonal
toplantısına katıldı, burada bir dizi dış temasta da bulundu.
Sosyalist Enternasyonal’in Başkan Yardımcısı seçildi. CHP aslında
yıllardır Sosyalist Enternasyonal’in bir parçası, bu yeni dönemde
yönetim kademesinde olmanın tercih edilmesi ne anlama geliyor?
Sosyalist Enternasyonal’de daha aktif bir CHP mi
göreceğiz?
Evet, daha aktif bir CHP göreceğiz. Orada olmak uluslararası
platformlarda bir çok avantaj sağlıyor. Türkiye ile ilgili konuları
da dile getirebiliyorsunuz, daha geniş bir network içinde hareket
edebiliyorsunuz. Dünyada sağ otoriterlik yükseliyor, nasıl ki sağ
popülist liderler kendi aralarında dayanışıyorsa, birbirine
yaslanarak, birbirinden öğrenerek siyaset yapıyorsa, sol ve sosyal
demokrat partiler de kendi aralarında sağ, yabancı düşmanlığı
yapan, ırkçılık yapan bu girişimlere bir direnç hattı oluşturmak
zorunda. Genel Başkanımız biraz bunun için de aktif davranıyor.
Genel olarak baktığımız sağ bir otoriterliğin yükselişi hem bizi
hem de yaşadığımız dünyayı ilgilendiriyor. Dolayısıyla daha
eşitlikçi, daha demokratik, daha özgürlükçü bir dünya için bu
gidişatın karşısında durmak gerekiyor. Parti olarak biz sadece buna
Erdoğan meselesi olarak bakmıyoruz. Bu daha genel bir sorun, tüm
dünyayı ilgilendiren bir sorun. Burada bir hat oluşturmaya
çalışıyoruz. CHP, yaklaşık 1.5 milyon üyesi, 15-17 milyon
civarından seçmeni olan bir parti. Bu haliyle Avrupa’nın neredeyse
en büyük, en köklü partilerinden biri. Burada söyleyeceği sözün bir
değeri ve önemi oluyor. Biz bu önemini artırmaya çalışıyoruz.
CHP’nin, varlığını Türkiye sınırları dışında da hissettiren bir
parti olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Sağ popülist yükselişe bir
direnç oluşturma konusunda sözü dinlenen bir aktör olmaya
çalışıyoruz, CHP’ye de böyle davranılıyor.
'KÖRLEMESİNE YURT DIŞINA ÇIKTIK AKP’Yİ DESTEKLEYELİM
DEMİYORUZ'
Bu çabalar CHP’nin şimdiye kadar iktidarla pek
ayrışmayan Avrupa Konseyi’ndeki tutumuna nasıl
yansıyacak?
İçinde bulunduğumuz bölgede komşularımızın hassasiyetine dikkat
etmek zorunda kalıyoruz. Sonuçta siyasetin kendi dengeleri var.
CHP, kendi politik kimliğiyle Türkiye’nin ihtiyaçları arasında
denge kurmaya çalışıyor. Burada körlemesine “yurt dışına çıktık
AKP’yi destekleyelim” demiyoruz. "Bu Türkiye’ye zarar verir mi,
bunun Türkiye’ye yararı olur mu?" sorularını odağa alıyoruz. Avrupa
Konseyi’ndeki konuşmalarda da temel aldığımız konu “bunun
Türkiye’ye faydası ne” noktası, buradan hareket etmeye çalışıyoruz
Bu noktada tavrımız eğer AKP siyasetiyle örtüşüyorsa AKP’nin beyaz
dediğine siyah demenin anlamı yok.
'FRANK WALTER STEİNMEİER SIĞINMACI ANLAŞMASI YENİDEN MÜZAKERE
EDİLMELİ DEDİK'
Dış ziyaretlerinizin önemli duraklarından biri
geçtiğimiz dönem Almanya’ydı burada bir dizi temasta bulunuldu. Siz
de bu heyette yer aldınız. Nisan ayındaysa Almanya Cumhurbaşkanı
Frank-Walter Steinmeier İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun misafiri
oldu. Ardından Ankara’da Özgür Özel ve CHP heyetiyle bir araya
geldi. Biraz bu görüşmelerin detaylarını aktarır mısınız? Yeni
dönemde Almanya ile ilişkilerde daha aktif bir CHP mi göreceğiz?
Almanya ve AB ile ilişkilere dair partinizin siyaseti nasıl
olacak?
Almanya’daki Türklerin varlığı, iktisadi ve yatırım
ilişkilerinin güçlü olması gibi nedenlerle Almanya için Türkiye çok
önemli ve özel bir ülke ki buna bağlı olarak Türkiye’yi çok
önemser. Bir de buna 2016’da yapılan sığınmacı anlaşması eklendi.
