İmama küsüp camiye gitmemezlik yapmayın

Seçildikten sonra görevden mi alacaklar? Ne fark eder? Siyaseten katle, siyasal haklar çiğnenerek medeni ölüme terk etme suçuna ortak olmaktan daha onurlu değil mi? Oy vererek vebal altına gireceğini düşünenlerin oy vermeyerek de vebal altına gireceği gerçeğini idrak etmesi gerekmez mi?

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Başka hiçbir neden olmasa bile sırf İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanlarının, seçim öncesi değişmesi usulü açısından eski sistemi özler haldeyiz. İktidar, yetkilileri ve partizanlarıyla yaydığı söylem sayesinde bu ülkenin muhalif ruhlarını, 12 Eylül Anayasası'nı arar hale getirdi ya ne kadar övünseler az! Anayasal kurumlardan birisi olan Yüksek Seçim Kurulu, 1961 Anayasası'yla tesis edilmiş ve ülkede demokratikleşme açısından son derece önemli olan seçim güvenliğinin banisi kılınmıştı. Gerçi üzerinde çok oynandı ama yine de seçim işlerinde hukukun üstünlüğü anlayışının garantörü ve uygulayıcısıydı.

82 Anayasası'yla üç bakanın değişmesi usulü getirilerek desteklenmişti, seçimlerde hukukun üstünlüğü ilkesi. Partizanca çıkar oyunlarını, görünüşte de kalsa kampanya sürecinde iktidar adaylarının söylemine kamu otoritesi misyonu biçilmesini engelliyordu. Bir nebze de olsa hükümet etme gücüyle seçime giren partilerin, sandık seçim sonucunu etkileyecek girişimlerini baskılamak yönünde katkı sağlıyordu. Bir parça adeta bi gıdım adil rekabete dayalı seçim yarışı görüntüsüne bile hasretiz artık yeni sistem nedeniyle. Evet, Yüksek Seçim Kurulu yine var. Fakat bağımsızlığına dair halkta güven yok. Görev süresi uzatıldığı için, üyeleri yenilenmediği için artık hukuk yerine siyasi hesapların üstünlüğünü temsil eder hale geldi. Ancak görüyoruz ki kurulun bu haliyle bile mutmain olamıyor iktidar, nedense...

Süleyman Soylu, Yüksek Seçim Kurulu'nun tüzel kişiliğinde billurlaşan seçim işlerinde hukukun üstünlüğü anlayışı yerine İçişleri Bakanlığı'nın üstünlüğünü ikame eder gibi. Haklarında yargı kararı bulunmayan adayların, terör örgütüyle iltisaklı, irtibatlı olduğuna dair istihbarat raporlarından dem vurarak, seçimi kazansalar bile görevden alınacaklarını ilanla yapıyor bunu. "Soruyorlar: O zaman Yüksek Seçim Kurulu niçin buna izin verdi? Sen bak bakalım ben İçişleri Bakanıyım. Bu PKK'lılar seçilirse göreve başlayabilirler mi başlayamazlar mı siz bana sorun. Terör örgütüyle iltisaklı, terör örgütüyle irtibatlı hiç kimseye bu ülkede bu payeyi verdirmeyiz. Bu kadar açık ve nettir."

Yalancı şahitlik fiilini suç olmaktan çıkarıp yargı sistemine entegre eden gizli tanık uygulamasıyla mahkeme kararı çıkartma zahmetine bile girilmeden, yargı by-pass edilerek, istihbarat raporlarına dayanılıyor. Hukukun değil istihbaratın, emniyetin, İçişleri Bakanlığı'nın üstünlüğü esas bu sistemde. Karanlık 90’larda hukuken suç vasfını taşımayan veya delillerle ispat edilemeyen fiilleri nedeniyle pek çok kişinin JİTEM operasyonlarıyla ve Hizbullah terör örgütü eliyle katledilmesini hatırlattı bu söylem. Hukuk tarihçisi Ahmet Mumcu tarafından kavramsallaştırılan “siyaseten katl” geleneği, son yıllarda medeni ölüm şeklinde uygulanıyor. 31 Mart yerel seçimlerine günler kala medeni ölüm mahkumiyeti, “ön-karar” ile ilan edildi. Seçilseler bile siyasal haklarından yoksun kılınacaklarının ilanı açıkça seçmen davranışını şekillendirme operasyonu. Sandık güvenliğine filan hacet kalmadan, doğrudan seçmenin oy verme kararına müdahale yöntemi. Ha, bu yeni bir şey mi? Değil elbet. KCK operasyonlarıyla yıllardır yapılıyordu. HDP, siyaset yapamaz hale getirilerek uygulanıyordu. Şu an tek fark seçim öncesi, seçmen kararını yani sandık sonuçlarını etkilemek amacıyla kamu otoritesi ağzından ilan edilmesi.

