İmamoğlu'na Taksim ve Beyazıt meydanları için öneriler
Meydanlar basit biçimsel peyzaj düzenlemelerinin ötesinde oradaki olayların tasarlanmasını da içerir. Hükümetin İBB’ye tavrı çok açık. Mümkün olduğunca elindeki imkanları kısıtlamaya çalışıyor. Peki bu durumda, insanların fikirlerini özgürce söyleyemediği bir kent nasıl mutlu olabilir?
Baştan söyleyeyim, İstanbul meydan yoksunu bir kent. Dünya kenti
olma iddiasındaki İstanbul için büyük eksiklik bu. Mevcut
meydanların ise ne kentin maddi - fiziksel varlığında ne de
gündelik sosyal hayatında pek fazla yerleri var. Kentin merkezinde
ya da çeperinde, Boğaz kıyılarında ya da iç kısımlarda, yıllardır
var olan ya da hiç fark etmeksizin yeni meydanlar söz konusu olunca
tek yapabildiğimiz tüm yüzeyine beton döküp, üstüne gelişigüzel
beton saksıda ağaç, çiçek ve bank serpiştirmek.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu geçen hafta
yerinde yaptığı incelemeler sonrasında, öncelik Taksim ve Beyazıt
meydanlarına verilmek üzere İstanbul’un bu kronik sorununa çözüm
getireceklerini söyledi. Beyazıt Meydanı, Turgut Cansever’in
1960’larda yarışma ile elde edilen ancak uygulaması yarım kalan
projesine dayanılarak 5 - 6 ay içerisinde hızla yeniden
düzenlenecek. Taksim Meydanı içinse davetli bir yarışma
düşünülüyor. Projeler 3 - 4 ay içerisinde alınacak, halkın onayına
sunulacak ve hemen uygulamaya geçilecek.
İmamoğlu'nun seçim öncesi söylediği “mutlu kent” yaratma
projesini hızla hayata geçirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Tabii ki
meydanlar insanların gündelik hayatına çabucak değebilecek
mekanların arasında ilk sıralarda. Fakat İstanbul’un onlarca yıldır
sorunları çözülemeyen bu iki meydanının hemen çözüme kavuşması
mümkün mü?
İstanbul, sorunlarının çözümü için önemli bir fırsat yakalamış
görünüyor. Ancak bu yazıda 'hemen'in içinde barındırdığı
tehlikelere, ayrıca iktidar ile İBB arasındaki çatışmanın yarattığı
sınır ve imkansızlıklara değinmek istiyorum.
Her iki meydan da Avrupa’daki örnekleri, mesela Paris’in meşhur
Şanzelize Bulvarı'nın iki başını tutan Zafer Takı ve Concorde
Meydanı ya da Londra’nın Trafalgar Meydanı'nın yanında oldukça
küçük kalıyor. Zaten sorun basitçe bir irilik sorunu değil.
Meydanlarımız bir dizi tarihsel, kültürel, ekonomik ve ideolojik
nedenlerle bir türlü kent yaşamının parçası haline
gelemiyorlar.
Temel sorun, Taksim ve Beyazıt meydanlarının birbirlerinden
kopuk projeler olarak görülmeleri ama aynı programlar yüklenmeleri
ve bir peyzaj çalışması olarak ele alınmaları. İstanbul zaten
yamalı bohça görünümünde. Kente uzun zamandır herhangi bir plan
yapılmadan, çoğu zaman ada hatta parsel bazında bakılıyor. Her
proje aslında bir rant projesi. Büyük nazım imar planlarını geçtim,
kente bölge ölçeğinde bile bakılmıyor.
TAKSİM VE BEYAZIT MEYDANLARI
Osmanlı tarafından 1453’de İstanbul fethedildiğinde kentin sur
içi bölgesinde üç meydanı, Aksaray, Beyazıt ve Hipodrom (At
Meydanı) meydanları bulunuyordu. Alttan üsten geçen yollar ile
Aksaray, meydan niteliğini yitireli çok oldu. Dikili taşları ve
arkeolojik buluntuları ile Hipodrom ise turistik bir gezi parkına
dönüştü. Elimizde bir tek Roma’dan bugüne ulaşan Beyazıt Meydanı
kalmış durumda.
Aksaray Meydanı
Ancak Beyazıt da bir türlü meydan olamadı. En son 1960’larda
yarışma ile kazanılan Turgut Cansever’in projesi uygulanmaya
çalışıldı. Ama halktan gelen tepkiler karşısında projenin sadece
ilk etabı tamamlanabildi. O günden bugüne ise Cansever'in projesi
sadece o anı çözen müdahalelerle sürekli bozuldu ve meydan bugünkü
halini aldı.