Bu nedenle Almanya, Türkiye’de yalnızca Erdoğan ile değil,
muhalefetle de ana muhalefetle de bağlarını güçlü tutmak istiyor.
Almanya'da ayrıca şu anda sosyal demokratlar iktidarda. Bu da bir
avantaj. Dolayısıyla Almanya Cumhurbaşkanı Türkiye ziyaretinde
protokol gereği genel başkanımızla görüştü.
Bu görüşmede Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerde hangi
sorunlar varsa bunlar masaya yatırıldı. Bu konuda CHP’nin pozisyonu
ve yaşanan sorunlar aktarıldı. Örneğin dile getirdiğimiz
sorunlardan biri vize konusuydu. Ciddi bir mağduriyet ve sorun var.
Onların da kendilerince bazı açıklamaları oldu. Sığınmacılar
konusundaki düzenlemeyle ilgili bazı hususlar dikkate getirildi.
Sonuçta resmi rakamlar Türkiye’de 4 milyon civarında Suriyeli
olduğu söylüyor. Bunun tek taraflı bir şekilde devam etmesini doğru
bulmuyoruz. Burada bazı düzenlemeler yapılabilir. Ancak en temelde
şunu da söylüyoruz: Erdoğan hükümetinin yaptığının aksine
sığınmacıların dış politikada araçsallaştırılmasına da karşıyız.
İnsan hayatının bir pazarlık aracı yapılmasını eleştiriyoruz.
Sığınmacı yaratan siyasetin kendisini doğrudan eleştiriyoruz. Ama
“Sığınmacıları burada tut, biz de sana para verelim” türünden bir
anlaşmanın etik ve politik maliyetleri açısından sorunlu olduğunu
düşünüyoruz. Bunun karşıtı olarak “bütün sığınmacıları geri
göndereceğiz ya da tüm sığınmacıları otobüslerle Avrupa’ya
göndereceğiz” demiyoruz. Bu insani değil. 4 milyon insanı
otobüslere doldurup herhangi bir yere gönderemezsiniz. Dolasıyla
burada bir sorun olduğunu ve bunun tekrar müzakere edilebileceğini
vurguluyoruz.
CHP cephesinde geziler ve görüşmeler yaşanırken dünya
siyasetinde de ciddi kırılmalar yaşanıyor. Bunlardan biri de
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Irak ziyareti oldu. Ayrıca hem küresel
basında hem Türkiye’de yaz aylarında Irak’ta hatta Suriye’de yeni
bir askeri harekata dönük iktidardan gelen işaretler var.
Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki durumunu bu son gelişmeler ışığında
nasıl değerlendirirsiniz? Bağdat ve Erbil’deki temaslardan ne
beklenmeli? Ve belki de kamuoyunda en çok merak edilen soru: Yeni
bir askeri operasyon ihtimaline karşı CHP nasıl bir tutum
alacak?
CHP olarak Türkiye’nin güvenliği ilgilendiren bir konuda buna
itiraz etmek çok mümkün olmaz. Şimdi bir operasyon olacak mı bu
operasyon nasıl olacak, nereye operasyon olacak, bunun genel
kapsamını açıklamadan, nereye neyin yapılacağını bilmeden bir şeyin
arkasında durmak hiç doğru değil. Bunlar ortaya konmadan parti
olarak önceden kendini bağlayan bir tutum almak doğru değil. CHP,
şimdiye kadar Türkiye’nin güvenliğine hizmet edecek bir şeyin
önünde durmadı. Burada hükümet iç politikaya dönük göstermelik bir
operasyon mu yapacak, Irak’ın tutumu ne olacak, diğer ülkeler buna
nasıl tepki verecek? Hiçbir şey belli değil, belki de hiç operasyon
olmayacak. Erdoğan’ın kafasından geçen bir operasyon fikri için
CHP’nin şimdiden yanınızdayız ya da karşınızdayız demesi doğru da
değil, mümkün de değil.
'HÜKÜMETİN KALKINMA YOLU GİBİ FANTASTİK PROJELER YERİNE
TÜRKİYE’NİN KALKINMASINA KAYNAK AYIRMASINI TERCİH EDERİZ'
Elbette Türkiye’nin cumhurbaşkanının Bağdat’a gitmesine itiraz
edecek değiliz. Geçmişte şöyle bir politikası vardı; Bağdat’ı fazla
umursamıyor, doğrudan IKBY ile Bağdat’ı atlayarak iletişim
kuruyordu, ziyaretler yapıyordu. Bu doğru değil, Irak egemen bir
ülke, biz öyle tanımlamalıyız ki komşusu olarak diğer ülkeler de
öyle yapsın. Dolayısıyla Bağdat ile Ankara arasında siyasi
diyalogun açık olmasını destekleriz, biz de olsak gider görüşürdük.
