Gazete Duvar ailesine katılmak ve köşe yazılarımla yolculuklarına eşlik etmek gurur ve mutluluk verici. Öyleyse bu güzel duygular içindeyken neden ilk yazımda şiddet konusunu seçtim? Çünkü şiddetin tüm diğer konulardan daha öncelikli ve hakkında bol bol konuşulması gerektiğine inanıyorum.
“Önce zarar verme!”
Sevmek sorunda değil ama zarar vermemek zorundasın! Bir canlıya şiddetin uygulandığı bir yerde diğer tüm dünya meseleleri susmalı. Şiddetin olduğu yerde artık geride kalan her şeyin önemi soluklaşmalı.
İlişkilerde şiddet ve sevgi ters orantılıdır. Hatta “hiç” orantılıdır. Biri varsa biri yoktur. Bir ilişkide şiddet varsa orada sevgi sandığımızın altında başka dinamikler mevcuttur. Ancak sevilmeye olan doğal ihtiyacımız ve bize yapılanları sevgiyle bağdaştırmaya olan eğilimimiz, sevgiyi umarsızca her yerde hatta yanlış yerde aramaya giden duygusal boşluklu parçamız bizi istismarlı bir ilişkide bile sevgiden şüphe etmemeye ve ilişkiye tutunabilmek için de türlü mazeretler bulmaya doğru iter.
“Şiddete uğruyor musun?” sorusu karşısında pek çok insan olayı fiziksel şiddete indirgediği için kolaylıkla “hayır” cevabı verebiliyor. Oysa duygusal şiddete uğrayan biri, şiddetin fiziksel şiddet dışında da başka pek çok biçimi olduğunun ayrımına varmadığı için kendisine yaşatılanın da aslında bir şiddet olduğunu kavrayamıyor doğal olarak. Çünkü fiziksel olanın dışında duygusal ve cinsel şiddete tanı koymak pek de kolay olmuyor.
Şiddet gibi bir düşmanı tüm yönleriyle tanımazsak ona karşı nasıl bir tavır almamız gerektiğini de kavrayamaz ve savunmasız kalırız. Tanımadığımız zamansa maruz kalsak bile alarma geçmez, örtbas eder veya geçici bir önlemle incinmişliğimizi inkâr etme yoluna gideriz.
Şiddet duygusal, fiziksel ve cinsel olarak üç farklı kategoride incelenir.
Duygusal şiddet içerikleri arasında duygusal ihmal ve duygusal istismar vardır.
Duygusal ihmale uğradığınızda sevgi, ilgi, fark edilmek, dikkate alınmak, onaylanmak, değer verildiğini hissetmek gibi alanlarda yoksunluk yaşarsınız. Size sunulan sevgi gerçek değil de birlikte yaşadığınız kişinin kendi ihtiyaçlarını sizin üzerinizden karşılaması durumudur. Kendi istek ve ihtiyaçlarını daima sizinkilerden önde tutar. Bu alan sizin en zor farkındalık geliştireceğiniz tutumları ve duyguları içerir. Maruz kaldığınızı anlayabilmek için yeterli bir öz saygı, öz değer ve öz güven geliştirmiş olabilmeniz gerekmektedir. Aileniz tarafından gerçek ve içten bir sevgi sunulduysa size, ilişkiden de talebiniz bu yönde olacaktır.