Beyazıt Meydanı
İmamoğlu 60 yıl önceki projeye dayanarak yeni bir başlangıç
yakalamayı umuyor. İşin kolay yanı, hazır bir proje ve bunun ünlü
bir mimara ait olması. Meydan düzenlemesi en fazla altı ayda
tamamlanacak. Ama bu aynı zamanda 60 yıl önceki eleştirileri de
diriltmek anlamına gelebilir. Üstelik aradan geçen onca zaman
projede muhakkak revizyon gerektirecektir. Projenin iki etaplı
olduğu ve sadece ilk etabının tamamlandığını unutmamalı. Yeniden
düzenlemenin süresine bakıldığında sadece ilk etaba odaklanıldığı
anlaşılıyor. Yani yarım bir projenin hayata geçirilmesi
düşünülüyor.
Beyazıt Meydanı
Beyazıt Meydanı zor bir meydan. Her iki yanını Beyazıt Camisi ve
medresesinin duvarları sınırlıyor. Yedi metrelik (iki buçuk kat
eder) bir kot farkı var. Bu kot farkının en üstünde İstanbul
Üniversitesi giriş kapısı ve dümdüz uzayan duvarı, aşağısında ise
Ordu Caddesi bulunuyor. Dönemin mimar ve siyasilerinin beklentisi,
tıpkı Paris’te olduğu gibi meydanın temizlenmesi, anıt yapıların
ortaya çıkarılması ve düz bir boşluk yaratılması yönündeydi.
Cansever ise bunun tam tersini düşünüyordu. Meydan, yedi
metrelik kot farkından dolayı büyük bir boşluk olmaya müsait
değildi. Mevcut yapılar sınırları muğlak bir meydan oluşturuyordu.
Asıl sorun ise sınırların kapalı duvarlar tarafından belirlenmesi
ve meydanı beslememeleri idi.
Projenin ilk etabı İstanbul Üniversitesi’nin kapısından
başlayarak, istinat duvarları basamaklar yardımıyla Ordu Caddesi’ne
inmeyi amaçlıyordu. İlk etap uygulandığında ortaya çıkan duvarlar
ağır eleştiri aldı. Oysa ikinci etapta Cansever hem istinat hem de
cami ve medrese duvarlarına eklenen küçük dükkanlar düşünmüştü.
Böylelikle ortaya zengin kullanımlı, insanları çekecek bir meydan
çıkacaktı.
Eğer sadece ilk etap uygulanırsa istinat duvarları tekrar ortaya
çıkacak. Restorasyonları devam eden cami ve medreseler, bu iki
anıtsal yapının ortaya çıkarılmasını amaçlıyor. Peki, o zaman biz
altı ay gibi bir kısa sürede neyin projesini uygulamayı
düşünüyoruz?
Gelelim Taksim Meydanı’na.
Taksim Meydanı Beyazıt Meydanı’ndan tümüyle farklı. Öncelikle
sınırları net bir dikdörtgen ve kot farkı yok. Meydan, kuzeyi Gezi
Parkı, batısı mahzen ile 90 metre uzunluğundaki sarnıç, doğusu yeni
yapılacak ama henüz projesi belli olmayan AKM, güneyi ise The
Marmara Oteli ve yanındaki küçük yapılar ile sınırlanıyor. Başta
İstiklal Caddesi’nin yoğun yaya trafiği olmak üzere meydanı
doğrudan besleyen beş cadde bulunuyor. Yani Beyazıt Meydanı’nın
aksine Taksim büyük kalabalıkların toplanmasına çok açık.
Bir de meydanın kısaca geçmişine bakalım. Taksim Meydanı
Cumhuriyet ile beraber bugünkü anlamını buldu. Meydan bir taraftan
yeni ve modern Türkiye’nin Batı’ya dönük yüzü olurken, diğer
taraftan yeni oluşan ulusu bir arada tutmak için milliyetçilik ve
yurttaşlık bilincini yaymanın aracı idi. Cumhuriyet Anıtı, Taksim’e
yapıldı. Modern Avrupa’nın kent içi gezinti parklarına öykünen
“Gezi Parkı” Taksim’de açıldı. Opera, bale, klasik müzik gibi o
zamana kadar İstanbul’a yabancı olan sanat dallarına ev sahipliği
yapan AKM’nin yeri Taksim oldu. Özellikle 1950’lerden sonra yeni
zenginlerin yani burjuvazinin eğlence, alışveriş ve kültürel
mekanları yine Taksim ve etrafında yoğunlaştı.
