İmam-hatipleşme iddiaları gerçekleşti mi?

Sosyalist parti ve sendikaların imam-hatipleşme konusundaki öngörüleri hem laiklik-sekülerleşme-muhafazakârlaşma kavramlarında içerdiği anlamıyla, hem de imam-hatip liselerinde öğrenim gören öğrencilerin genel ortaöğretim öğrencilerine oranlarında yaşanan değişim anlamında gerçekleşmemiştir. Bundan sonraki yıllarda da oranlar azalmaya devam edecektir. Çünkü sekülerleşmeyi hızlandıran kapitalizmin gelişimi, kentleşme ve bilimsel ilerlemeler bütün hızıyla devam etmektedir.

Abone ol

Abdullah Damar

Milli Eğitim Bakanlığı, 2012/2013 öğretim yılında 4+4+4 Eğitim Reformu'nu, 2013/2014 öğretim yılında da, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş ( TEOG) sistemini hayata geçirdi.

4+4+4 ‘Eğitim Reformu'nun’ yapıldığı dönemde, ÖDP, EMEP, TKP gibi sosyalist partiler ve üyelerinin çoğunluğunu dünyaya sol pencereden bakan eğitim emekçilerinin oluşturduğu Eğitim Sen ve Eğitim İş gibi sendikalar; bu reformu değerlendirirken eğitim sektörünün piyasaya açılması, ticarileşmesi ve giderek özelleşmesi ve bu sürecin sonucu olarak eğitim emekçilerinin neoliberal üretim ilişkilerinin cenderesinde esnek, güvencesiz ve örgütsüz bir çalışma yaşamıyla baş başa bırakılmasını esas almaları gerekirken; tam aksine bu argümanlar geri planda kalmış, mücadele ekseninin odağına, ne olduğu kendinden menkul bir laiklik anlayışı çıkarılmış ve yasanın hayata geçirilmesinin önüne geçmek için toplumsal kesimlerle birlikte bütünlüklü bir mücadele yürütülememiştir.

Bu parti ve sendikaların öne sürdüğü argümanların bir kısmı şu şekildeydi;

1-İmam-hatip liselerinde öğrenim gören öğrenci sayısı artacak, bu okulların orta bölümlerinin açılmasıyla da öğrenci sayılarında bir patlama yaşanacak.

2-Seçmeli din dersi paketi, MEB ve okul idareleri tarafından öğrenci ve velilerin iradesi dışında seçtirilerek bütün okulların imam-hatipleştirilmesi sağlanacak.

3-İlköğretimin 4+4 şeklinde kesintili hale getirilmesiyle kız öğrenciler okuldan uzaklaşarak çocuk gelinliğin önü açılacak.

Her iki uygulamanın da üzerinden, eğitim tarihi açısından beş yıl gibi kısa bir süre geçti. TEOG sistemi çöktü ve kaldırıldı, 4+4+4 Eğitim Reformu üzerinde de halen tartışmalar devam ediyor. 5+3’mü olsun, 5'inci sınıflara İngilizce dil öğretimi mi gelsin, şeklinde.

Biz, her iki uygulamanın da hayata geçirildiği yıllarda yazdığımız (Yerel gazete ve web siteleri), eğitim programı yaptığımız (Şirinnar Radyo), sendikal (Eğitim Sen) ve siyasal mücadele yürüttüğümüz platformlarda elimizden geldiğince bu değişikliklerin neoliberal programın bir gereği olduğunu, değişikliklerin, laiklikle ilgili boyutunun, iktidarın hegemonya projesinin bir unsuru olduğunu, bu nedenle, bu değişikliklere karşı laiklik ekseninde yürütülecek bir mücadelenin boşa kürek çekme anlamına geleceğini, yürütülmesi gereken asıl mücadele hattının neoliberal uygulamaları hedefe koyarak anti-kapitalist bir rota izlemesi gerektiğini defalarca dile getirdik.

