Seçimlere iki yıl var güya. Siyasetin hızlanan trafiğine bakınca genel seçimlerin iki yıl sonra yapılacağına inanmak zor. Siyasi partiler arasındaki ziyaretler, Muharrem İnce ve Erdoğan’ın, CeHaPe hakkındaki söyleminde ortaya çıkan minik değişiklikle birlikte yeni anayasa çıkışı arasındaki ilişkiyi okumaya çalışacağım bu yazıda. “Tek adamcağız”, Erdoğan’ın dilinde Kemal Kılıçdaroğlu için küçümseyici tanımlama olsa da duyanlar üzerinde yarattığı etkiler bambaşka. Örneğin ben ilk andan itibaren, AK Parti tabanından, teşkilatlarından ve yönetim kademelerinden yükselen “tek adamlık” itirazlarının homurtusunu duydum, bu söylemde. Partisinden yükselen itirazlara karşı bir savunu çığlığı saymak gerektiğini düşünüyorum.
Tersinden istidlal diyebileceğimiz, tarih boyunca fıkıh hükümleri verilirken çokça kullanılmış bir mantık oyunuyla kendisine yöneltilen eleştiriyi, Kılıçdaroğlu’na yansıtarak susturma çabası. Tersinden istidlal dediğim akıl oyununu belki daha sonra uzun uzun yazıp konuşmak mümkün olur ama şimdilik sık karşılaştığımız bir iddiayı örnek göstererek kolayca anlatmak mümkün: Cinsiyet eşitliği taleplerinin cinsiyetçilik kabul edilerek ret edilmesi, tersinden istidlal denilen mantık oyunuyla ulaşılmış bir önermenin sonucunda gerçekleşiyor. Dolayısıyla “Bay Kemal” gidip “tek adamcağız” geldiğinde, sisteme ve şahsına yönelik parti içi tek adamlık eleştirilerini, CeHaPe nefretiyle sönümlendirmek ihtiyacı duyduğunu gösterir. Yeni anayasa çıkışı da bir yönüyle, parti içi motivasyon çalışması olmalı. Bir seçim daha kazanmak için partisini bir arada tutarken, Cumhur İttifakı'nı takviyelerle güçlendirmek isterken, insanlara yeni bir hedef göstermek zorunda.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “heyecan verici müjde” paylaşımıyla yeni anayasa çıkışının kendisine bile sürpriz olduğunu itiraf eder gibiydi. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun yüzüncü yıl töreninde ise “1921 anayasasının ruhuyla Cumhuriyetin yüzüncü yılına yeni anayasa” hedefli hamasî söylemi dikkat çekti. Tabii hamasetin ötesinde bilindiği gibi sevdiğim isimle Anadolu İhtilalinin olağanüstü şartlarında ve kısıtlı sürede uygulanan bu temel yasanın ruhunu sonraki tarihlerde yaşatmak mümkün değil. Gerekli ve doğru olmadığı gibi mümkün de değil. Ama o yıllara yapılan atıf, tek karar vericili şahsım sisteminin 1924 Anayasası'na özlem duyuyor olabileceğini de işaret ediyor. Neden özlem duymasın ki? Parti içinde yükselen eleştirilerde kimse haddini aşıp hukuka uygunluk, hak ihlallerine son, adalet gibi kavramları dillendiremez biliyoruz. Sureti haktan görünerek olsa olsa “mevcut anayasa ve yasalara aykırılık oluşmasına” dikkat çekiliyordur. Ucube sistem, anayasa değişiklik paketiyle getirilmiş olsa da anayasanın bütünü ile çelişki halinde. Kadı parti disiplini ve konuşma yasağı nedeniyle açıkça duyamasak bile tahminimce gariban AK Partililerin en cesur olanları da ancak bu çelişkiye dikkat çekebiliyordur eleştirilerinde. Beklenti yaratarak ortaya çıkarmak istediği yeni anayasa da “parti devleti” şeklinde yönetmesine yasal engel oluşturmayacak şekilde '24 Anayasası'na benzer bir düzenleme olacaktır. Tabii ki bunun için bir seçim daha kazanmak zorunda olduğunu biliyordur. Sonrası, gönlünün muradı gerçekleşirse her seçimi yüzde 1500 başarı oranıyla kazanması kolay olacaktır. Diyanet İşleri Başkanı bile “bizden sonra güvenilir ellere kalsın” isteğini söyleyebildiğine göre, emanetin kime verileceğine seçmenin müdahil olamayacağı bir sistem arzusu gönüllerde var.
Parti devletini kanuna uygun hale getirecek bir anayasa ihtiyacı ile yirmilerin ruhu çağırılırken, Erdoğan’ın bu hedefi gerçekleştirmek için önümüzdeki ilk seçimi kazanması gerekiyor. Seçimi kazanmak için Cumhur İttifakı'nın oy oranını arttırma imkanı olmadığını bildiği için muhalefetin oy oranını düşürmek, ikinci bir muhalif ittifak ihdas etmek ve olası seçimde ikinci turda kazanmak üzerine oynanan bir oyun var ortada herkesin bildiği gibi. İki yıl sonraya kalmayacakmış gibi görünen seçim için muhalefetin dizaynı Erdoğan’ın hep aklındaydı, çalışıyordu. Hatırlanacağı üzere Ekim 2019’da “Millet İttifakı'nın zayıflaması, parçalanması çok önemli” sözleriyle, siyasi rekabetin alacağı yönü göstermişti. HDP’nin kriminalize edilişi en çok İYİ Parti üzerinde etkili olarak Millet İttifakı'nı zayıflattı şimdiye kadar. Muharrem İnce’nin istifası da parçalanmasına hizmet için elverişli. İnce'nin, hangi niyetle yapmış olursa olsun, istifa konuşmasındaki “yönetim, taban, üyeler arasındaki uçurum” vurgusu, Erdoğan’ın son günlerde kullandığı 'tek adamcağız' ithamıyla benzerlik içinde. Erdoğan’ın pazartesi günü, Millet İttifakı için “kirli ilişkiler” tanımlaması, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, dengede tutma çabasına dair yorumları, İnce’nin istifasıyla birlikte okunmaya çok açık ifadeler.
Bir yandan HDP içinden ayrı parti çıkarma denemelerinin sürdüğünü tahmin etmek zor değil ama diğer yandan üçüncü bir ittifak alternatifi için çalışmalar birkaç koldan ilerliyor. Fakat şurası da kesin ki, bütün yollar HDP’ye çıkarken muhalefet partileri Halkların Demokratik Partisi'yle aynı karede görülmekten kaçınıyor. HDP ile birlikte fotoğraf vermekten sakınıldığı sürece, Erdoğan’ın taktiklerinin başarıya ulaşması önünde engel kalmaz. Yeniden Refah Partisi ve Demokrat Parti arasındaki görüşmeler doğrudan AKP’nin üçüncü ittifak ihtiyacını karşılayacak gelişmeler. Gelecek ve Deva partilerinin şu ortamda kilit öneme sahip olduğu da açık. Ancak hepsinden önemlisi, bu iki partinin ve İYİ Parti’nin HDP politikasının, bir sonraki seçim sonucunun belirleyeni olacağı o kadar net bir şekilde önümüzde duruyor ki; bu denklemde -onca laf etmiş olmama rağmen- Memleket Hareketi'nin etkisiz elaman hükmünde kalacağını söylemek gerekir. Muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter sistem üzerine çalışmalar yürüttüğünü biliyoruz ama muhalefet etme anlayışında eski alışkanlıklarından kurtulduklarına dair bir işaret yok ortada.