Hiç kuşkusuz New York’un Times, Londra’nın Trafalgar, Paris’in
Concorde ve Tokyo’nun Shibuya meydanları, bulundukları kentin ve
ülkenin dünyaya açılan sahneleri ise, Taksim Meydanı da Türkiye’nin
ve İstanbul’un sahnesi. Fakat dünya kenti olma iddiasındaki
İstanbul’un sahnesi, şu ana kadar bir türlü benzerleri gibi
olamadı. Tam aksine bir dizi toplumsal çatışmanın merkezine
dönüştü. Meydanın, 1 Mayıs kutlamalarına bir açılıp beş kapanması,
dünyada LGBTİ Onur Yürüyüşleri bir karnaval havasında geçerken
bizde yasaklanması ve asıl, 2013’deki Gezi Direnişi esnasında
meydanın tümünü kaplayan biber gazı bulutlarının görüntüsü halen
tüm dünyanın aklında.
Zaten bu nedenle AKP iktidarının meydanlar ile arası pek hoş
değil. Kentte yapılacak her tür gösteriyi denizden doldurma
Yenikapı ve Maltepe miting alanlarına sürdü. Bu sayede toplumsal
muhalefetin dar bir alana sıkışması, görünür olmaması ve diğer
insanlara ulaşması engellenmeye çalışılıyor.
Taksim Meydanı’nın zaman – mekan örgütlenmesi oldukça değişken.
Sadece 24 saatte, gündüz ve gece kullanımı bile çok farklı. Normal
zamanda gezinme, vakit geçirme işlevi yüklenirken birden
kalabalıkların mekanı olabiliyor. Tabii anıtlar, heykeller, yeni
Taksim Camisi ve AKM’de yapılacak milli ve yerli etkinlikler ile
devletin en görünür olduğu, ulusu (bugün ümmeti) bir idea
çevresinde toplamaya yaradığını da unutmamalı. Tüm bu özellikleri
meydana hem sivil hem politik bir nitelik kazandırıyor.
Bütün bu özellikleri bir araya geldiğinde, meydan basit bir
peyzaj düzenlemesi ile sorunları çözülemeyecek, aynı zamanda da bu
kadar küçük bir müdahale ile yetinilmemesi gereken çok değerli bir
boşluk.
Taksim Meydanı
Meydan için davetli bir yarışma düzenleneceği, öneri
projelerinin 3 – 4 ayda elde edilip, sonra halkın onayına
sunulacağı söylendi. Tüm bunlar çok güzel şeyler. Ama daha önceki
örneklerden biliyorum, iyi bir yarışma ve elde edilecek önerilerin
kalitesini iyi hazırlanmış bir şartname belirler. Taksim gibi çok
katmanlı sorunları olan bir alan için öncesinde tarihçilerden,
sosyologlardan, kent planlamacılarından ve mimarlardan oluşan bir
ekibin rapor hazırlaması ve buna dayanan bir şartname oluşturulması
şart.
Şartname oluşturulma süresinin yarışma süresinden çok daha uzun
olacağı açık.
İkinci itirazım, bugün çok yaygın olan ve süreci hızlandıran
davetli yarışmaya. Davetli yarışmalar, büyük ve ünlü mimarlık
ofislerinin tekeli demek. Oysa çok başarılı ofisler ve yetenekli
genç mimarlar biliyorum. Eğer sürecin her aşamasında demokratik,
şeffaf, eşitlikçi olunacaksa, ulusal bir yarışma açılması daha
sağlıklı olur.
Yazının başlarında Taksim ve Beyazıt meydanlarının
birbirlerinden kopuk ayrı projeler olarak ele alınmasını eleştirmiş
ve bu iki meydana üst ölçekten bakılmasının gerekliliğini
belirtmiştim.
Yazıyı yazmadan önce bölgenin güncel halini tanımak amacıyla
Beyazıt’tan Taksim’e kadar yaklaşık yedi kilometrelik yolu yürüdüm.
Şöyle bir düşünün, Beyazıt Meydanı, biraz ilerlediğinizde
Çemberlitaş Meydanı, daha ileride Hipodrom ve Gülhane Parkı,
Haliç’e ulaştığınızda meydan olamamış Eminönü boşluğu, Yeni Galata
Köprüsü’nü geçince sağda hırdavatçıların gitmesiyle yeme içme,
kültür sanat mekanları ile zenginleşen Karaköy, üşenmez Tünel’i
kullanmak yerine yokuşu tırmanırsanız Galata Kulesi ve meydanı,
sonrasında Tünel Meydanı, ardından İstiklal Caddesi’ne ritmini
veren Galatasaray Meydanı ve en nihayetinde Taksim Meydanı. Dünyada
eşi benzeri görülemeyecek muazzam bir aks. Bu aks aynı zamanda
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Cumhuriyet yürüyüşlerinin rotası. Yani
daha en baştan birbirlerinden çok farklı bu iki meydan bir arada
olduğu düşünülmüş.
