İmamoğlu ile ‘İcraatın İçinden’: Tencere tavadan bir laboratuvar

Bazı kişiler yapar, bazı kişiler yaptırmaz. İkisi de bir tür iktidardır. İmamoğlu ve AKP’nin hâkim olduğu İBB Meclisi arasındaki mücadelede, yaptırmayanlar duruma hâkim görünüyordu. Kent Lokantası hamlesi dengeleri bozdu. İmamoğlu buradan nereye gidebilir?  

Yenal Bilgici yenalbilgici@gmail.com

Mitch McConnell’ı tanır mısınız?

Amerikalı senatör. 80 yaşında. 1985’te Kentucky’den seçilmiş ve o gün bugündür koltuğunu koruyor. Görünüş olarak hafiften Fenerbahçe eski başkanı Aziz Yıldırım’ı andıran biri. İnanması zor belki, Yıldırım’dan bile daha hırslı. Zaten ‘The Long Game’ isimli otobiyografisinde kendisi de söylemiş; “birçoğumuz kabul etmekte zorlanıyoruz ama insan siyaseti esasen kişisel hırsları yüzünden icra eder” demiş. 

McConnell, Amerikan senatosunda bugün için ‘azınlık lideri’, yani iki partili Amerikan sisteminde Senato’daki Cumhuriyetçilerin lideri. 2015-2021 arasında partisi çoğunluktayken, ‘çoğunluk lideri’ olarak da görev yaptı. Ondan önce yine azınlık lideriydi.

Neticede adının önünde hep bir ‘lider’ sözcüğü var.

Bu sözcüğün hakkını da veriyor. Partisine senatoda liderlik ediyor. Lider karakteri en çok Cumhuriyetçiler muhalefetteyken ortaya çıkıyor.

Peki nasıl çıkıyor?

Çok çok iyi becerdiği bir iş var McConnell’ın: Hükümeti çalıştırmamak. Onun uzmanlığı bu.

***

Bazı kişiler yapar. Bazı kişiler de yaptırmaz.

İlk gruptakilerin hep daha güçlü olduğu düşünülür ama bu doğru değildir. İkinci gruptakiler, sistemin eksiğini gediğini biliyorlarsa, çevresindekileri de ona göre organize edebiliyorlarsa, daha güçlü hale gelebilirler. Sadece siyasette değil, hayatın her alanında böyledir.

Mitch McConnell işte bu ikinci grup insanların en seçkin örneği. Amerikan Senatosu’nu kitleme, iktidarı iş yapmaz hale getirme onun için sadece siyasi bir mücadele değil, aynı zamanda bir haz.

McConnell, Amerikan siyasetinin görünmez başkanı. Bir tür anti-başkan.

Obama yıllarında fena halde öne çıkmıştı. Sistemdeki kontrol mekanizmalarının neredeyse suyunu çıkararak, en başta da 100 üyeli Senato’da, tasarıların ‘salt çoğunlukla’ değil 60 oyla yasalaşmasını gerektiren kürsü işgali yöntemini (filibuster) kullanarak iktidarı kilitledi. Sistemi işlemez hale getirdi.

Üstelik bunu Amerikan nüfusunun sadece onda birini temsil eden senatörlerin gücüyle yaptı.

Temsili demokrasinin dibine dinamit koyan Mitch McConnell’ın müthiş bir anti-sistem eforu sarf ettiği 2010-2012 yılları, Amerikan siyasi tarihinin en verimsiz dönemi olarak kayıtlara geçti.

Bu eforun arkasında şu bilgi vardı: Halk bu işlevsizlikten, bu icraatsizlikten muhalefeti değil, iktidarı sorumlu tutacaktır.

Haklıydı.

Falih Rıfkı Atay’ın ‘Çöküş Yılları’ isimli eserinde de dediği gibi: “Halk işin aslına bakmaz, olmuş olana bakar.”

***

Memlekete gelelim…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da seçildiği günden beri bu dertten muzdarip.