Ancak bu görüşmelerin içeriği hakkında hükümet bizi yeterince
bilgilendirmiyor. Burada neyin pazarlığı yapıldı bilmiyoruz.
Kalkınma Yolu deniyor, örneğin bunun fizibilitesi yapıldı mı?
Hattın finansmanını kim yapacak, güvenliğini kim sağlayacak
bilmiyoruz. Biz koşa koşa “Evet bu yapılsın” diyemeyiz, finans
sorunu var. Emeklilerin, çalışanların, işsizlerin durumu ortada. Bu
tür fantastik projeler yerine Türkiye’nin kalkınmasını sağlayacak
alanlara kaynak sağlanmasını tercih ederiz.
'HÜKÜMET FİLİSTİN’İN SİYASİ İSRAİL’İN DE TİCARİ RANTINI YİYEN
BİR POLİTİKA İZLİYOR'
İsrail soykırıma varan pratiklerle Gazze halkını
ablukaya almaya devam ediyor. Cumhur İttifakı hükümeti ise önce
inkar ettiği, ardından ‘kısıtlama getiriyorum’ dediği İsrail’le
ticareti tamamen askıya alındığını kısa süre önce duyurdu. Öte
yandan Hamas Lideri Hanniye ve heyeti de Türkiye’de çeşitli
temaslarda bulunuyor. İktidarın epeyce çelişkili görünen Filistin
politikasını ve Hamas heyetinin Türkiye’deki temaslarını nasıl
yorumluyorsunuz? Dışişleri Bakanı Fidan, geçen hafta Güney
Afrika’nın İsrail’e dönük açtığı ve UAD’da görülen “soykırım”
davasına müdahil olacağını açıkladı. Bundan ne anlamalıyız?
Buradaki problem şu: Erdoğan hükümeti uzun süredir Filistin
sorununun sahibi gibi davranıyor, ama pratiği öyle değil. Esas
dikkatimizi çeken nokta bu. İş Filistin davası, Kudüs davası
olduğunda sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da da yüksek perdeden
Filistin Sorunu bizden sorulur tarzında bir tavrı var.
Pratiğe baktığınızda Filistin’in siyasi, İsrail’in de ticari
rantını yiyen bir politika izliyor. Bizim en temel itirazımız bu
politikaya. Filistin’de gözümüzün önünde korkunç bir insani dram
yaşanıyor, tüm dünya izliyor. İsrail, ABD ve Avrupa’yı arkasını
almış mazlum bir halkı yukardan attığı bombalarla katlediyor. Bu
insani ve ahlaki olarak katlanılır değil. Öte yandan “Türkiye’de
Filistin meselesini bizden başka kimse konuşamaz” diyen, kendisi
dışındaki seslere sağır kalan, elinin tersiyle iten hükümet aynı
anda İsrail’e bu silahların, bombaların yapımında kullanılabilecek
malzemeyi satıyor. Bu ikisi olmaz buna itiraz diyoruz. Sonra
toplumsal tepki yükselince de 54 ihracat ürününe kısıtlama denen
belirsiz bir tanımlamayla toplumda bozulan imajını toparlamaya
çalışıyor. Buna kimse ikna olmaz. Dünyada da Netanyahu hükümetine
tepki var, seveni yok. İsrail’in arkasında dursalar bile Netanyahu
ile dertleri var, onunla çalışmak istemiyorlar. Tüm dünyada
özellikle Batıda üniversitelerde başlayan ciddi bir İsrail
karşıtlığı ve Filistin ile dayanışma hareketi var.
Hükümet bunların çok gerisinden kaldı. Bu nedenle Hamas’la
görüşüp ateşkese ikna çabası içinde. Bu siyasetin bir çıkışı yok.
İsrail’in devletler düzeyinde desteği devam ediyor. Arka planda
kızıyorlar ama silah göndermeye devam ediyorlar. Dolayısıyla bir
taraftan Hanniye’yi ikna etmeye çalıştılar, öte yandan da
kamuoyunun gözündeki imajlarını toparlamaya çalışıyorlar. Bu
nedenle de Güney Afrika’nın açtığı davaya müdahil oldular. Bu
adımın bir sonucu olmayacak, göstermelik bir hamle. “Bakın biz de
İsrail’in karşında duruyoruz, Filistin halkını savunmaya
çalışıyoruz” görüntüsünü vermeye çalışıyorlar.
'ŞU ANDA İZLENEN SİYASETİN FİLİSTİN’E HİÇBİR FAYDASI YOK'
Ticaret Bakanlığı ticareti tamamen durduklarını açıkladı
öte yandan?