Seçmenin ya da halkın, iktidar tabanının büyük kısmı bu siyaseten katl biçimine destek sunar gibi görünüyor. Bu görüntünün arkasında mevcut İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, bakan olmadan önce yıllarca yürüttüğü, AKP Teşkilat Başkanlığı görevinin etkilerini sorgulamak gerekir. AKP teşkilatının, gençlik birimlerinin bu zihniyetle şekillendiği açıktır. Şüphesiz Soylu’nun tek sorumlu olmayıp ancak yukarıdan gelen söylemleri, direktif kabul edip bir adım öteye taşıyarak cüretkar yargısız infazlar yapmak yolunu seçtiği “açık ve nettir.”

Aynı şekilde açık ve net olan bir başka gerçek de bu ve benzeri hukuk tanımazlığın, AKP seçmenini sandıktan soğutan olgular arasında yer alışı. Yapılanlardan hoşnut olmayıp başka partiye/adaya oy vermek yerine yapılacaklara dair sorumluluk hissetmemek için oy kullanmama tercihi, küskün/muhalif AKP tabanında küçümsenecek boyutta değil. Sandık sonuçlarına nasıl yansıyacağını kestirmek güç olsa da oy kullanmayarak protesto etmenin bizimki gibi yarı buçuk demokrasilerde anlamlı bir protesto yöntemi olmadığı kesin. Örgütlü olmayıp bireysel tercihlerle sandığa gitmeyeceği gözlemlenen pek çok genç seçmenin varlığı da biliniyor. Muhalefet partilerinin de umut kırıcı politikasızlığı karşısında “oy vererek hiçbir şeyi değiştiremeyeceğime göre sandığa gitmem anlamsız” şeklinde formüle ediyor pek çok genç, oy kullanmama niyetinin gerekçesini. Değişim istiyor gençlik. Ancak seçimlerin değişim vaat etmediğine inanıyor.

İmama küsüp camiye gitmeme ruh haline teslim olmak dışında seçenekler de var oysa. Değişimin kendimizden başlaması gerektiğini bilerek karar vermek gerek. Kendi seçmen davranışımızı değiştirmeden hiçbir olumsuzluğu, hukuksuzluğu, yanlış politikaları değiştiremeyeceğimiz bilinciyle gidilebilir mesela sandığa. Yerel yönetimlerin belirleneceği bu seçim kampanyasında en çok konuşan kişinin Cumhurbaşkanı olmasını bir yana bırakarak partiye değil adaya oy vermeyi seçerek. Sokağına, mahallesine, semtine, ilçesine, köy ve kentine daha iyi hizmet vereceğine inanılan adayın, partisini dikkate almadan oy vermek gibi.

Bu eşitsiz seçim yarışında eşitlik adına hareket edecek seçmen davranışı geliştirilmesi de mümkün. Kadınları oylarımızla destekleyerek yapabiliriz bunu. Bağımsız kadın adayları seçebiliriz örneğin. Kendi seçim bölgemizde aday olan partili kadınlar varsa hangi partiden olursa olsun oylarımızla desteklemek gibi ilkeli seçmen tercihi de mümkün. Muhtar adayları arasında kadınları seçmek, kadın aday yoksa azalar arasında en çok kadın üyeye yer veren adayı desteklemek de öyle. İl genel meclisi ve belediye meclisi oylamasını ise tercihimizi, listelerinde en çok kadın adaya yer verenlerden yana kullanarak siyaset arenasında cinsiyet eşitliği yönünde kendi adımımızı atabiliriz. Keza engelli adayları desteklemek de aynı ölçüde eşitliğe hizmet edecek seçmen davranışı olur. Ve tabii ki istihbarat raporları kimlere oy vermeyin manasına gelecek şekilde kullanılıyorsa işte o kişilere oy vermek en anlamlı cevap.

Seçildikten sonra görevden mi alacaklar? Ne fark eder? Siyaseten katle, siyasal haklar çiğnenerek medeni ölüme terk etme suçuna ortak olmaktan daha onurlu değil mi? Oy vererek vebal altına gireceğini düşünenlerin oy vermeyerek de vebal altına gireceği gerçeğini idrak etmesi gerekmez mi? Seçime üç gün kala artık seçmenin daha çok kendi zihni, gönlü, vicdanıyla baş başa kalarak kararını netleştireceği şu günlerde bu soruları cevaplayarak sandığa gidilmeli. Ama mutlaka gidilmeli. Yaşanan olumsuzluklar, hukuksuzluklar bireysel veya toplumsal dersler çıkarma ihtimalini içerdiğinden enseyi karartmaya gerek yok. Her hayırda şer, her şerde hayır vardır, İlahî hükmünce her halükarda 31 Mart 2019 yerel seçimleri ülkemiz için hayırlı olsun.

Tüm yazılarını göster