Yürürken gördüklerim ise şöyle: Yol boyunca sadece belli bir
coğrafyadan gelen turistlere yönelik olarak dondurmacılar,
tatlıcılar, dudak uçurtan fiyatlarıyla kafe ve restoranlar, fason
tekstil satan ve marka giyim mağazaları, oteller ve fast-food
dükkanları bulunuyordu. İstiklal Caddesi’nde de durum çok farklı
değil. Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra bölge bilinçli olarak
köhneleştirildi, yine aynı tatlıcılar ve dondurmacılar her yeri
kapladı. Kira fiyatlarının artması nedeniyle de çoğu kitapçı,
kültür ve sanat mekanı ve canlı müzik dinleyebileceğiniz eğlence
mekanları kapandı.
.
Parsel bazında rant odaklı ve tek bir coğrafyaya yönelik dönüşüm
çok tehlikeli. Modern dünyada hiçbir şey sabit değil. Koşullar
değiştiğinde tüm bölgenin tekrar değişmesi gerekecektir. Oysa
sıraladığım tüm mekanların (dondurma ve tatlıcılar dahil) sosyal
bir proje kapsamında eşit bir şekilde dağıtılması ilk başta herkesi
tek tek zarara uğratır gibi görünse de, orta vadede bölgenin
zenginleşmesi, farklı coğrafyalardan turistleri ve İstanbul’un her
tarafından insanları çekmesi demek. Böylelikle kısa vadeli kâr,
arkasından gelen iflaslar yerine herkes kazanır.
Tabii Taksim Meydanı’nın en büyük bilinmezi yeni yapılacak AKM.
Ortada birkaç imaj dışında hiçbir şey yok. Geçen hafta sonu eski
AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu
Financial Times’a bir röportaj verdi. Röportajda oldukça
çelişkili ifadeler bulunuyor. Tabanlıoğlu “Normalde Erdoğan
hükümeti ile çalışmazdım” diyor, sonra kabul etmesini duygusal
sebeplere bağlıyor. Tüm kontrolün kendisinde olduğunu söylüyor
sonra Erdoğan’ın üsluba karışmadığını asıl kapasite ile
ilgilendiğini belirtiyor. AKM’nin yapımı tamamlandıktan sonra yine
çağdaş sanat eserlerine yer verilip verilmeyeceği konusunda ise bir
fikri yok.
Yeni AKM
Röportajda Tabanlıoğlu’nun İmamoğlu’ndan bir de isteği var.
AKM’nin önünde yapı boyunca cephesinin yansıyacağı bir havuz talep
ediyor. Meydan ile bütünleşeceği söylenen AKM'nin meydan ile olan
ilişkisini tümden koparacak bir havuz talebine anlam veremedim.
Umarım İmamoğlu bu mimar kaprisini dikkate almaz.
Bu konuda Taksim Meydanı’nın dönüşümünü ele aldığım “Herkesin
Taksim'i” yazımı buraya bırakıyorum.
DEMOKRASİ VE KENT
Taksim ve Beyazıt meydanlarının düzenlenmesi İBB’nin
tasarrufunda. Ama anayasa tarafından güvence altına alınan barışçıl
ve demokratik gösterilerin izni valiliğe tabi. Meydanlar basit
biçimsel peyzaj düzenlemelerinin ötesinde oradaki olayların
tasarlanmasını da içerir. Hükümetin İBB’ye tavrı çok açık. Mümkün
olduğunca elindeki imkanları kısıtlamaya çalışıyor. Peki bu
durumda, insanların fikirlerini özgürce söyleyemediği bir kent
nasıl mutlu olabilir?
Son söz olarak şunu diyeyim: İmamoğlu Taksim hakkında "Herkesin
zevk alacağı bir alana dönüştüreceğiz Taksim'i. Elbette ki mevcut
imkanlarla…” derken aklından bu çatışmanın geçtiğini
düşünüyorum.
Okuma önerileri:
Richard Sennet (1996); “Kamusal İnsanın Çöküşü” Ayrıntı
Yayınları.
Sevince Bayrak (2019); “Bir Meydan Öyküsü: Beyazıt” Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.