Duygusal olarak istismar edildiğinizde yaşadıklarınız artık biraz daha gözle görünür hale gelmiştir. Eğer yüzleşme ve cesaretle bakma yolunu seçerseniz maruz kaldığınız durumu masumlaştırmaz ve durumu düzeltmek için gerekli önlemleri de alabilirsiniz. Duygusal istismarda pek çok zorlayıcı durum yaşarsınız. Örneğin ne hissettiğinize ve nasıl davranmanız gerektiğine o karar verir. Kontrolcü ve tahakkümcüdür. Sürekli eleştirir. Zayıf yönleriniz, hatalarınız ve son derece insani olan tüm başarısızlıklarınız karşısında sizi utandırır. Güçlü yönlerinizi baskılayarak bir kurban konumunda kalmanız için çabalar. Geçmişte yaşadığı başka ilişkileriyle sizi kıyaslar. Başkalarıyla flört eder hatta aldatır. Küçük düşürür. Aşağılar. Sorumluluk almaz. Arkadaşlarla birlikteyken farklı, çok zarif, anlayışlı, olgun biri gibi davranır. İkiniz yalnızken içinden başka bir insan çıkar, daha doğrusu özü. Aranızdaki sorunlar nedeniyle sizi suçlar. Olanların sizin suçunuz olduğunu söyler. Hatta duygusal manipülasyon teknikleri kullanarak sizin bir ruhsal probleminiz olduğunu size inandırarak kendinizden şüphe etmenizi, gittikçe çaresiz ve aciz bir konuma girmenizi sağlar. Kıskançlık yapar. Buluttan nem kapar. Sizi yalnızlaştırır. Başkalarıyla görüşmenizi engelleyerek aileniz ve arkadaşlarınızdan uzaklaştırır. Böylece yardım almanızı zorlaştırır. Uyguladığı tüm şiddeti inkâr eder. Ayrılmaya kalkıştığınızda kendisini ya da sizi öldürmekle tehdit eder. Sonra geçici bir süreyle size çok farklı ve çok iyi davranmaya başlar. Sözler verir, vaatlerde bulunur. Sizi geri döndürmeyi başardığında bir süre sonra tekrar eski haline döner. Bu kez daha fazla bir baskıyla daha büyük bir güç gösterisi yapar. Bu süreç daima yukarı doğru çıkan bir sarmaldır.
1944 yapımı ve alanında bir baş yapıt olan Gaslight adlı filmde tutkulu ve romantik bir aşk hikayesine inanırız başlangıçta. Sevme, sevilme yolunda şiddete uğrayan pek çok kişi gibi öncülleri kaçırmaya başlarız sonra. Charles’ın Paula’ya uyguladığı sadistik bir duygusal manipülasyon tekniği olan “gaslighting” ile tanıştığımızı süreç içinde hayal kırıklığı ile anlarız. Charles önce Paula’yı çok sevdiğine inandırır. Romantik, yakışıklı, olgun, ilgili ve anlayışlı bir centilmen gibi davranarak parlak ışıklı görüntüsüyle kadını etkilemeyi başarır. Çok sevildiğine inanan Paula artık üzerinde oyunlar oynanacak kadar algısal yanılmalara müsait haldedir. Charles onu önce evliliğe ikna eder, sonra da Londra’da Paula’nın çocukluğunun geçtiği ve içinde teyzesinin cinayetle öldürüldüğü eve yerleşmeye. Oysa ki bu evde yaşamak aslında Paula’nın en büyük korkularından biridir. Ama adamı mutlu etmek için bunu bile yapar. Nihai hedefi Paula’ya miras kalan değerli taşları ele geçirmek olan Charles, Paula’nın kendi akıl sağlığından şüphe etmesini sağlamak, onu hasta olduğuna inandırmak ve hastaneye yatırmak için sinsice planlarını uygulamaya başlar. Gaz ışığı ile oynayarak, eşyaların yerini değiştirip, saklayarak, geceleri garip gürültüler çıkararak Paula’yı gittikçe delirdiğine inandırır. Bu süreçte onu başkalarıyla görüştürmeyerek yalnızlaştırır ve yardım almasına engel olur. Emir verme, aşağılama, hasta, unutkan, şüpheci ve takıntılı olduğunu empoze etme yollarıyla duygusal istismar uygular. Evdeki hizmetçi de dahil başkalarına sürekli Paula’nın delirdiğinden bahseder. Paula’nın yanında başka kadınlara kur yapar ama onu kıskanmakla suçlar. Hayaller gördüğünü, akıl sağlığının iyi olmadığını, hastanede tedavi görmesi gerektiğini söyler. Paula terk etme cesareti bulduğunda ve gitmeye kalkıştığında ise bu kez de fazlasıyla ilgili, şefkatli, özürler dileyen bir hale dönüşür ve kalması için ikna eder. Paula sevilmek, sevmek ve istismar edilmek tuzağında sıkışıp kalmıştır. Şiddeti sevgi sanan başka kadınlar gibi.
