Türkiye’de “yakın tarihin en önemli davası” gibi medyatik
ifadeler kullanmak uzun süredir imkânsız. Demirtaş ve diğer Kürt
siyasetçilere açılan davalardan Kavala davasına, Gezi davasından
HDP’nin kapatılma davasına her biri yakın tarihin en önemli
davalarından yalnızca birkaçı. Türkiye bu yönüyle “yakın tarihin en
önemli davalarının” hiçbir zaman bitmediği bir ülke. 1990’lı
yıllardan 2000’lere, 2010’lardan bugüne siyaset, sosyoloji ve hukuk
önemli ölçüde politik motivasyonların ürünü olan bu davalarla
birlikte biçim alıyor veya şekillendiriliyor. Bu davalara geçen
hafta itibariyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem
İmamoğlu’nun ceza aldığı dava da eklenmiş oldu.
İmamoğlu davasındaki apaçık politik motivasyon meselenin hukuki
yönden tartışılmasına pek imkân vermiyor. Nitekim kararın verildiği
günden bu yana tartışmalar da bu kararın cumhurbaşkanlığı seçimine
olası etkileri etrafında şekillendi. Ancak bu, yine de davanın
hukuki yönden bir tartışmasını yapmaya engel değil.
DAVANIN KOLAY KISMI
Belirtmek gerekir ki; İmamoğlu davası hukuki açıdan bir yandan
kolay, diğer yandan zor bir dava. Kolay kısmı; İmamoğlu’nun hakaret
olarak kabul edilen sözlerinin Yüksek Seçim Kurulu üyelerine
yönelik olmadığı gerçeği. Hatırlanacağı gibi; İçişleri Bakanı
Süleyman Soylu, 4 Kasım 2019 tarihinde yaptığı konuşmada, İmamoğlu için
“Türkiye'yi gidip şikâyet eden ahmağa söylüyorum. Bunun
bedelini bu millet sana ödetecek” demişti. Aynı gün,
gazeteciler Soylu’nun bu sözlerini İmamoğlu’na sormuş, İBB başkanı
da malum cevabı vermişti. İmamoğlu’nun
“ahmak” kelimesini kullandığı konuşmasına dönüp bakıldığında
tamamen Soylu’yu hedef aldığı, (“lafa bakarım laf mı diye,
adama bakarım adam mı diye”, “seviyesine inmeyeceğim”, “ona
odaklansın”, “ben onu devlet adamlığı yapmaya davet ediyorum,
“Allah’a havale ediyorum onu”, “bir içişleri bakanına
yakışmadı”), yaklaşık üç dakikalık konuşmada YSK’yı herhangi
bir şekilde anmadığı gibi ima dahi etmediği açık bir şekilde
anlaşılıyor.
Kendisi için “ahmak” ifadesini kullanan kişiye cevap verirken
İmamoğlu’nun kalkıp bu ifadeyi başkaları için kullanmasının kendisi
mantıklı olmaz, “hayatın olağan akışına” aykırı olurdu.
İmamoğlu’nun yargılama boyunca Soylu’yu kastettiğine dair
vurguları, Soylu’nun bunun üzerine İmamoğlu’na karşı hakaret davası
açmış olması da bu gerçeğin birer teyidi olarak duruyor.
Dolayısıyla normal bir yargılamada mahkemenin zorlama bir yorum
yapıp “suçun mağduru”nun YSK değil içişleri bakanı olduğunu kabul
ederek hareket etmesi beklenirdi. Bu kabulde ise mahkemenin Türk
Ceza Kanunu’nun “karşılıklı hakaret” başlıklı 129/3 maddesi
doğrultusunda ilerlemesi ve ilgili maddedeki “Hakaret suçunun
karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre,
taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine
kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir”
hükmü doğrultusunda bir karar vermesi gerekirdi.
DAVANIN ZOR KISMI
Davanın zor olan kısmı ise, kullanılan “ahmak” kelimesinin
hakaret suçunu oluşturup oluşturmadığı noktasında beliriyor.
“Ahmak” kelimesi, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “Aklını gereği
gibi kullanamayan, bön, budala, aptal” olarak açıklanıyor.
Yargıtay’ın doğrudan ahmak kelimesini tartıştığı kararı bulunmuyor.
Ancak kelimenin eş anlamlısı olan “aptal” ifadesini hakaret suçu
olarak kabul ettiği çok sayıda kararı var. (Yargıtay 4. Ceza
Dairesi, Esas 2012/35904 Karar 2014/2647 Tarih. 30.1.2014, Yargıtay
2. CD., E. 2011/24810 K. 2013/3944 T. 27.2.2013, Yargıtay 2. CD.,
E. 2011/25906 K. 2013/4306 T. 4.3.2013, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi,
E. 2014/1599 K. 2014/2764 T. 20.2.2014).
Ancak bu, kelimenin tartışılmasının önünü kapatmıyor. Zira,
mahkemeye görüş sunan ve her biri mevcut
ceza kanununa katkı sunmuş akademisyenler olan Prof. Dr. Adem
Sözüer, Prof. Dr. İzzet Özgenç ve Prof. Dr. Ahmet Gökçen, “ahmak”
kelimesi yönünden yaptıkları değerlendirmede hakaret suçunun
unsurlarının oluşmadığı kanaatinde.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Avusturya’daki bir kamu
görevlisine “ahmak” diyen Gerhard Oberschlick isimli gazeteci
hakkındaki kararı da bu tartışmada önemli bir yere oturmaktadır.
