Gazze 10 Mayıs’tan beri bombalanıyor. Dün itibariyle
bilanço 58'i çocuk, 34'ü kadın 192 ölü, 1235 yaralı.
İsrail AP, El Cezire ve diğer uluslararası medya kuruluşlarının
kullandığı 12 katlı binayı da yerle bir ederek Gazze’nin gören
gözünü kör etti. Gazze’nin ana sağlık kuruluşu Şifa Hastanesi’ne
giden yolları tıkayacak şekilde binaları yerle bir ediliyor.
İsrailli insan hakları
örgütü B'Tselem, İsrail'in savaş
suçu işlediğini belirtip uluslararası toplumu harekete geçmeye
çağırdı.
Beri tarafta Gazze’nin roketleri Demir Kubbe’yi delip Aşkelon,
Aşdod, Kudüs ve Tel Aviv’e kadar İsrail’in kentlerini vuruyor.
İsraillilerin büyük bir çoğunluğu sığınaklarda.
Gazze’yi askeri-teknik üstünlükle yakıp yıkmak Filistinliler
üzerinde bir caydırıcılık inşa etmiyor. Filistin her seferinde ölüp
yeniden diriliyor. Netanyahu’nun "Hamas’a bunun bedelini
ödettireceğiz” sözü 2009 ve 2014 cehennemine bir yenisini
ekleyebilir ama sıradaki raunt daha isabetli, güçlü ve uzun
menzilli roketlerle başlayacaktır. İsrail ordu yetkilileri de
Gazze’nin ateş gücü ve direnişin altyapısını birkaç yıl geriletmeyi
kendilerince erişilebilir bir hedef olarak koyuyor. Üç-beş yıllık
bir sükûnet için azami yıkım ve ölüm! Daha büyük bir savaşın
temelini bugünden atan dehşet bir döngü!
Fakat İsrail’in Demir Kubbe’yle tavan yapmış kibrinin parçalanması,
güvenlik efsanesinin yıkılması ve şehirlerin terörize olması tersi
yönde bir caydırıcılık inşa ediyor. Daha da sarsıcı olanı
Arap-Yahudi karışık kentlerde, Lod Belediye Başkanı Yair
Revivo’nun ifadesiyle iç savaş halinin yaşanmasıdır. Gerçi
Revivo “Arap intifadası” dediği olaylarla ilgili ‘Kristallnacht’
benzetmesi de yapıyor. Yafa, Akka, Lod, Ramle, Nasıra, Şefa Amr,
Umm-ul Fehm, Kafr Kanna, Kafr Manda ve Bir
Şeba gibi yerler yeni bir intifada çağrışımı yaptı.
***
Oluşan tablo, Oslo Anlaşması’ndan bu yana barışa sırtını dönenlere
çok önemli dersler sunuyor. İsraillilerin beklemediği bir şey ama
silsile halinde hükümetlerin Filistinlilere dayattıkları apartheid
rejimi başka ne tür bir sonuç üretebilirdi? Barış anlaşmasına imza
attı diye İzak Rabin’i öldüren Yigal Amir’in şiddeti, siyaset
baronları ve yerleşimcilere istikamet veriyor. Filistinliler
yeniden ölüm ve yıkımı yaşarken İsrail radikal bağnazlığın
sonuçlarıyla yüzleşiyor.
Kutsal topraklardaki ilk günah bir kez daha kendini hatırlatıyor;
1948’in kâbusu geri dönüyor. Başbakan Benyamin Netanyahu bu sayede
belki yolsuzlukla suçlandığı dosyalardan hapse girmekten kurtulup
koltuğunda oturmaya devam edebilir. Bütün ikilemlerin hortladığı
zor bir denklemin arifesinde Değişim Bloku’nun lideri Yair Lapid,
Filistinlilerin Ra’am Partisi ve Ortak Liste’yle açığını tamamlayıp
Netanyahu dönemini bitirmeyi umuyordu.
Öte tarafta Hamas da etkisini Gazze’nin sınırlarından İsrail’in
içlerine yani 1948 sınırlarına kadar genişletebilir. Kestirme yorum
‘Radikaller kazandı’ denilmesi olur. Fakat kolayca
geçiştirilemeyecek bir durum oluşuyor. ABD ve AB’nin peşin
desteğine karşın İsrail’in bu sefer öncekiler kadar uluslararası
toplumu yönlendiremediği de görülüyor. ABD’de 25 Kongre üyesinin
İsrail’e karşı sesini yükseltmesi; The Guardian’ın 200’üncü kuruluş
yıldönümünde ‘en kötü kararlar’ listesine Balfour Deklarasyonu'na
verdikleri desteği ekleyip “Bugünkü İsrail Guardian’ın öngördüğü ve
istediği ülke değil” demesi; Avrupa’nın başkentlerinde Filistin
lehine gösteriler düzenlenmesi; İsraillilerin bizzat kendi
içlerinde yaşadıkları şaşkınlık ve radikal yerleşimcilere karşı
artan tepkiler, hatta Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in “Size
yalvarıyorum, bu deliliği durdurun” demesi tablonun İsrail
açısından iyi gitmediğini gösteriyor.