Ancak filmlerdeki gibi bir polis memuru maalesef gerçek hayatta durumların farkına varıp da mağduru kurtarmaya gelemiyor. Kadının bu durumdan yine kendi kendisini kurtarması gerekiyor.
En iyi tanınan ve fark edilen bir başka şiddet türü olan fiziksel şiddet ise sadece öldüresiye dayak ya da “yeterince” dövmek değildir. Ne yazık ki şiddete uğrayanların ancak belli bir fiziksel saldırı limitinin üstünde olan darp durumunda, bu miktar ölçüsünü yani “yeterince” kavramını kullandığını görüyoruz. Genel kanıda fiziksel darp bu mertebede olduğunda dikkate alınıyor. Ancak “sadece bir tokat” denilen o çok masum gösterilen hareket, itme-kakma, kolunu sıkma, tartaklama yani kişinin bedensel bütünlüğüne yapılan her türlü müdahale fiziksel şiddettir. Asla ihmal edilecek, sineye çekilecek, kabullenilecek, katlanılacak, geçer diye beklenilecek bir durum değildir. Kişi bunun bedelini hayatını kaybetmekle ödeyebilir.
Cinsel şiddet kapsamında cinsel taciz ve tecavüzün yanı sıra size cinsel anlamda rızanız dışında yapılan her davranış ya da siz istemeden göreviniz olduğu iddiasıyla sevişmeye zorlama da şiddettir. Evlilik ya da sevgililik durumu hiç kimsenin bedenini ve cinsel organlarını eşin kullanımına sınırsızca açmaz.
Şiddet başımıza bir kaza gibi bir anda gelmez. Her şey gibi bir oluşum süreci geçirir. Fiziksel şiddet uygulayan kişi bu aşamadan önce mutlaka ilişkide duygusal şiddet uygulamaya başlamıştır. Kişiler için kurtarıcı olan tam da bu duygusal şiddet aşamasında durumun farkına varıp kendince gerekli tedbirleri alması ve bu durumu tolere etmemesidir.
Şiddetin oluş süreci ile ilgili aydınlatılması gereken bir diğer nokta “öfke kontrol sorunu” olarak algılanması ya da bir psikiyatrik hastalıkla birlikte anılmasıdır. “Öfke patlaması” meselesi oysa ki bu sorunun çok küçük bir parçasıdır. Olayın çok daha önemli bileşenleri vardır. Öfke, şiddet uygulayanın mağdura boyun eğdirmek ve kendi iktidarını ilan etmek için kullandığı araçlardan sadece biridir. Şiddet uygulamaksa bir seçimdir. Uygulayanın bu yöndeki kararıyla ilgilidir. Ruhsal hastalıklarla ya da öfke kontrol sorunuyla açıklamak olayı son derece masumlaştıracak ya da başka ilgi odaklarına çekilmemizi sağlayacaktır. Ruhsal bozukluk tanısı almış kişilerin almayanlara göre şiddet uygulama oranları neredeyse eşittir. Yani meseleye “bir hastalık durumu” olarak değil, şiddete karar verilmiş bir tutum/tavır gözüyle bakmak daha doğru olacaktır.
Şiddet diğer suçlar gibi bedeli ödenmediği müddetçe devam eder. Şiddet uygulayandan uzaklaşmak onun ödeyeceği bir bedeldir. Belirli durumlarda paralel olarak da yasal süreçler başlamalıdır. Şiddete uğrayan şiddet uygulayanı yeterince sabrederek düzeltebileceği, yeterince çabalayarak tedavi edebileceği, hatta onu sevgisiyle değiştirebileceği gibi son derece imkânsız yollarla zaman kaybetmemelidir.
Neden sağlıklı bireylere yönelmek yerine şiddete eğilimli kişiyi seçeriz ya da o ilişkide şiddete rağmen kalmaya devam ederiz? Bu ağır, soğuk ve hüzünlü meselede şiddete geçit verenin sorumluluğu nedir? Sanırım çözümün en önemli odağı şiddete izin vermemek ve sorumluluk almak olduğuna göre bu mühim soru başlı başına bir sonraki yazımın konusu olmayı hak ediyor.