İmdat frenini çek kız!
Bu mektup hepinize vıttırıvızzık beyler: Sizleri hakiki bir özür dilemeye davet ediyoruz.
Melike Koçak
Kaçıp sevgilerin korkunç tuzaklarından
Kaçıp ana olmaklardan eş olmaklardan
kentlerdeki yadırgı pabuç yalnızlığa
Dağlardaki kırmızı ışığa varıldı.
Sevgili vıttırıvızzık beyler,
Biz, çivit mavisi kadınların -sadece kadınların da değil ya, canlıların desek anlar mısınız?, evet evet, anlarsınız- erken öğrendiklerimizdendir, "İğneli fıçı'dır hayat - sizler ne sandınız?" Siz bu cümlenin "iğneli fıçı" kısmına dahilsiniz. İğnelerden ve batıranlardan sadece biri, ama en büyüklerindensiniz. Üzgünüz, demeyi isterdik. Değiliz, siz üzülün.
Edebiyattan sanata, siyasete, akademiye, medyaya... hemen her alanın resmî geçitlerinde kaleminiz, klavyeniz, kameranız, tebeşirinizle ama elbette şiddeti derecesinde alkışlandığınız
Okul, din, aile, devlet, adalet, medya, toplumdan aldığınız güçle ilân ettiğiniz erillik oyununuzu bozan biz "Tekinsiz. Reddeden. Uyumsuz. Cambaz"ları hiç sevmezsiniz, biliriz. Ne güzel, duygularımız karşılıklı. Hem biz, patriarka sözleşmelerinden imzanızı çekmeden bizi sevmenizi istemeyiz.
'ÇINGIRTILI KAHKAHALARIMIZLA UN UFAK OLACAKSINIZ'
Sesimizi, sözümüzü, bedenimizi kesmek, parçalamak, yok etmek için kuşandıklarınız, diliniz, kültürünüz, sınıfınız, meşrebinizce araçlarınız vardır. Oysa çabanız nafile! Gelin geç kalmış olsanız da bu yoldan dönün. Uyarıyoruz, çıngırtılı kahkahalarımızda un ufak olacaksınız.
Cilveli ünlemlerimiz, dili zifir konuşmalarımız, fık fık fıklayan, kikikirt kikikirt gülüşlerimizle çın sabahlarda pirpinçik öyküler yazıp sözün kepeğini ayıklarken oyyyyyyy'ları, vvvvvyyyy'ları, tıııııııs'ları, ka ka kiki kaka kiki'leri, eyvaheyvahhhhhhhhhHHHhhhHHHH'ları... yere göğe harf harf salıverdiğimizde feleğiniz şaşıyor, ezberiniz bozuluyor da çaktırmıyor, yapıştırıyorsunuz hemen: Ah ne kadar da kadınca, tam bir lirik prenses! Hay, pipiniz, pardon diliniz kopsun!
Ayıp kelime kullandım allahım, affet beni, ama yalan mı? Pipilerine takmışlar bir çalı süpürgesi dergilerden-kapaklarından-yayın kurullarından, ödüllerden-jürilerinden, ah bilseniz neler çektikleri editörlük mevkilerinden, ezber ettiğimiz cümlelerini her seferinde başka cilayla ortaya saçıp döktükleri sempozyumlarından, panellerinden, bitin ipin cinin eksik gedik yapmadıkları ne kaldıysa onların atölyelerinden... sahneden, ekrandan, fabrikadan, okuldan, salondan... süpür ha süpür.
Yorulmuyorlar da allahım. E çamaşır asmıyor, bulaşık yıkamıyor, çocuğun dil hocası, müzik kursu, matematik sınavı, sosyal bilgiler projesi, anneler günü, babalar şeysi, temizlikçi öncesi evin toparlanması, nevresimlerin yıkanması, eş dost koca sevgili akraba çoluk çocuk doğumgünü kutlaması, gömleklerin tek çizgi ütülenmesi, yakalarının bemmmbeyazlaşması, tuvalet kağıdının bitmesi, küvetin tıkanması... dertleri, ha bir de çok lazımmış gibi makaleleri, tezleri, öyküleri, şiirleri, düşünmeleri, tartışmaları, okumaları yok. Ayyy çok şükür yok. YAzarken yoruldum. Ama haksızlık değil mi allahım? Sen mi yoksun adaletin mi, anlamadım gitti.
Allahı şimdilik kenara bırakıyorum vıttırıvızzık beyler. Bakınız ",,, bu kent,,, bu kargışlı kentte kimse tanıyamaz oldu kendini,,, bu kent,,, daha öncesini yok saysak da; temelleri Yunan Kolonisinin komutanı Byzas tarafından atılan; Grekçe Vizantion, Latince Bizantium olan daha da önceki adı ise Licus olup Theodosios zamanındaki Roma kayıtlarında. Ufak bir eyalet olan Europa'da daha önce Licus ve Bizantium adını taşıyan Konstantinopolis"tir. Tamam mı? Katman katman hayal, hayat, hakikat. Fahişe Çika'lar da geçmiştir bu kentten Mihrî Hatun'lar, Fıtnat Hanım'lar da... Hayganuş Mark, Mari Beyleryan da... Suat Derviş'ler, Yaşar Nezihe'ler, Şair Nigâr'lar, Zabel Yesayan'lar, Athina Gaitanou da... Leyla Bedirhan'lar da Denizkızı Eftalya (Atanasia Yeorgiadu), Madam Anahit de... Sırpuhi Düsap'lar, Fatma Aliye'ler de...