O dönemde Birgün Gazetesi Yazarı Sayın Ünal Özmen ve @super_titiz mahlaslı sosyal medya yazarıyla tartışma yürütmüştük.(1) Gelinen aşamada, bu parti ve sendikaların laiklikle ilgili her üç iddiasının da doğrulanmadığını gördük. Bu iddialara ve sonuçlara bakacak olursak;

1-İmam-hatip lise ve ortaokullarının öğrenci sayılarında ilk yıllarda bir yükselme olmuş fakat iddia edildiği şekilde bir patlama olmadığı gibi, 28 Şubat öncesi dönemde olduğu orana ulaşmış, ardından da 2016/2017 öğretim yılında öğrenci sayısında azalma olmuştur. Azalmaya da devam edecektir.

2-Seçmeli din dersi paketlerini seçen öğrenci sayısında ilk iki yıl hariç azalma olmuş, hatta paket içinde yer alan bazı dersler kaldırılmış ve sonuç olarak bu paketteki dersleri seçen öğrenci sayısı basında haber bile olmayacak düzeye gelmiştir. Sonuç olarak iddia edildiği gibi bütün okullar imam-hatipleşmemiştir.

3- İlköğretimin 4+4 şeklinde kesintili hale getirilmesiyle kız öğrenciler okuldan uzaklaşarak çocuk gelinliğin önü açılacak iddiası da gerçekleşmeyerek, her kademede cinsiyet oranında kızlar lehine artış olmuştur.

Bu yazımızda, söz konusu sosyalist parti ve sendikaların gerçekleşmeyen iddialarından ilkini, yani imam-hatiplerle ilgili olanı mercek altına alacağız.

Çok geriye gitmeden ama bir fikir vermesi açısından 1989-1990 öğretim yılından bu yana imam-hatip lisesi öğrencilerinin sayısına ve bu sayının genel ortaöğretim öğrencileri içindeki oranına bakmak gerekiyor. Çünkü bu liselere olan toplumsal talep, AKP hükümetleri öncesi katsayı ve belirli bölümlere girememe gibi çeşitli yöntemlerle engellenmekteydi. Tablo aşağıdadır (2);

1989-1990 öğretim yılından itibaren imam hatiplerdeki öğrenci sayısının toplam öğrenci sayılarına oranı. Not: İmam-hatip ortaokulları ve açıköğretim liseleri ile açık imam-hatip liselerinde kayıtlı öğrenci sayıları dikkate alınmamıştır.

Tabloyu bakıldığında, 28 Şubat post-modern darbesinin gerçekleştirildiği 1997 yılına kadar yüzde 6-9 aralığında seyreden, imam-hatip liselerindeki öğrenci sayısının toplam ortaöğretim liselerindeki öğrencilere oranı bu yıldan sonra keskin bir düşüş yaşayarak yüzde 2-4 aralığında seyretmiş, 2011 yılından itibaren ivmelenmiş, 4+4+4 Eğitim Reformu'nun hayata geçirildiği 2012 yılından itibaren de hızlı bir yükseliş seyrine girerek yüzde 9’lara kadar çıkmıştır. 2016/2017 öğretim yılından itibaren de yeniden düşüş trendine girmiştir.

Tablonun ortaya koyduğu bir gerçek de, imam-hatip liselerine olan toplumsal talebin, kısıtlama ve engellemelerin olmadığı, aksine siyasi iktidar tarafından maddi-manevi teşviklerin olduğu son dönemlerde bile yüzde 10 seviyelerinde seyrettiğidir. Sosyalist parti ve eğitim sendikaları imam-hatip liseleriyle ilgili yorum veya açıklama yaparken, bu tabloları yıllar itibarıyla bütünlüklü olarak değerlendirmek yerine, bu liselere olan talebin dip yaptığı 28 Şubat sonrası dönemi başlangıç noktası olarak alıp, açıklama veya yorum yapmaktadırlar. Sanki 28 Şubat öncesi yokmuş gibi yorum yapmak doğru olmadığı gibi etik de değildir. Ayrıca başta üyeleri olmak üzere bütün kamuoyunu yanıltmaktır.