Belediye başkanı o ama istediği gibi başkanlık edemeyen de o. Kendi meclisinde iktidarda değil. Çünkü belediye meclisi, pratik olarak AKP’nin yönetiminde.

İmamoğlu’nun önerileri, tasarıları yasalaşmıyor. En bilinen örnek taksi meselesi. İmamoğlu, ‘5 bin yeni taksi’ teklifini bugüne dek tam 14 defa UKOME’nin (Ulaşım Koordinasyon Merkezi) onayına sundu; teklif 14 defa reddedildi.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi

Oy çokluğuyla reddedildi. İstanbul Belediye Meclisi’nde AKP Grup Başkanvekili ve Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu, yerli bir Mitch McConnell olarak sivriliyor. Yaptırmıyor.

Ankara tarafından yerel yönetimlerin elinden alınan yetki ve sorumluluklar, budanan bütçeler de cabası…

Belediye işlevsizlikle sınanıyor.

Ama halk, Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi, işin aslına bakmaz, olmuş olana bakar.

Sandığa gittiğinizde “Tevfik Göksu da böyle dediydi” diyemezsiniz.

***

Halk icraata bakar.

Turgut Özal’ın seksenlerdeki başbakanlık yıllarında tek kanallı TRT’de fenomen haline gelmiş bir televizyon programı vardı. Bir tür iktidar şovu: İcraatın İçinden…

Programın jeneriğinde, fabrikadan tarlaya, çalışan, üreten bir Türkiye’den manzaraları izlerdik. Yollar, köprüler, barajlar ve tabii bütün bunları gururla takip eden bir başbakan. Turgut Özal, halkın gönlüne giden yoldaki kestirmeyi bulmuştu. İcraattan bahsetmek… Dolmakalemi elinde, ekran önündeki vatandaşın gözünün içine bakarak, hükümetinin yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatırdı.

Özal, ölene dek iktidarda kaldı.

***

İmamoğlu hırslı bir belediye başkanı. İleride onu çok daha yüksek mevkilerde görmek isteyenler var. Kendisi de istiyordur muhakkak.

Hakkını yememeli, görev yaptığı süre zarfında her şeye rağmen başlayıp bitirdiği, altını çizdiği çok hizmeti de var. Yoksulluk projeleri, Topkapı Otogarı’nın rehabilitasyonu, kültür-sanat hamleleri…

Ama icraatları henüz bugünlere damga vuramadı. 

Nasıl yapacak? Bu tıkanıklığı, iktidarken bu iktidarsızlığı nasıl aşacak?

***

Ufukta bir yol belirdi.

Şans ya da kriz nihayet onun da kapısını çaldı.

İmamoğlu’nun eline ilk defa geçen hafta son derece görünür, son derece spektaküler icraat yapma fırsatı geçti. Bir ekonomik kriz fırsatı…

Popüler deyimle, krizi fırsata çevirdi İmamoğlu. Çapa’da, öğrencilerin yoğun olduğu, hasta yakınlarının sık gidip geldiği işlek bir bölgede, İstanbul Belediyesi tarihinin ilk lokantasını açtı. Kent Lokantası.

İBB Kent Lokantası

Bu lokanta iki defa işlevsel.

Uygun fiyatları sayesinde müşterilerin karınlarını makul şekilde doyurmasını sağlıyor. Yine aynı uygun fiyatlarla, ekonomik krizin altını çiziyor. İktidarın ekonomik krizinin…

Tek bir hamleyle, ekonomik sıkıntıların en sert hissedildiği şehirde krizi daha da görünür kıldı İmamoğlu. Hem de bu krize kendince çözüm üreten bir siyasetçi olarak sivrildi.

Burada durmayacağı belli. Kent Lokantası’nın İstanbul’un birçok semtine yayılmasını bekleyebiliriz. Dünyada her şeyin her zaman normal şartlar altında yaşandığını varsayan ama nedense açlığı, amansız yoksulluğu her zaman yok sayan serbest piyasa-liberal ekonomi âşıklarının itirazlarının artmasını da bekleyebiliriz. Ama bunlar ancak ters etki yapar ve İmamoğlu’nun işine yarar.

