İmamoğlu tarafına yönelik eleştiriler aslında aday gösterilen isimlerin kim olduklarının ya da yeterli olup olmadıklarının ötesinde asıl olarak ‘kapalı kapılar ardında’ belirlenmiş olmalarına gibi görünüyor. İmamoğlu tarafında mevcut başkanlarda yaşanan değişimin ve bu değişime parti içinden gelen tepkilerin seçmende olumsuz bir karşılığı olmayacağı fikri hakim.
Ana muhalefet partisi epeyce sancılı bir sürecin sonunda İstanbul’daki ilçe belediye başkan adaylarının tamamını açıkladı. Ceren Bayar’ın dünkü haberinden öğrendik ki ilçeler için hedef, mevcut 14 belediye başkanlığı sayısını 20’ye çıkarmak yani, 39 belediye başkanlığında yarıdan fazlasını almak. Böyle bir başarı –ve tabii İBB Meclisi’ndeki çoğunluğu elde etmek- İmamoğlu’nun geçen dönem yaşadığı pek çok sıkıntının da çözülmesi anlamına gelecek. Peki CHP’li 14 ilçe belediye başkanının 9’u değişmişken ve bunların içinde genel olarak başarılı bulunan başkanlar da varken böyle bir hedef ne kadar gerçekçi?
***
İmamoğlu tarafıyla konuşurken bu iddiaya karşı büyük bir iştah var ve gayet gerçekçi. Mevcut başkanlarda yaşanan değişimin ve bu değişime parti içinden gelen tepkilerin seçmende olumsuz bir karşılığı olmayacağı fikri hakim. Başka partiden aday olmaları durumunda nasıl bir kayba neden olabilecekleri konusunu sorduğunuzdaysa, geçmişteki benzer görünen örnekleri hatırlatıyorlar. Handan Toprak Benli’nin 2019’da Avcılar’da tekrar CHP adayı olarak gösterilmeyince DSP’den aday olup yüzde 1 oranında oya dahi ulaşamaması gibi…
Parti içindeki tepkilerin ana başlığı gibi görünen, ‘Kılıçdaroğlu’nu destekleyen başkanlar gönderildi’ eleştirisi için açıklamaları İmamoğlu’nun rahat çalışabileceğini düşündüğü isimlerle devam etmek istemesinin ‘doğal’ olduğu. ‘Aleviler ve Kürtler tasfiye edildi’ söylemine ise itirazları var. Bu konu açıldığında belediye başkan adayı gösterilen bazı isimleri sıralayıp Alevi ya da Kürt veya hem Kürt hem Alevi olduklarını belirtiyorlar. Hatta, ‘CHP tarihinde hiç olmadığı kadar çok’ Kürt adaya yer verildiğini vurguluyorlar. İmamoğlu cephesinde parti içi muhalefetten gelen tepkilere yönelik tansiyonun en çok yükseldiği kısımsa “geçmişte partide yöneticilik yapmış bazı isimlerin sosyal medyada iktidar trolleri ile aynı amaca hizmet eden bir mesai yürüttüğü” iddiası. Adaylardan memnun olmayan herkes için değil ama belli isimler için bu suçlama…
Belli ki eleştirinin zarar vereceği düşünüldüğü noktada bu durumun artık ‘iktidarla işbirliği yapılması anlamına geldiği’ daha yüksek şekilde ifade edilecek. Ki zaten İmamoğlu tarafındaki isimlerin seçimin kazanılması noktasında en büyük güvencesi de CHP’yi ve CHP adayını hem son genel seçimde hem de 2019 seçiminde birinci yapan ana seçmen kitlesinin politik-ideolojik aidiyetini koruyacağı fikri.
***
‘Memnuniyetsizler’ tarafında ise bu başlıkları konuştuğunuzda şunları duyuyorsunuz:
“Adalar, Maltepe, Ataşehir, Şişli, Kadıköy, Sarıyer, Avcılar, Küçükçekmece, Esenyurt, Bakırköy belediye başkanları kurultayda Kılıçdaroğlu’nu destekledikleri, en azından yeni yönetim tarafında böyle algılandıkları için aday yapılmadılar. Ama aynı yeni yönetim, ‘intikamcı’ olunmayacağını da söylemişti. Bu başkanlar içinde başarısız bulunan, seçilmesi riskli görünenler olabilir ama hepsi mi bu durumdaydı? Yoksa hepsinin ortak noktası ve aday gösterilememelerinin gerekçesi ‘Kılıçdaroğlu destekçisi’ olmaları mı?”
İmamoğlu tarafına yönelik eleştiriler aslında aday gösterilen isimlerin kim olduklarının ya da yeterli olup olmadıklarının ötesinde asıl olarak ‘kapalı kapılar ardında’ belirlenmiş olmalarına gibi görünüyor. Ve elbette ‘aday gösterilmeyeceğini televizyondan öğrenen başkan’ gibi durumlara izin verilmiş olmasına…
Burada eleştiri dozunun en çok yükseldiği nokta ise, İmamoğlu’nun bu aday tercihleriyle Büyükşehir yarışını kaybetmesi durumunda siyasete devam ederken İstanbul’da kazanılacak ilçeleri elinde bulundurmak istediği iddiası.