***
Ateşkes bir süre sonra sağlanır ama bunun kalıcı bir çözüme yol
açmayacağını da biliyoruz. Gazze’nin durumu öngörülebilir; ağır
yıkımdan sonra bir sonraki perdeye kararlılıkla hazırlık. İsrail
basınında Gazze’nin roketlerle İsrail'e karşı yeni bir denklem
ortaya koymayı başardığı tespiti yapılıyor. Oyunun yeni kuralı her
ne ise kuşkusuz ateşkes pazarlığına yansıyacaktır.
Peki, yeniden çatırdayan 1948 ve 1967 sınırlarındaki fay hatlarını
neler bekliyor? Yerleşimcilerle önemli ölçüde kolonileştirilen Batı
Şeria’da hayatları kelepçelenmiş Filistinliler, İsrail’in
güvenliğine hizmet eden ve Filistinlilerle ilgili tüm istihbaratı
Şin Bet’le paylaşan Mahmud Abbas yönetiminden umudu kesmiş ve artık
çıkış noktası arıyor.
İsrail’in Yahudi karakterini güçlendirmek için ‘ağır çekim
soykırım’ siyaseti güttüğü Doğu Kudüs’teki Filistinliler itilip
kakılmaya, evlerinden atılmaya ve mülksüzleştirilmeye isyan
ediyor.
1948 sınırlarında İsrail vatandaşlığına geçirilmiş Filistinliler
öteki parçalara bigane kalamıyor.
İsrail siyasetinin bütün hinliği Filistin davasını Gazze’ye
hapsedip Hamas üzerinden İslamcı terörle ilişkilendirmek ve
uluslararası kamuoyunda mahkum etmek; 1967’de işgal ettiği
toprakları Yahudileştirmeye devam etmek; üçüncü sınıf halk
muamelesi yaptığı İsrailli Filistinlileri iç siyasetin çarklarında
eritmekti.
İsrail siyasetinin “apartheid yalan” demek için örnek gösterdiği
“İsrailli Araplar” 1948’deki sahneye geri savruldu.750 bin
Filistinlinin terör yöntemleriyle evlerinden sökülüp atıldıkları
Nekbe (Felaket) gününe. 1948 sınırlarında kalmış Filistinliler
bugün 1.8 milyon nüfusla İsrail’in yüzde 19-20’sini oluşturuyor.
İsrail onları “İsrailli Araplar” olarak sunuyor, İsrail’i kabul
etmiş vatandaşlar! Vatandaş oldukları doğru ama onlar kendilerini
“48’in Filistinlileri”, “48 Arapları” ya da “Dahildeki
Filistinliler” olarak tanımlıyor; ilk günaha referans olarak.
***
1948’in Filistinlileri 1966’ya kadar askeri sıkıyönetim altında
tutuldu. İzinle seyahat edebildikleri, gece sokağa çıkamadıkları,
sıklıkla tutuklanıp evlerinden atıldıkları ve mülklerini
yerleşimcilere kaptırdıkları bir dönemdi. İsrail’i benimsemek ve
direnişte kalmak arasında bocaladılar. Yahudi solunun (Komünist
Partisi/Hadaş) çabalarıyla düşmanlık geriletilse de Filistinliler
İsrail için her zaman ‘şüpheli’ ya da ‘Truva Atı’ olageldi.
İsrail’le entegre olan, İbranice konuşan ya da kabul görmek için
isimlerini değiştirenler de Filistinlerin gözünde ihanetin
sınırlarında dolaşanlar oldu. Lud, Akka, Yafa ve Ramle gibi karışık
yerlerde etnik temizlik, Yahudileştirme ve Filistinlilerin
kimliğini silme uygulamaları yıllardır bitmedi.
Filistinlilerin nasıl bir apartheid rejimine maruz kaldığını
gösteren onlarca yasa çıkarıldı. Sonuncusu Yahudi Ulus Devlet
Yasası olarak 2018’de 55 ‘Hayır’a karşı 62 ‘Evet’ oyuyla
Knesset’ten geçti. Bu temel yasanın hükmü şu:
- İsrail bir Yahudi devletidir.