‘İcraatın İçinden’ fırsatı ilk defa İmamoğlu’nun önüne geldi; üstelik bu defa belediye meclisinde onu engelleme imkânı da yok.

Demirel’i, Özal’ı, icraatperver her türlü sağ politikacıyı her fırsatta anmayı seven İmamoğlu bu fırsatın dibini sıyıracaktır ve ‘ağız tadıyla’ bir iktidar pratiği yaşayacaktır.

Ama İmamoğlu’nun ağız tadından önemli şeyler de var.

Kent lokantası bir tür laboratuvar olacak. Bir tür tencere tava laboratuvarı… Uygun fiyatları sürekli tepki çeken TBMM Lokantası’nın antitezi…

Türkiye’de siyasetin gideceği yönü buradan okuyabiliriz.

Yapanların mı yaptırmayanların mı kazanacağına buradan bakabiliriz. Türkiye’deki McConnell’cılık ilk defa burada gol yiyebilir.

İlginç bir dönemeçteyiz.

FRANSA'NIN TUHAF ZAMANLARI

Bugünlerde çok dikkat çeken, ileride hem bizim siyasetin hem dünyanın gideceği yön hakkında ilham verecek bir laboratuvar daha var: Fransız parlamentosu…

Daha doğrusu ‘yeni’ Fransız Parlamentosu.

Bu hafta sonu yapılan parlamento seçimlerinin sonucunu özetleyen bir manşete bakalım evvela.

Tokat… Fransa başkanı Emmanuel Macron açısından hazmı zor bir manşetle çıkmış Liberation gazetesi. İki yıl evvel halkı selamlarken bir vatandaştan tokat yemişti Macron; haklı olarak da çok bozulmuştu. Bu tokat üstünde kaldı başkanın; kimse unutmadı. Liberation da unutmamış; hançeri içeride çevirmiş.

Liberation kapağı: TOKAT

***

Fransa seçimleri’ni önemsiyorum. Hem Mayıs’taki başkanlık seçimleri hem de dün sonuçlanan parlamento seçimleri, dedim ya, bir laboratuvar işlevi görüyor. Bizim açımızdan iki defa laboratuvar…

İlkin şu: Macron’un başını çektiği ittifak (Ensemble) 246 sandalye kazandı ama bunun pek bir anlamı yok; çünkü 289’u bulmazsanız Parlamento’da çoğunluğu sağlayamıyorsunuz; çoğunluk yoksa da ‘ağız tadıyla’ ülkeyi yönetemiyorsunuz. Her yasa için ayrı ittifak peşinde koşmak zorunda kalıyorsunuz.

Bu bizim açımızdan önemli bir gözlem olacak. Zira, bizdeki bir sonraki seçimlerde hangi başkan adayı kazanırsa kazansın, Cumhurbaşkanı’nın kimliğiyle uyumsuz bir TBMM aritmetiği çıkması kuvvetle muhtemel. Örneğin Erdoğan yeniden aday olup kazansa bile “AKP ve MHP oylarıyla reddedildi” ya da “AKP ve MHP oylarıyla kabul edildi” meclisi ortaya çıkmayabilir.

Meclis daha dengeli dağılırsa, Cumhurbaşkanı ve parlamento arasında nispeten sağlıklı bir denge-kontrol ilişkisi kurulabilir. Meclis, cumhurbaşkanı aleyhine dengesiz dağılırsa, seçilmiş cumhurbaşkanı bu defa İmamoğlu’nun bugün yaşadıklarını yaşayabilir.

Ya da Macron’un yaşayacaklarının…

Yine de Macron, örneğin İmamoğlu’na göre bu açıdan bir tık daha şanslı; Fransız parlamentosunda onunla ittifaka yatkın görünen başka merkez sağ partiler de var; beraber 289’u geçiyorlar. Yine de Macron her defasında da onlara mahkûm kalmayı istemeyecektir. Zira bu defa pratikte iktidarın kim olduğu sorgulanacaktır. Macron bu yüzden ittifak için başka adreslere gitmeyi de isteyecektir.