***
İmamoğlu’nun önceki gün yapılan aday tanıtım toplantısında salondan yükselen protestolara karşı söylediği ‘yaraları sararız' sözünü de konuşuyoruz. Yeniden aday gösterilmeyen bir belediye başkanının bu noktadaki bir sözü çarpıcı, “Bu kararlar alınırken empati yapılmadı. Empati yapamayan, karşısındakini anlayamayan onun yarasını nasıl saracak?”
İmamoğlu cephesi ise bu konuda da iddialı... İmamoğlu’nun -aday gösterilmeyen herkesin değil ama- başarılı bir dönem geçirdiği genel kabul gören isimlerin ‘gönlünü alacağını’ söylüyorlar.
***
Peki iktidar tarafı tüm bunları nasıl izliyor? Tahmin edilebileceği üzere gayet keyifli! Hatta İmamoğlu cephesinde söylenene benzer bir tarifle, “İmamoğlu AK Parti ve CHP’ye yenilecek” diyen de var!
Aday belirleme sürecini bu kadar zorlu geçiren Ekrem İmamoğlu ve ekibinin ‘yaraları sarıp’ iddialarını gerçekleştirebilmek için 44 günleri var. Bakalım bu 44 gün nasıl geçirilecek.
Karamahmutoğlu kimin oyunu bölecek?
İstanbul’da seçim yarışında ilginç bir durum yaşanıyor. İki iddialı aday dışındaki adayların yarışa nasıl etki edeceği noktasında benzer yollardan farklı sonuçlara ulaşılabiliyor! Bizim son duyduğumuz örnek Zafer Partisi adayı Azmi Karamahmutoğlu’yla ilgili. Karamahmutoğlu’nun memleketi Trabzon Of, bu yüzden Murat Kurum tarafına sorarsanız Trabzonlu İmamoğlu’nun oyunu çalacak. Ancak İmamoğlu tarafına sorarsanız onlar da Karamahmutoğlu’nun politik kökenini hatırlatıyor: “Karamahmutoğlu Trabzonlu seçmeni mi bölecek yoksa ülkücü seçmenin oyunu mu bölecek sandıkta göreceğiz…”
Kurtlar Konseyi’nden HYDRA’ya: Komplo teorinizi nasıl alırsınız?
“Neredeyse hiç kimse ‘Ben şu komplo teorisine tamamen inanıyorum ama diğer hiçbir komplo teorisine inanmıyorum’ demez, ‘harikalar diyarı’na girenler artık çılgın bir maceraya başlamış demektir.”
Bu cümle, Sinan Alper ve Onurcan Yılmaz’ın ortak çalışmasıyla Doğan Kitap tarafından yayınlanan, “Komplo teorilerine neden inanırız?” adlı kitaptan. İki akademisyen bilimde ve teknolojide yaşanan baş döndürücü gelişmelere rağmen günümüzde hâlâ pek çok insan davranışı üzerinde etkili olan ‘komplo teorileri’ hakkında araştırmalara dayalı çok ilginç veriler sunuyor. Bunların en dikkat çekicilerinden biri ise, insanların komplo teorilerine yatkınlığı konusunda uzun zaman aralıklarında dahi çok fazla değişim yaşanmaması. Örneğin 1890’dan 2010’a kadar ABD’de solcu olarak bilinen New York Times ve sağcı olarak bilinen Chicago Tribune gazetelerine gönderilen 100 binden fazla okur mektubu üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, belli olayların etkisiyle zaman içinde ufak tefek artışlar yaşansa da komplo teorilerine yapılan atıfların tarih boyunca büyük oranda sabit kalması gibi…
Demek ki bilim ve teknoloji pek çok sorunu çözse, hatta insanlık yapay zeka ile yeni bir döneme girmiş olsa bile bugün siyasetten ekonomiye hemen her alanda karşımıza çıkan ‘komplo teorileri’nin ortadan kalkmasına yetmiyor. Kim bilir belki de sorun insanın bilimde ve teknolojide ne kadar ilerlediğinde değil de bu alanlarda ilerlerken bir türlü ‘iç huzura’ ulaşamamasındadır. Ne küresel çapta ne de ülkelerin sınırları içerisinde ‘kula kulluk’ ettiren varlık yokluk davası, her an bir yenisi açılıveren savaş-soykırım-yıkım sayfaları, milyarlarca insan için türlü şekillerde yaşanan ancak ortak gelecek kaygısı ortadan kalkmadıkça da o iç huzura ulaşmak mümkün görünmüyor. Bu mümkün olana kadar komplo teorilerinin nasıl işlediğine ve nelere yol açabileceğine kafa yormaya devam etmek şart gibi!