Çözüm sürecinin sonlandırılmasıyla eşzamanlı başlayan Abdullah Öcalan’a yönelik mutlak tecrit, kardeşi Mehmet Öcalan’la 28 ay arayla yaptığı iki görüşme dışında devam ediyor. Öcalan sekiz yıldır avukatlarıyla, çözüm süreci sonrasında bir istisna haricinde ailesiyle görüştürülmüyor. Bu açıdan Öcalan, Türkiye’de hukukun tanıdığı haklardan mutlak bir biçimde mahrum bırakılan, tek kişilik bir hapishanede, tek başına tutulan tek mahpus olmaya devam ediyor.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra, darbecilerin Öcalan’a yönelik bir saldırı gerçekleştirmiş olabileceğine ilişkin kuşku ve tepkilerin iktidar üzerinde yarattığı baskı sonucu 11 Eylül 2016’da İmralı’nın kilitli kapısı şöyle bir aralanmış ve Mehmet Öcalan ağabeyiyle birkaç dakikalığına görüşebilmişti. Mehmet Öcalan’ın o tarihte yaptığı açıklamaya göre PKK lideri kendisine, “yerinde olsam buraya gelmezdim” demiş, “hem devlet hem de hareketimiz sıkışınca benim yanıma geliyor. Bu kabul edilemez” diye ilave etmişti. Bu açıklamayla Öcalan, aslında herhangi bir siyasi mahiyeti olmayan görüşmelere ehemmiyet vermediğini de söylemiş oluyordu.
Fakat aynı yaklaşımın Kürt hareketi açısından söz konusu olmadığı açık.
Nitekim HDP Hakkâri milletvekili Leyla Güven’in Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle 6 Kasım 2018’de başlattığı ve iki haftadır kritik aşamayı geçmiş (13 Ocak itibariyle 67. gününde) olan açlık grevinin giderek bir kamuoyu tepkisini tetiklemesinden ve bunun da yerel seçimlerine yansımasından çekindiği anlaşılan iktidar, (Güven’den sonra açlık grevine destek veren mahpusların sayısı 256) önceki gün bir kez daha İmralı’nın kilidini açtı.
HDP milletvekili Ömer Öcalan’ın aktardığına göre amcasıyla görüşme, devletin “çağrısıyla” gerçekleşti. Ömer Öcalan, babası tarafından gerçekleştirilen görüşmenin ayrıntılarını açıklamasa da, PKK liderinin sağlık durumunun iyi olduğunu aktardı. Bu açıklama üzerine Suriye’deki pek çok Kürt şehrinde kutlamalar yapılması, (Türkiye’de böylesi gösterilerin mümkün olmadığı açık) Kürt hareketinin bu konuya verdiği ehemmiyeti gösteriyor.
Görüşmenin 12 Ocak’ta yapıldığını duyuran HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, içeriğe ilişkin bilgilerin de önümüzdeki günlerde açıklanacağını ifade etti. Dolayısıyla Öcalan’la yapılan görüşmenin mahiyeti ve anlamı üzerine değerlendirme yapmak için bu açıklamayı da beklemek gerekiyor.
Ancak Öcalan’ın 28 ay önceki tepkisini yine de hatırlamak lazım: “Hem devlet hem de hareketimiz sıkışınca benim yanıma geliyor.”
Kürt hareketinin, Öcalan’la hiçbir bağlantı kuramamanın sıkıntılarını yıllardır yaşadığı inkâr edilemez. Başta Suriye olmak üzere bölgedeki taktik ve stratejiler konusunda liderinden koparılmış olan Kürt hareketi açısından Öcalan’a erişmek, onun değerlendirmelerini alabilmek neredeyse hayati önemde. Zaten mutlak tecridin temel nedeni de bu. Dolayısıyla mevcut yapısıyla devletin, AKP’nin Öcalan’a yönelik tecridi kaldırması söz konusu görünmüyor.
Peki o halde 12 Ocak görüşmesi neden gerçekleşti? Devlet neden İmralı kapısını araladı?
AKP, yerel seçimlerde kayyım politikasının iflasını ortaya koyacak bir sonuçla karşılaşmamak için çeşitli hamleler yapıyor. Leyla Güven’in sağlık sorunlarının derinleşmesi ve tecrite karşı kampanyanın genişlemesi, bu açıdan aleyhte bir gelişme olarak okunmuş olabilir. Dolayısıyla Öcalan’a en temel haklarından birinin istisnai olarak tanınmış olmasının en azından bu kampanyayı kırabileceği hesaplanmışa benziyor. Bu, AKP’nin küçük hesaplarından biri. Daha büyük hesap ise, yerel seçimler öncesinde Kürtlerin zihnine “yeni bir çözüm süreci başlayabilir mi” kuşkusunu yerleştirerek Kürt seçmeni “markaja almak.”
AKP, bu büyük hedefi için ortaklarının olurunu almış mıdır, bilemiyoruz. Ancak öyle anlaşılıyor ki başta MHP olmak üzere ortaklarının da böylesi bir hamlenin işlevselliğine ikna edilebileceği hesaplanmış. Kaz gelecek yerden neden tavuk esirgensin ki? Sonuçta İmralı kapısı birkaç dakikalığına açılıp kapandı diye büyük paylaşımların döndüğü bir ittifakın sonu gelecek değil ya!
Öte yandan Öcalan’la görüşmenin Suriye politikasıyla ilişkili olduğuna ilişkin değerlendirmelerde bulunmak pek mümkün görünmüyor. Elbette Öcalan’ın kardeşine aktarmış olduğu fikirler içinde, gerek Kürt hareketi gerekse Türkiye açısından son derece kritik ve herkesi şaşırtacak öneriler olup olmadığını, devletin Öcalan ailesine yönelik “çağrısının” Öcalan’la yapılmış bir ön görüşmeye dayanıp dayanmadığını henüz bilmiyoruz. Buna ilişkin şüpheler ancak Mehmet Öcalan’ın yapacağı açıklamayla ortadan kalkabilir.
Fakat her ne kadar ABD’nin çekilme kararı sonrası Türkiye, zannedildiğinin aksine çok daha zorlu bir denge politikasına mecbur kalmış olsa da, AKP’nin Kürt hareketiyle savaş dışında herhangi bir temas kurması, kendisini ayakta tutan büyük ittifakı sonlandırmasını gerektiriyor. Dolayısıyla hem AKP’nin ideolojik yapısı, hem MHP ve diğer güçlerle girdiği hayati, derin ittifak en azından kısa vadede böylesi bir seçeneği ihtimal dışı kılıyor.
O yüzden bu aşamada, altında derin bir anlam aramak için elde ne somut ne de soyut bir veri bulunan 12 Ocak 2019 İmralı görüşmesinin, 11 Eylül 2016 görüşmesinden ayırt edici hiçbir farkı olmadığını söylemek mümkün.