AİHM, ülkesinde yargılanıp ceza alan gazetecinin Avrupa İnsan
Hakları Sözleşme’nin 6. maddesinde korunmaya alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ve yargılamaya konu sözlerinin AİHS’in
10. maddesi kapsamında ifade özgürlüğü içinde olduğuna
hükmetmiştir. (Oberschlick v. Austria,
11662/85).
RTÜK’E GÖRE 'AHMAK' KÜFÜR DEĞİL
Benzer bir kanaati, -elbette başka bir vakada- Radyo Televizyon
Üst Kurulu da paylaşıyor. Kurulun 10.12.2015 tarih, 2015/53
Toplantı numaralı kararında AKP’nin eski milletvekillerinden Aydın
Ünal’ın bazı medya kuruluşları için kullandığı “Bunların hepsi
ahmak” ifadesi dolayısıyla şu değerlendirme yapılıyor: “Yayına
bakıldığında ‘ahmak’ sözcüğünün bir küfür mahiyetinde değil,
TDK'nın Türkçe sözlüğünde de ifadesini bulduğu gibi 'Aklını gereği
gibi kullanmayan' anlamında eleştirel bir yaklaşımla söylendiği
düşünülmüştür. (…) Yayına bu açıdan bakıldığında kullanılan
ifadenin hakaret maksatlı olmayıp ağır bir eleştiri şeklinde ele
alınmasının daha uygun olacağı (…) kanaatine varılmıştır.”
RTÜK bir üst yargı mercii veya hukuki tartışmada yorumuna bakılacak
bir kurum değil elbette. Ancak AKP’nin kontrolündeki bu çok etkili
kurulun “ahmak” kelimesini eleştiri kapsamında değerlendiriyor
olması dikkate değer.
YARGITAY’A GÖRE KAMU GÖREVLİSİNE HAKARET
İmamoğlu kararı, İstinaf ve Yargıtay aşamalarından geçeceği için
suçun mağduru ve suçun konusu yönünden yukarıdaki her bir
değerlendirmenin ayrı ayrı tartışılması gerekecektir. Yerel mahkeme
suçun mağdurunun YSK olduğunda ısrar etmiş olsa da bu konuda çok
ciddi bir belirsizlik olduğu ortadadır. Bu nedenle yine üst
mahkemelerce TCK’nın “mağdurun belirlenmesi” başlıklı 126. maddesi
yönünden de bir değerlendirmenin yapılması ihtiyacı söz konusu.
Maddeye göre mağdurun isminin açıkça belirtilmemesi veya isnadın
üstü kapalı geçiştirilmesi halinde mağdurun belirlenmesinde
duraksamaya izin vermeyecek bir açıklığın bulunması gerekir. Mevcut
olayda duraksamaya izin vermeyecek bir açıklık bulunmadığına göre
Yargıtay’ın ifadesiyle “matufiyet
şartı” da gerçekleşmiş olmayacaktır.
Üst mahkemelerin suçun mağduru yönünden yerel mahkeme gibi
düşünmesi (mevcut politik-hukuki konjonktürde kuvvetle muhtemel),
halinde ise yukarıda tartışıldığı gibi “ahmak” kelimesinin hakaret
suçunu oluşturup oluşturmadığı yönünden bir değerlendirme yapması
gerekecektir. Bu konuda mevcut içtihadın değişmesi ise zor
görünmektedir.
Ancak Yargıtay, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen
hakaret suçlarında temkinli bir tavırdan yana. Buna göre “Her
türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu
bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve
saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu
isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.”
Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu kapsamdaki bir kararında “İşini
yapmıyor karaktersiz herif" şeklindeki sözler için “bir bütün
hâlinde katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta
olmayıp, kaba söz kapsamında kaldığından hakaret suçunun
unsurlarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir” hükmünü kurmuştur.
(YCGK, Esas: 2018/462, Karar: 2020/143, Tarih: 27.02.2020).
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bir başka kararında "Arkadaşlar,
Türkiye Cumhuriyeti terör örgütü kadar adil değildir, Türkiye
Cumhuriyeti çadır mahkemeleri kuruyor görüyorsunuz, mahkemeleri iki
tane insanın merhametine bırakarak değil tanık şahit dinlemeyen
kendi kafasına göre yargı yapan bir mahkeme devletten
ibarettir!” şeklindeki sözler için şu değerlendirmeyi
yapmıştır: “(Sözler) katılan ve şikâyetçilerin onur, şeref ve
saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp muhatapların aldığı
karara yönelik ağır eleştiri niteliğinde olması nedeniyle hakaret
suçunun unsurlarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir.” (YCGK,
Esas: 2016/1139, Karar: 2019/463, Tarih: 28.05.2019).
İmamoğlu davası yansımaları ve etkileriyle diğer birçok siyasi
dava gibi yakın geleceğin en önemli davalarından biri olacak
kuşkusuz. Bu dava dolayısıyla siyasi operasyon ve senaryolar kadar
hukuku da her yönüyle ve mümkün olduğu ölçüde tartışmayı sürdürmek
gerekiyor. Zira hukuku, toplumu ve siyaseti siyasallaşmış yargıdan
korumanın en önemli yollarından biri bu.