İlk günaha dönüş ve 48’in isyanı 

Kutsal topraklardaki ilk günah bir kez daha kendini hatırlatıyor; 1948’in kâbusu geri dönüyor. Netanyahu bu sayede belki yolsuzlukla suçlandığı dosyalardan hapse girmekten kurtulabilir.

Fehim Taştekin ftastekin@gazeteduvar.com.tr

Gazze 10 Mayıs’tan beri bombalanıyor. Dün itibariyle bilanço 58'i çocuk, 34'ü kadın 192 ölü, 1235 yaralı.
İsrail AP, El Cezire ve diğer uluslararası medya kuruluşlarının kullandığı 12 katlı binayı da yerle bir ederek Gazze’nin gören gözünü kör etti. Gazze’nin ana sağlık kuruluşu Şifa Hastanesi’ne giden yolları tıkayacak şekilde binaları yerle bir ediliyor. İsrailli insan hakları örgütü B'Tselem, İsrail'in savaş suçu işlediğini belirtip uluslararası toplumu harekete geçmeye çağırdı. 

Beri tarafta Gazze’nin roketleri Demir Kubbe’yi delip Aşkelon, Aşdod, Kudüs ve Tel Aviv’e kadar İsrail’in kentlerini vuruyor. İsraillilerin büyük bir çoğunluğu sığınaklarda.
Gazze’yi askeri-teknik üstünlükle yakıp yıkmak Filistinliler üzerinde bir caydırıcılık inşa etmiyor. Filistin her seferinde ölüp yeniden diriliyor. Netanyahu’nun "Hamas’a bunun bedelini ödettireceğiz” sözü 2009 ve 2014 cehennemine bir yenisini ekleyebilir ama sıradaki raunt daha isabetli, güçlü ve uzun menzilli roketlerle başlayacaktır. İsrail ordu yetkilileri de Gazze’nin ateş gücü ve direnişin altyapısını birkaç yıl geriletmeyi kendilerince erişilebilir bir hedef olarak koyuyor. Üç-beş yıllık bir sükûnet için azami yıkım ve ölüm! Daha büyük bir savaşın temelini bugünden atan dehşet bir döngü! 
Fakat İsrail’in Demir Kubbe’yle tavan yapmış kibrinin parçalanması, güvenlik efsanesinin yıkılması ve şehirlerin terörize olması tersi yönde bir caydırıcılık inşa ediyor. Daha da sarsıcı olanı Arap-Yahudi karışık kentlerde, Lod Belediye Başkanı Yair Revivo’nun ifadesiyle iç savaş halinin yaşanmasıdır. Gerçi Revivo “Arap intifadası” dediği olaylarla ilgili ‘Kristallnacht’ benzetmesi de yapıyor. Yafa, Akka, Lod, Ramle, Nasıra, Şefa Amr, Umm-ul Fehm, Kafr Kanna, Kafr Manda ve Bir Şeba gibi yerler yeni bir intifada çağrışımı yaptı.

***

Oluşan tablo, Oslo Anlaşması’ndan bu yana barışa sırtını dönenlere çok önemli dersler sunuyor. İsraillilerin beklemediği bir şey ama silsile halinde hükümetlerin Filistinlilere dayattıkları apartheid rejimi başka ne tür bir sonuç üretebilirdi? Barış anlaşmasına imza attı diye İzak Rabin’i öldüren Yigal Amir’in şiddeti, siyaset baronları ve yerleşimcilere istikamet veriyor. Filistinliler yeniden ölüm ve yıkımı yaşarken İsrail radikal bağnazlığın sonuçlarıyla yüzleşiyor.
Kutsal topraklardaki ilk günah bir kez daha kendini hatırlatıyor; 1948’in kâbusu geri dönüyor. Başbakan Benyamin Netanyahu bu sayede belki yolsuzlukla suçlandığı dosyalardan hapse girmekten kurtulup koltuğunda oturmaya devam edebilir. Bütün ikilemlerin hortladığı zor bir denklemin arifesinde Değişim Bloku’nun lideri Yair Lapid, Filistinlilerin Ra’am Partisi ve Ortak Liste’yle açığını tamamlayıp Netanyahu dönemini bitirmeyi umuyordu.