Başka adresler… Fransa ve Avrupa’nın hatta dünyanın geri kalanı açısından önemli olan kısım işte bu adresler.

İki adres… Parlamento seçiminin esas galibi sayılacak iki adres…

Birincisi kurt siyasetçi Jean-Luc Mélenchon’un sürüklediği ve 142 koltukla ikinci sıraya yerleşen sol koalisyon (Nupes). İkincisi de, yıllardır ha geldi ha geliyor derken, aslında çoktan gelmiş olduğunu Başkanlık seçimlerinde ilân eden ve bu parlamento seçimlerinde de tarihi koltuk sayısına (89) ulaşarak çok önemli bir siyasi ağırlık kazanan Marine Le Pen’in aşırı sağı (Milliyetçi Cephe).

Fransa seçimleri değerlendirmesi (sağda), Liberation kapağı: Tuhaf Zamanlar

Bu iki adres de Macron’un merkezi gibi siyasi açıdan tam olarak nerede durduğu belli olmayan, esasen finans-kapitale etkili bir hizmet veren bir kurguyla hareket etmiyor. İmkân ve potansiyelden besleniyorlar.

Mélenchon, bir araya gelmez denilen solu birleştirerek ona bir yön, bir vaat ve bir iktidar yürüyüşü kazandırdı. Bu birleşme potansiyelini muhafaza edebilirse, dar gelirlileri darmaduman eden fırsatçı liberal politikalara set çekebilirler. İktidar olabilirler. Sadece Fransa’da değil. Dünyanın her yerinde. Mélenchon bu realiteye işaret etti.

Le Pen de benzer bir realiteden yola çıkıyor ama onda dünyayı tam ters akıbete sürükleme potansiyeli var. Le Pen ekonomik açıdan huzursuz, siyasi açıdan ihmal edilmiş kitleleri aldı; şu anda çok rahat işlenebilecek anti göçmen, anti-İslam duyguları bu kitlelerin üzerine boca etti ve buradan da kendine son derece sert ve uzlaşmaz bir cephe kurdu.

Bir küçük not: Hemen Türkiye’yle paraleller çekiliyor ama bu hareketin bizde bir izdüşümü varsa bile silik olduğunu söylemeliyim. Türkiye’deki benzer yapılardan, özellikle göçmenlerin üzerine giden siyasi oluşumlardan Ulusal Cephe’yi ayıran şey ikincinin mazisi. ‘Baba’ Le Pen’in (Jean Marie Le Pen) kurduğu ve şimdi evlat Le Pen’in yönettiği Ulusal Cephe, Macron’un da Mélenchon’un da partilerinden eski. İlginç değil mi, Fransa’daki iktidar matematiğinin en köklü ‘güçlü’ yapısı şu an aşırı sağ bir hareket.

Dün çıkmış bir hareket değil. Zamanını beklemiş bir hareket.

O zaman da maalesef gelmiş gibi görünüyor.

Tüm dünyada sonuçları olacak.

 ***

Soldan baskı, sağdan baskı… Macron’un merkezi çatladı. O kadar çatladı ki, bir önceki parlamentonun başkanı dahil partisinin en güçlü isimleri yeni parlamentoya seçilemedi.

Bundan sonra ittifak peşinde koşacak ve muhtemelen birçok durumda çaresiz kalacak ve bir ihtimal parlamentoyu fesh etmeyi düşünecek Macron, Liberation gazetesinin bir başka manşetine göre “Tuhaf zamanlara girdik” demiş. Bilinmeyen sular, tuhaf zamanlar…

Bizim meclisin yapısını da sınayabilecek girift bir aritmetik.

İşte bunlar hep laboratuvar… 

Çünkü halk, işin aslına değil, olmuş olana bakar.

Tüm yazılarını göster