Gerekçeli kararlar, ideal bir yargılamada mahkemelerin verdiği
kararların anlaşılmasını sağlamak, kararlar hakkındaki şüphe ve
kaygıları gidermek açısından adil yargılanma hakkının önemli
unsurlarındandır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem
İmamoğlu hakkındaki "hakaret" davasında da mahkemenin verdiği
kararın gerekçeli kararında bu şüphe ve kaygıların asgari de olsa
giderilmesi beklenirdi.
Ancak dün (28.12.2022) açıklanan gerekçeli karar tam aksine
şüphe ve kaygıları artırmaktan başka bir etki yaratmadı. Zira
yargılamayı yapan İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi,
gerekçeli kararında ne verdiği aleyhe karar ne de cezanın miktarı
açısından kamuoyunu ikna edecek bir içerik sunabildi. Daha önce
ifade ettiğimiz gibi yargılamadaki
esas soru baştan sona İmamoğlu'nun sözlerinin kime yöneldiğiydi.
Hem İmamoğlu'nun konuşmasının seyri ve vurguları hem de
kamuoyundaki algı sözlerin doğrudan İçişleri Bakanı Soylu'ya
yönelik olduğunda kuşkuya yer bırakmıyordu.
İmamoğlu'nun açıklamasını haber yapan gazeteciler de sözleri bu
şekilde algılamış, tartışmayı "İmamoğlu-Soylu arasındaki 'ahmak'
polemiği" veya "siyasette ahmak polemiği" gibi başlıklarla
okur/izleyicilerine aktarmıştı. Konu davaya dönüşene
kadar da medyada-kamuoyunda Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK) yönelik
bir tartışma yaşanmamıştı. Nitekim yargılamada tanık olarak
dinlenen Fox Tv muhabiri Gülşah İnce de soruyu İmamoğlu'na
kendisinin sorduğunu belirtiyor ve cevabı "Süleyman Soylu'ya yanıt
olarak haberleştirdik" diyerek bu yorumu teyit ediyor. Gazeteci
İnce, 11/11/2022'deki duruşmada "YSK'ya yönelik eleştiriyi hiç
düşünmedim (...), ben ve gazeteci arkadaşlarım (sözleri) YSK
üyelerine yönelik algılamadık, bir Whatsapp grubumuz vardır, o
Whatsapp gurubunda YSK üyelerine yönelik herhangi bir değerlendirme
yapılmamıştır" diyerek konuşmaya ilk elden tanık olarak
gazetecilerin yaklaşımlarını da ortaya koyuyor. İmamoğlu'nun
Soylu'ya cevap verdiği 4 Kasım 2019'un ertesinde çıkan gazetelerde
de konunun bu şekilde yansıtıldığı ortadaydı. (Örneğin; haber Sözcü
gazetesinin 5 Kasım 2019'daki sürmanşetinde "İBB başkanından Bakan
Soylu'ya çok sert cevap" diye aktarılmıştı.)
ZORLAMA VE ZAYIF ARGÜMANLAR
Tüm bunlara karşı mahkemenin yapması gereken şey, bu şüpheleri
ortadan kaldıracak şekilde kararını gerekçelendirmesiydi. Ancak
mahkeme gerekçeli kararında, İmamoğlu'nun konuşması sırasında
"Soylu'nun seviyesine inip ona cevap vermeyeceğini" söylemesi
nedeniyle sözlerin hedefinin (olsa olsa) YSK ve üyeleri olduğu
dışında bir argüman üretemiyor. Oysa İmamoğlu konuşmada "Seviyesine
inip cevap vermeyeceğim" dese de “Lafa bakarım laf mı diye, adama
bakarım adam mı diye”, “Ona odaklansın”, “Ben onu devlet adamlığı
yapmaya davet ediyorum, “Allah’a havale ediyorum onu”, “Bir
İçişleri Bakanı'na yakışmadı” gibi çok sayıda ifadesiyle Soylu'ya
doğrudan cevap veriyordu. Aslında İmamoğlu'nun sözlerini dinleyen
herhangi bir vatandaş da konuşmanın tamamında cevap verilen
kişinin Soylu olduğunda duraksama yaşamaz.
Öte yandan gerekçeli karar, İmamoğlu'nun konuşmasının içeriği,
yaptığı savunma, konuşmayı haberleştiren gazetecilerin beyanları,
mahkemeye sunulan bilirkişi raporları ve hiçbir YSK üyesinin
yargılamaya tanık olarak dahi katılmak istememesi, aksine Cengiz
Topaktaş ve Kürşat Hamurcu gibi YSK üyelerinin şikayetçi
olmadıklarını dilekçeyle mahkemeye bildirmeleri gibi İmamoğlu
lehine çok sayıda delilin olduğunu/biriktiğini gösteriyor. Ancak
aynı gerekçeli karar onca lehe delilin birini dahi tartışmıyor, göz
önünde bulundurmuyor.