Öte tarafta Hamas da etkisini Gazze’nin sınırlarından İsrail’in içlerine yani 1948 sınırlarına kadar genişletebilir. Kestirme yorum ‘Radikaller kazandı’ denilmesi olur. Fakat kolayca geçiştirilemeyecek bir durum oluşuyor. ABD ve AB’nin peşin desteğine karşın İsrail’in bu sefer öncekiler kadar uluslararası toplumu yönlendiremediği de görülüyor. ABD’de 25 Kongre üyesinin İsrail’e karşı sesini yükseltmesi; The Guardian’ın 200’üncü kuruluş yıldönümünde ‘en kötü kararlar’ listesine Balfour Deklarasyonu'na verdikleri desteği ekleyip “Bugünkü İsrail Guardian’ın öngördüğü ve istediği ülke değil” demesi; Avrupa’nın başkentlerinde Filistin lehine gösteriler düzenlenmesi; İsraillilerin bizzat kendi içlerinde yaşadıkları şaşkınlık ve radikal yerleşimcilere karşı artan tepkiler, hatta Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in “Size yalvarıyorum, bu deliliği durdurun” demesi tablonun İsrail açısından iyi gitmediğini gösteriyor.

***

Ateşkes bir süre sonra sağlanır ama bunun kalıcı bir çözüme yol açmayacağını da biliyoruz. Gazze’nin durumu öngörülebilir; ağır yıkımdan sonra bir sonraki perdeye kararlılıkla hazırlık. İsrail basınında Gazze’nin roketlerle İsrail'e karşı yeni bir denklem ortaya koymayı başardığı tespiti yapılıyor. Oyunun yeni kuralı her ne ise kuşkusuz ateşkes pazarlığına yansıyacaktır.  
Peki, yeniden çatırdayan 1948 ve 1967 sınırlarındaki fay hatlarını neler bekliyor? Yerleşimcilerle önemli ölçüde kolonileştirilen Batı Şeria’da hayatları kelepçelenmiş Filistinliler, İsrail’in güvenliğine hizmet eden ve Filistinlilerle ilgili tüm istihbaratı Şin Bet’le paylaşan Mahmud Abbas yönetiminden umudu kesmiş ve artık çıkış noktası arıyor.
İsrail’in Yahudi karakterini güçlendirmek için ‘ağır çekim soykırım’ siyaseti güttüğü Doğu Kudüs’teki Filistinliler itilip kakılmaya, evlerinden atılmaya ve mülksüzleştirilmeye isyan ediyor.
1948 sınırlarında İsrail vatandaşlığına geçirilmiş Filistinliler öteki parçalara bigane kalamıyor.
İsrail siyasetinin bütün hinliği Filistin davasını Gazze’ye hapsedip Hamas üzerinden İslamcı terörle ilişkilendirmek ve uluslararası kamuoyunda mahkum etmek; 1967’de işgal ettiği toprakları Yahudileştirmeye devam etmek; üçüncü sınıf halk muamelesi yaptığı İsrailli Filistinlileri iç siyasetin çarklarında eritmekti.  

İsrail siyasetinin “apartheid yalan” demek için örnek gösterdiği “İsrailli Araplar” 1948’deki sahneye geri savruldu.750 bin Filistinlinin terör yöntemleriyle evlerinden sökülüp atıldıkları Nekbe (Felaket) gününe. 1948 sınırlarında kalmış Filistinliler bugün 1.8 milyon nüfusla İsrail’in yüzde 19-20’sini oluşturuyor. İsrail onları “İsrailli Araplar” olarak sunuyor, İsrail’i kabul etmiş vatandaşlar! Vatandaş oldukları doğru ama onlar kendilerini “48’in Filistinlileri”, “48 Arapları”  ya da “Dahildeki Filistinliler” olarak tanımlıyor; ilk günaha referans olarak.

*** 

1948’in Filistinlileri 1966’ya kadar askeri sıkıyönetim altında tutuldu. İzinle seyahat edebildikleri, gece sokağa çıkamadıkları, sıklıkla tutuklanıp evlerinden atıldıkları ve mülklerini yerleşimcilere kaptırdıkları bir dönemdi. İsrail’i benimsemek ve direnişte kalmak arasında bocaladılar. Yahudi solunun (Komünist Partisi/Hadaş) çabalarıyla düşmanlık geriletilse de Filistinliler İsrail için her zaman ‘şüpheli’ ya da ‘Truva Atı’ olageldi. İsrail’le entegre olan, İbranice konuşan ya da kabul görmek için isimlerini değiştirenler de Filistinlerin gözünde ihanetin sınırlarında dolaşanlar oldu. Lud, Akka, Yafa ve Ramle gibi karışık yerlerde etnik temizlik, Yahudileştirme ve Filistinlilerin kimliğini silme uygulamaları yıllardır bitmedi.