Hepsiyle dillerinden, dinlerinden, milliyetlerinden, inançlarından değil isyanından, inadından, ısrarından kuşak kuşak akraba olan bizler,
"Bu an; bu baskıcı bu tiksinç bu anlamsız
bu hoşgörülü bu eşsiz bu gülyüzlü
zaman parçası"na teslim olmamayı, "hayatı nasıl yaşayacağımı(zı)" -okuyacağımızı, yazacağımızı, giyineceğimizi, seveceğimizi, sevişeceğimizi, yürüyeceğimizi, yiyeceğimizi, oturacağımızı, çalışacağımızı...- "salık verenlerden kaç"mayı hayat bilgisi derslerinden değil, hayatın ta kendisinden öğrendik. Ne lirik prensesleriyiz edebiyatın ne şiirin, öykünün anası, anneannesi, delisi ne de bacınızız. Hadi bakalım, şimdi sakince o erilliğinizi soyunun, bir makasla kırpın kırpın kırpın...
Cık mı? Siz bilirsiniz. Nihayetinde "Erkeklerimizin çoğu zaman bir çakışta ateş alan çakmaklarıyla, bilmem nereden getirilme purolarıyla, bilmem kaç yıldır hiç tutukluk göstermemiş dolma kalemleriyle övünmelerinin nedeni anlaşılıyor: Çoğu ergenleşmemiş daha. Onları ya karılarının ya da analarının elinden almamız gerekiyor, çünkü kendilerinde değiller."
İster misiniz yardım? Ama öyle emziği kaybolmuş, misketi çalınmış bebeler gibi mitinglerinize "gelicez de gelicez" diye ter ter tepinmeyi bırakın.
'BİRAZ DA DİL ÇALIŞIN!'
Sonra, biraz da dil çalışması yapın. Tavsiye ederiz. Hatta biz biraz derledik sizin için, sizden, oradan buradan. Onuru tamamen size ait. Gözümüz yok. Şöyle ki: "Ama biz en duyarlı dergiyiz kadın yazarlara... Bu ay evet çok erkek olmuş, ama önümüzdeki ay sadece kadınlar olacak... Yoo, moderatörü kadın ama... Siz de biraz fazla takık... Sizi çakma feministler sizi... Çok aradık ama, bu konuda konuşacak kadın bulama... Hep sinirli hep gerginsiniz, ciddiye alamıyoruz sizleri... Kadın erkek herkese haber verdik, ama kadınlar dönmedi... Beni yanlış anladınız, aslında çok güzel yazan kadın yazarlarımız da var... Beni tanımıyorsunuz, neler neler yaptım ben... Yani burada da cinsiyetçilik görüyorsunuz ya, pes! İşiniz gücünüz abar..."
Kainatın bütün canlıları aşkına sevgili vıttırıvızzık beyler, biraz izan! Diliniz, erilliğinizi ele veriyor. O ince zekânız, idrâk kabiliyetinizle -gerçi mizah diliniz analardan, orospulardan, kukumuzdan falan, ha bir de öküzler, köpeklerden ibaret ve biraz kısır ama- fark etmemiş olamazsınız. Bu sizin yaptığınıza, ne derler? İnkâr mı? Evet evet ve ne lüzumsuz.
Bizler her şeye rağmen sizi kabule, yüzleşmeye, hesaplaşmaya, hakiki bir özüre davet ediyoruz. Ayrım yapmaksızın, hepinizi. Tahakküm kurduğunuz her alanda bizleri kenar süsü yapmak için çeşit çeşit takla atıyor olabilirsiniz, sizin de adınız "Herşey, göbek adı(nız) Kontrol ve soyadı(nız) da Altında" olabilir. Olsun. Hatta bazen,
"Kadın görünmüyor ki, iki yanda da yok
balkonda, verandada, hayır yok
kapatmış kendini yalnızlığıyla
şezlong kitap gözlük
orda öylecene
sustu kaldı," diyor/zannediyor olabilirsiniz. Hem de sevinçle. Dilinizden ferah bir oh şükür, dökülüyor olabilir. Dökülsün. Fakat çok fena yanılıyorsunuz beyler, hem biraz yavaş, yerler fena halde yaş!
Biz zaman zaman "geriye geriye çekil"sek de "her konuşma"nın "hayatımızda" "bir şeyi değiştir"diğini bildiğimizden. Yıkıcı ve kurucudur sözümüz en sertinden en yumuşağına. Ne gergin ne sinirli ne agresif ne takıntılı ne müttefikiz. Öğütlerinizi tutmuyoruz, tutmayacağız. Kusurumuza bakmayın, sizi ciddiye alacağımız günlere biraz daha var.
Hadi şimdi baştaki şiire dönüp bir kez daha okuyalım:
"Kaçıp sevgilerin korkunç tuzaklarından
Kaçıp ana olmaklardan eş olmaklardan
kentlerdeki yadırgı pabuç yalnızlığa
Dağlardaki kırmızı ışığa varıldı."
Er ya da geç varacağız.
Kalın sağlıcakla,
Çivit Mavisi Kadınlar
Yazıdaki italikler, sırasıyla: Gülten Akın, Nezihe Meriç, Sevim Burak, Tezer Özlü, Nezihe M., Leyla Erbil, Nilgün Marmara, Tomris Uyar, Didem Madak, Gülten A.