Evet, altı ay sonra kısıtlamaya gideceğiz dediler. Şimdi
ticareti durduruyoruz dediler. Burada da bir uyanıklık var. Tipik
bir AKP politikası olarak: “İnsani yardımın girişine izin
verilinceye kadar ticareti tamamen durdurduk” denildi. Yani üç
yardım tırı girse bakın işte bizim koşulumuz gerçekleşti diyebilir
ve ticarete devam edebilirler. Ucunu açık bırakmışlar. Bu tür
göstermelik hamlelerle Filistin Sorunu’ndaki Gazze’deki trajedideki
moral kayıplarını gidermeye çalışıyorlar. Yoksa 6 ay boyunca
korkunç insani drama karşı AKP’nin Filistin’e hiçbir faydası
olmadı. Şu anda izlenen siyasetin de bir faydası yok.
'ERDOĞAN’IN BİDEN İLE BEYAZ SARAY’DA FOTOĞRAF VERMEK İÇİN ELİNİ
BU KADAR AÇMASI DOĞRU DEĞİL'
Son olarak Türkiye ABD ilişkilerine değinmek istiyorum.
Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Biden ile 9 Mayıs’ta
Beyaz Saray’da bir araya gelmesi bekleniyordu, ancak ABD kanadı bu
ziyaretin olmayacağını ifade etti. ABD- Türkiye ilişkilerinin
seyrini nasıl değerlendirirsiniz? Bir de Kasım’da ABD’yi bekleyen
bir başkanlık seçimi var, Biden ile Trump’ın yarıştığı bu seçimin
sizce kazananı kim olacak? Bu ABD’nin dış politikasına nasıl
yansıyacak?
Eskiden S-400 krizi sırasında şöyle diyordum, yani bir füze
almayı, bir uçak almayı başaramadılar. F-16 krizinde de bu yaşandı.
Şimdi de bir ziyareti beceremediler. Cumhurbaşkanı, Biden ile Beyaz
Saray’da görüşmeyi istiyordu, hatta sitem etti: “Biz Trump ile bunu
kuruyorduk ancak sizinle kuramadık” dedi. Bu doğru değil. Bir
ülkenin cumhurbaşkanının ABD Başkanıyla Beyaz Saray’da bir fotoğraf
çektirmek için elini bu kadar açması diplomasi tekniği açısında da
sakıncalı ve zararlı. Şimdi sizin muhatabınız bu görüşme için ne
kadar istekli olduğunuzu biliyor. Zaten ABD ile Türkiye arasında
asimetrik bir ilişki var, bu kadar istekli görünmek yanlış bir
politika, bence bu ilk hata. İkinci hata benim tahminimce
Amerikalılar mart ayında Türkiye’nin istekliliğini görünce "9 Mayıs
olabilir ama kesinleştirmeyip sizin performansını görelim" demişler
ki burada açık bir güç asimetrisi görülüyor.
Performanstan neyi kastediyorlar peki?
İlk olarak Rusya yaptırımlarına uyulacak mı ona bakılıyor bence.
Bu konuda şöyle bir sorun da yaşandı, karşı tarafa bir güç
affetmişsiniz, görüşme olabilir denmiştir. Ancak Türkiye tarafı
aceleci davranıp 9 Mayıs’ta gezi olacak dedi. Beyaz Saray 9
Mayıs’ta bir Erdoğan Biden görüşmesi olacağını teyit etmedi, duruma
bakalım dediler. Buna bir de yaklaşan ABD seçimleri ve Erdoğan’ın
Hanniye ile görüşmesi eklendi. Biden bu koşullarda Erdoğan ile
görüşme riskini almak istemedi. Netanyahu’ya baskı yapmaya
çalışıyor. Ancak Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı düzeyinde böyle
aceleci ve beceriksiz duruma düşmesini benim aklım almadı. Bu durum
Türkiye’yi düşürdüğü konum açısından da rahatsız edici ve ikinci
hata bence.
'TRUMP SEÇİLİRSE ŞAŞIRMAYIZ, BEKLENMEYENİN SİYASETİNİN
YAŞANDIĞI BİR DÖNEMDEYİZ'
Seçimlere gelirsek, dünya öyle bir hale geldi ki öngörüde
bulunmak gittikçe zorlaşıyor. Trump’ın seçileceğini kimse
düşünmüyordu seçildi. ABD’de görevdeki bir başkanın seçim
kaybetmesi çok düşük bir ihtimaldir, Trump kaybetti. Ayrıca
bildiğim kadarıyla seçim kaybetmiş bir başkan yeniden aday olmadı,
Trump oldu. Hakkında hem özel hayatı hem de ticari hayatıyla ilgili
davalar sürüyor. Siyaset sürprizlerle yaşanıyor, beklenmeyenin
siyasetinin yaşandığı bir dönemdeyiz, yani ucu açık bir seçim. Bu
noktada Trump seçilirse dünya şaşırmayacak.