Yine düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün savunucusu durumunda olan sosyalist partiler ve sendikalar, din ve vicdan özgürlüğünün savunucusu olmalıdırlar. 1966 tarihli Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi, çocukların din eğitimine ilişkin bir vurgu içermektedir. Sözleşme’nin ilgili 18'inci maddesi şöyledir:

“Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü

1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kendi tercihiyle bir dini kabul etme veya bir inanca sahip olma özgürlüğü ile tek başına veya başkalarıyla birlikte toplu bir biçimde, aleni veya özel olarak, dinini veya inancını ibadet, uygulama, öğretim şeklinde açığa vurma özgürlüğünü de içerir.

2. Hiç kimse, kendi tercihi olan bir dini kabul etme veya inanca sahip olma özgürlüğünü zayıflatacak bir zorlamaya tabi tutulamaz.”

Bu anlamda da sosyalist partiler ve sendikalar bu aşamadan sonra ağızlarına pelesenk ettikleri imam-hatip liseleri söylemini lügatlerinden çıkarmalı, bütün okullara ilişkin değerlendirme yapmalıdırlar. İmam-hatip söylemi, Kemalist laiklik anlayışına içkin arkaik bir söylemdir ve temel insan haklarına aykırılık içeren bir içerik ihtiva etmektedir.

Aslına bakılırsa imam-hatip liselerinde öğrenim gören öğrencilerin oranının artması başlı başına ne bir laiklik konusudur ne de laikliği aşındıracak bir meseledir. Toplumsal bir taleptir ve düpedüz eğitim hakkının konusudur.

Bu noktada laikliğe ve sekülerizme nasıl baktığımızı hatırlatarak, sosyalist parti ve sendikaların neden laiklik eksenli bir mücadele hattı yürüttüklerinde boşa kürek çekmiş olacaklarını ortaya koymaya çalışalım;

Laiklik; din ve devlet işlerinin ayrılması, devletin din kurallarına dayanmayıp, pozitif hukuka dayanması; devletin ve dinin birbirinden bağımsızlaşması; devletin din ve inançlar karsısında tarafsız olması; dinsel görüş ve kurumların siyasal otoritenin dayanağı olmaktan çıkarılması, devlet otoritesinin ve siyasal otoritenin meşruluğunun tanrısal değil, dünyevi bir kaynağa yani halka dayanması; bilginin referansının tanrısal olmaktan çıkarılıp, tamamen beşeri-rasyonel bir temele oturtulmasını ifade eder.

Bu anlamıyla laiklik, üstyapı kurumlarından biridir ve kurumlara, yasalara, devlete, hukukun ve bilginin kaynağına ilişkindir. Toplumsal yaşamla ve toplumsal yaşamın belirlenmesi ve düzenlenmesi ile ilgisi yoktur.

Toplumsal alanı ve insanları ilgilendiren kavram sekülerleşme veya muhafazakârlaşmadır. Sekülerleşme; belli bir zaman dilimi içerisinde, modernleşmenin etkisi ile dinin, dinimsi mekanizmaların ve batıl inançların (doğaüstücülük ya da halk inançları) toplumsal düzeydeki prestijlerinin ve topluma etki etme güçlerinin göreceli olarak azalması demektir. Bu sürecin tam tersi yönde işlemesinin de muhafazakârlaşma anlamına geldiğini ileri sürebiliriz.(3)

Dünyada ve Türkiye’da sekülerleşme paradigmasını inceleyen Ertit;(4) sekülerleşmenin hızlandırıcıları olarak üç unsurun etkili olduğunu ileri sürer. Bu unsurlar kapitalizmin gelişimi, bilimsel gelişmeler ve kentleşmedir. Bilimsel gelişmelerin, kentleşmenin ve kapitalist üretimin gelişmiş olduğu ülkelerde, sekülerleşmenin yaygınlaştığı; aksine bu üç unsurun gelişmediği ülkelerde ise muhafazakârlaşmanın daha yaygın olduğunu görürüz.