Filistinlilerin nasıl bir apartheid rejimine maruz kaldığını gösteren onlarca yasa çıkarıldı. Sonuncusu Yahudi Ulus Devlet Yasası olarak 2018’de 55 ‘Hayır’a karşı 62 ‘Evet’ oyuyla Knesset’ten geçti. Bu temel yasanın hükmü şu:
- İsrail bir Yahudi devletidir.
- Ülkede kendi kaderini tayin etme hakkı sadece Yahudilere aittir.
- İsrail dünyadaki tüm Yahudilerin tarihi anavatanıdır.
- Dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail'e dönme hakkı vardır.
- Hukukta bir boşluk olduğunda Yahudi şeriatı referans alınacaktır.
- Kudüs birleşik ve tam olarak İsrail'in başkentidir.
- Devlet, Yahudi yerleşiminin gelişimini ulusal bir değer olarak görür ve teşvik eder.

Filistinlilere karşı 1920’lerden beri sürdürülen sürgün-savaş stratejisi ‘temel yasa’ ile taçlandırıldı. Sürülmüş Filistinlilerin dönüş hakkını reddeden, kalanların da ikinci sınıf pozisyonunu güçlendiren bir yasa.
İlhak edilen Doğu Kudüs’ün Filistinlileri ise vatandaş değil oturum kartıyla hakları düzenlenmiş kişiler. Oturum izinleri de her an iptal edilebiliyor. Filistinliler İsrail devleti ile ters düştüğünde, konulan kurallara uymadığında tamamen kendi topraklarında yabancı haline gelebiliyor. Bu şekilde 14.500 kişinin oturum kartı yakıldı. Doğu Kudüs’ü Filistinlilerden arındırma ve mülksüzleştirme siyaseti son tırmanışın da temel nedeniydi. Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah’ta olduğu gibi 48 sınırları içinde Lod-Ramle arasındaki Dahmaş köyünde de 700 Filistinli evlerinden çıkarılmaya çalışılıyor. Gaspa uğrayan Filistinli polisten koruma, mahkemeden adalet göremiyor. 

***

Oslo, Filistinliler için berbat bir anlaşmaydı ama İsrail bağlı kalsaydı sürecin öteki ucunda iyi kötü bir barış olabilirdi. İsrail bu anlaşmayı Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te Yahudi yerleşimlerini genişletmek ve Filistin yönetimini etkisizleştirmek için kullandı. Filistin köyleri ve kasabalarının etrafı Yahudi yerleşimleri, güvenlik bölgeleri, milli parklar, doğa koruma alanları ve otoyollarla kuşatılıyor. Bu bir boğma stratejisidir. Nüfusu 90 bini bulan Bedevilere çektirilen eziyet ayrı bir fasıl. Hiçbir kamu hizmetinden yararlanmadıkları gibi kaderleri hep yıkım. Resmi rakamlara göre Negev'de 2013-2019 arasında en az 10 bin Bedevi evi yıkıldı. Topraklarının gasp edilmesine direnen El Arakıb köyünü 185 kez yerle bir ettiler. (Ayrıntı için HRW’un 2 Nisan 2021’de yayımlanan “A Threshold Crossed: Israeli Authorities and the Crimes of Apartheid and Persecution” adlı raporuna bakabilirsiniz.)   

Velhasıl Oslo istismarla ‘hiç’ edildi. 2002’de bu sefer Arap Birliği, 1967 sınırları temelinde iki devletli çözüme karşılık İsrail’in Arap ülkelerince tanınması yönünde bir barış planı sundu. İsrail burun kıvırdı çünkü barışla ilgilenmiyor. Uzun vadeli işgal ve ilhak İsrail’in kuruluş kodu.  

Yeri gelmişken son tırmanışa denk düşen bir de dava var. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tüm Filistin topraklarında işlenen savaş suçlarıyla ilgili 2015'te başlattığı ön incelemeyi tamamlayıp 3 Mart 2021’de soruşturma açtı. İsrailli 180 aydın UCM’ye mektup yazıp İsrail’in yapacağı savunmaya güvenmemelerini salık verdi: “İşgal altındaki bölgelerde uygulanan yasa ve uygulamalar ahlaki adaletsizlik ve savaş suçlarının işlenmesine etkili şekilde imkân sağlıyor."

*** 

Şimdi kuzeyden güneye tablo buyken İsrail’i dünyadaki tüm Yahudiler için ezeli-ebedi vatan olarak temellendiren bir siyasette ısrar ediliyor. Cumhurbaşkanı Rivlin’in yakarırkenki yanılgısı “Hiçbir sebep olmaksızın bir iç savaşla karşı karşıyayız” demesidir. Sebepler az değil ve hepsi de ortada. Bunlar kalkmadan kutsal topraklar birkaç yılda bir 48’in kâbusuyla uyanmaktan kurtulamaz.  

Tüm yazılarını göster