- Ülkede kendi kaderini tayin etme hakkı sadece Yahudilere
aittir.
- İsrail dünyadaki tüm Yahudilerin tarihi anavatanıdır.
- Dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail'e dönme hakkı vardır.
- Hukukta bir boşluk olduğunda Yahudi şeriatı referans
alınacaktır.
- Kudüs birleşik ve tam olarak İsrail'in başkentidir.
- Devlet, Yahudi yerleşiminin gelişimini ulusal bir değer
olarak görür ve teşvik eder.
Filistinlilere karşı 1920’lerden beri sürdürülen sürgün-savaş
stratejisi ‘temel yasa’ ile taçlandırıldı. Sürülmüş Filistinlilerin
dönüş hakkını reddeden, kalanların da ikinci sınıf pozisyonunu
güçlendiren bir yasa.
İlhak edilen Doğu Kudüs’ün Filistinlileri ise vatandaş değil oturum
kartıyla hakları düzenlenmiş kişiler. Oturum izinleri de her an
iptal edilebiliyor. Filistinliler İsrail devleti ile ters
düştüğünde, konulan kurallara uymadığında tamamen kendi
topraklarında yabancı haline gelebiliyor. Bu şekilde 14.500 kişinin
oturum kartı yakıldı. Doğu Kudüs’ü Filistinlilerden arındırma ve
mülksüzleştirme siyaseti son tırmanışın da temel nedeniydi. Doğu
Kudüs’teki Şeyh Cerrah’ta olduğu gibi 48 sınırları içinde Lod-Ramle
arasındaki Dahmaş köyünde de 700 Filistinli evlerinden çıkarılmaya
çalışılıyor. Gaspa uğrayan Filistinli polisten koruma, mahkemeden
adalet göremiyor.
***
Oslo, Filistinliler için berbat bir anlaşmaydı ama İsrail bağlı
kalsaydı sürecin öteki ucunda iyi kötü bir barış olabilirdi. İsrail
bu anlaşmayı Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te Yahudi yerleşimlerini
genişletmek ve Filistin yönetimini etkisizleştirmek için kullandı.
Filistin köyleri ve kasabalarının etrafı Yahudi yerleşimleri,
güvenlik bölgeleri, milli parklar, doğa koruma alanları ve
otoyollarla kuşatılıyor. Bu bir boğma stratejisidir. Nüfusu 90 bini
bulan Bedevilere çektirilen eziyet ayrı bir fasıl. Hiçbir kamu
hizmetinden yararlanmadıkları gibi kaderleri hep yıkım. Resmi
rakamlara göre Negev'de 2013-2019 arasında en az 10 bin Bedevi evi
yıkıldı. Topraklarının gasp edilmesine direnen El Arakıb köyünü 185
kez yerle bir ettiler. (Ayrıntı için HRW’un 2 Nisan 2021’de
yayımlanan “A Threshold Crossed: Israeli Authorities and the Crimes
of Apartheid and Persecution” adlı raporuna
bakabilirsiniz.)
Velhasıl Oslo istismarla ‘hiç’ edildi. 2002’de bu sefer Arap
Birliği, 1967 sınırları temelinde iki devletli çözüme karşılık
İsrail’in Arap ülkelerince tanınması yönünde bir barış planı sundu.
İsrail burun kıvırdı çünkü barışla ilgilenmiyor. Uzun vadeli işgal
ve ilhak İsrail’in kuruluş kodu.
Yeri gelmişken son tırmanışa denk düşen bir de dava var.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tüm Filistin topraklarında
işlenen savaş suçlarıyla ilgili 2015'te başlattığı ön incelemeyi
tamamlayıp 3 Mart 2021’de soruşturma açtı. İsrailli 180 aydın
UCM’ye mektup yazıp İsrail’in yapacağı savunmaya güvenmemelerini
salık verdi: “İşgal altındaki bölgelerde uygulanan yasa ve
uygulamalar ahlaki adaletsizlik ve savaş suçlarının işlenmesine
etkili şekilde imkân sağlıyor."
***
Şimdi kuzeyden güneye tablo buyken İsrail’i dünyadaki tüm
Yahudiler için ezeli-ebedi vatan olarak temellendiren bir siyasette
ısrar ediliyor. Cumhurbaşkanı Rivlin’in yakarırkenki yanılgısı
“Hiçbir sebep olmaksızın bir iç savaşla karşı karşıyayız”
demesidir. Sebepler az değil ve hepsi de ortada. Bunlar
kalkmadan kutsal topraklar birkaç yılda bir 48’in kâbusuyla
uyanmaktan kurtulamaz.