Bu tespitlerden çıkaracağımız sonuç; sekülerleşmenin ve muhafazakârlaşmanın söz konusu sosyalist parti ve sendikaların iddialarının aksine siyasal öznelerin politikalarıyla değil, üretim güçlerinin gelişiminin doğrudan etkilediği bilimsel gelişmeler, kentleşme ve kapitalizmin gelişimi ile doğrudan ilintili olduğudur.

Hal böyleyken; bu parti ve sendikalar asıl yapmaları gereken ve üretim ilişkilerinin emekçi sınıflardan yana değiştirilmesini esas alan anti-kapitalist, parasız, demokratik, bilimsel eğitim mücadelesi vermek yerine, doğruluğu kendinden menkul bir laiklik anlayışı çerçevesinde mücadele ederek, temsil ettikleri sınıfların ve üyelerinin de enerjilerini boşa çıkarmaktadırlar.

Konunun bir başka boyutu da eğitim hakkı, din-vicdan hürriyeti ve toplumsal değerlere saygı ile ilgili boyutudur. Kişisel tercih yaparak, çocuklarını imam-hatip liselerine gönderen yüzbinlerce ebeveynin, öğrencilerinin birileri tarafından gerici-yobaz yaftasıyla yaftalaması hiç de insani olmayan bir yaklaşımdır. Kaldı ki; bu liselerde okutulan müfredatın diğer liselerden bir eksiği bulunmamakta, sadece meslek liselerindeki meslek dersleri kadar din içerikli dersler bulunmaktadır. Sınıf ve emek mücadelesi yürüttüklerini iddia eden bu kurumlar, işçi ve emekçileri bölen ve parçalayan bu laiklik anlayışından en kısa zamanda uzaklaşmalıdırlar.

Sosyalist parti ve sendikaların imam-hatipleşme konusundaki öngörüleri hem açıkladığımız şekliyle laiklik-sekülerleşme-muhafazakârlaşma kavramlarında içerdiği anlamıyla, hem de imam-hatip liselerinde öğrenim gören öğrencilerin genel ortaöğretim öğrencilerine oranlarında yaşanan değişim anlamında gerçekleşmemiştir. Bundan sonraki yıllarda da tablodaki oranlar azalmaya devam edecektir. Çünkü sekülerleşmeyi hızlandıran kapitalizmin gelişimi, kentleşme ve bilimsel ilerlemeler bütün hızıyla devam etmektedir.

Tanımladığımız şekliyle Türkiye’de bir laiklik sorunu yoktur ve olmayacaktır. Çok yapısalcı olacak belki ama sekülerleşme ve muhafazakârlaşma konusunda ise iktidarların gücü, bu süreci ne hızlandırmaya, ne de yavaşlatmaya yetmeyecektir.

Sosyalist parti ve sendikalar; Kemalist laiklik anlayışının kurucusu ve temsilcisi CHP’nin bile son yıllarda terk ettiği bu anlamsız yasakçı laiklik anlayışında ısrar yerine, enerjilerini anti-kapitalist bir mücadele hattına yoğunlaştırırlarsa, uzun süredir unuttukları emek eksenli mücadele hattı yeniden mücadelenin omurgası haline gelecektir. Sosyalist parti ve sendikaların varlık nedeni de esasen budur.

(1) TEOG ve İmam Hatip meselesi üzerine. Erişim Tarihi: 11 Kasım 2017

İmam-Hatip Değerlendirmeleri Gerçekçi mi? - Abdullah Damar Erişim Tarihi: 11 Kasım 2017

(2) TÜİK Eğitim İstatistikleri (Oranlar tarafımdan hesaplanmıştır.) Erişim Tarihi: 11 Kasım 2017

(3) Ertit, V. (2013) Sekülerleşme Teorisi. Muhafazakâr Düşünce Yıl: 10 - Sayı: 37 Temmuz – Ağustos – Eylül 2013

(4) Ertit, V. (2014) Sekülerleşme Dinden Uzaklaşmanın Hikayesi. Liberte Yayınları. Ankara.

Eğitim Sen Gaziantep Şubesi, Şube Sekreteri