Davadaki tartışılan hususlardan biri de "ahmak" kelimesinin
hakaret olarak kabul edilip edilmediğiydi. Yerel mahkeme 19
Aralık'taki yazıda tartıştığımız gibi,
Yargıtay'ın "ahmak" kelimesine dair doğrudan bir kararının
olmadığını kabul ediyor, ancak TDK'nın eş anlamlısı olarak
gösterdiği "aptal" kelimesine dair birkaç kararı sıralamakla
yetiniyor. Oysa böylesi hassas bir davada, hele ki Yargıtay'ın yol
gösterecek bir kararının dahi olmadığı bir davada mahkemenin
yalnızca eş anlamlı kelime üzerinden bir yoruma başvurmaması, daha
temkinli davranması gerekirdi. Örneğin mahkeme bu kolay yoruma
başvurmadan önce "ahmak" kelimesine dair varsa diğer yerel
mahkemelerin kararlarını inceleyebilir, bu kelime dolayısıyla
yapılan yargılamaların neden Yargıtay'a taşınmamış olduğunu veya
Yargıtay'ın neden bu kelimeye dair bir kararının bulunmadığını
sorgulayabilir, yahut "ahmak" kelimesinin TDK'nın önerdiği şekliyle
gerçekten "aptal" kelimesi ile aynı anlama gelip gelmediği
konusunda tarafsız bir yoruma/bilirkişiye başvurabilirdi.
Benzer şekilde mahkeme, AİHM'in hakaret suçlarına dair çok genel
yaklaşımına atıf yapsa da aynı AİHM'in "ahmak" kelimesini ifade
özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği kararından, -bu karar
tartışılmış olmasına rağmen- bahsetme gereği duymuyor.
Bu açıdan bakıldığında gerekçeli karar, yerel mahkemenin
sözlerin YSK'yı hedef aldığı konusunda herhangi delil sunamadığı
gibi bir argüman da üretemediğini, lehe delillerin hiçbirini
çürütemediğini, dolayısıyla da kararını gerekçelendiremediğini
apaçık göstermiş oldu. Haliyle bundan sonra dikkatler istinaf
mahkemesinin gerekçeden yoksun bu zayıf gerekçeli karar karşısında
nasıl bir yorum üreteceğinde olacak.
TAKDİRİ İNDİRİMDE DE CEZA
İmamoğlu'na verilen ceza kadar cezanın miktarı da tartışma
konusu. Yerel mahkeme TCK'nın 62. maddesini uygulamayı gerekli
görmemiş, herhangi bir takdiri indirim kararı vermemişti. Gerekçeli
kararda bunun sebebi de çok tartışmalı bir hususa bağlanıyor.
Mahkemeye göre İmamoğlu'nun Fox Tv yayınında yargılama hakkında "Ne
yazık ki olmaması gereken bir dava sürdürülüyor, boş işler bunlar"
demesi ile "Şu mahkemeden utanç duyuyorum, böyle bir yargılama
olamaz, şaka gibi, trajikomik bir durum. Beni zerre
ilgilendirmiyor" şeklinde ifadeler kullanması "yargılamayı ciddiye
almadığını" gösteriyordu. Böylece mahkeme İmamoğlu'nu takdiri
indirimden de yoksun bırakarak bu defa yargılamaya dair
eleştirilerinden ibaret sözleri nedeniyle aslında ikinci kez
cezalandırmış olduğunu ortaya koymuş oldu.
Oysa yine gerekçeli karar, İmamoğlu'nun davayı başka pek
kimsenin almayacağı ölçüde ciddiye aldığının kanıtlarıyla dolu.
Nitekim İmamoğlu yargılamayı baştan sona kendisi ve müdafileriyle
takip ettiği gibi, 22/05/2022, 07/11/2022 ve 12/12/2022
tarihlerinde biri Prof. Dr. Nüket Güz tarafından, biri Prof. Dr.
Durmuş Tezcan, Doç.Dr. Murat Önok ve Doç.Dr. Hasan Sınar
tarafından, biri de Prof. Dr. İzzet Özgenç, Prof.Dr. Ahmet Gökçen,
Prof. Dr. Adem Sözüer tarafından hazırlanan üç ayrı bilimsel
mütalaa sunuyor. Benzer şekilde İmamoğlu'nun danışmanları davaya
tanık olarak katılıyor, müdafiler sözlü ve yazılı savunmalar
yapıyor, gazetecilerin de tanık olarak katılmalarını sağlıyor.
İmamoğlu'nun veya benzer durumdaki herhangi bir kişinin hakaret
davası gibi bir davayı bundan daha fazla nasıl ciddiye
alabileceğini bu haliyle öngörmek gerçekten imkansız. Mahkemenin
şüpheden sanık yararlanır ilkesine başvurmaması bir yana takdiri
indirimde dahi İmamoğlu'nun faydalanmaması için bu kadar zorlama ve
ilgisiz bir yoruma dayanması bugünün Türkiye'sinde bile insanı
şaşırtıyor doğrusu.