AKP'yi 18 yıllık iktidarında yarattığı yıkım ve enkazın altından kurtarmanın maliyetini hiçbir dostu göze almıyor. Öyle bir ihtimal olsa, belki de Babacan, Davutoğlu ve ekipleri AKP’den kopmazdı. Nitekim Davutoğlu da ayrılma sürecinde sıklıkla Erdoğan’a “müttefikinden (MHP) kurtul, eski dostlar sana yeter” yollu mesajlar yolluyordu.
Fakat AKP’nin giderek daraltılan yönetim kadrosunda “dostlara” ne güç ne de ideolojik pay bırakması, eldeki gücü müttefiklerle bölüşmesi, bu kopuşları kaçınılmaz kıldı. AKP ve yönetimi eğer kurtuluşu dostlarda görseydi, yapacağı ilk iş Davutoğlu ve Babacan ekiplerinin kopuşunu engellemek üzere üstün gayret sarf etmek olacaktı.
Oysa AKP’nin genişlemeye değil güçlenmeye, bunun da olanakları olmadığı için güçlü görünmeye ve haliyle ancak yenebileceği düşmanlarla müsabakalara ihtiyacı var. Bu müsabakaların tarafı ve sahası, artık “gerçek” olmayan tarih de olabiliyor. Ayasofya “zaferini” böyle okumak mümkün. Henüz seçilmemiş ABD başkan adayı Joe Biden’in yedi ay öncesinden kalmış mülakatının şimdi çıkarılıp güncellenerek muhatap alınması da böyle bir hamleye benziyor. Doğu Akdeniz’de, dizi setini andıran sahnelerle “tarihsel zaferlere” gönderme yapılması da bu çerçeve konabilir.
Tarihle kavga sonucu elde ettiği “zaferler” gibi, hasımlarının iç çelişkilerini derinleştirme hamleleri de AKP açısından ne büyük bir risk almayı, ne ağır bir maliyet ödemeyi ne de kapasitesinin üstünde gayret sarfiyatını gerektiriyor.
AKP’nin aynı maliyet hesabını dost ve düşman edinme konusunda yaptığına da kuşku yok. Çünkü AKP’nin maliyeti yüksek dosta değil, kendisinin yenebileceği kadar güçsüz, hasımlarını zorlayabilecek, hatta yenebilecek kadar güçlü düşmanlara ihtiyacı var.
Geçtiğimiz hafta CHP yönetimine bayrak açan Muharrem İnce, tam da bu nedenle AKP açısından işlevsel bir “düşman düşmanı” haline gelebilir. Fakat hemen söyleyelim ki, İnce’nin işlevsel bir düşman düşmanı olup olmayacağını AKP değil, İnce’nin kendisi de değil, bizatihi CHP yönetimi belirleyebilir.
Geçen hafta yaptığı basın açıklamasında Muharrem İnce, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi akşamı, Ekrem İmamoğlu’ndan farklı olarak “ortadan kaybolması”, kendisine verilen oyların hesabını o akşam sormaması dolayısıyla yaşadığı büyük itibar kaybını telafi etmek için CHP yönetimine yüklenirken, bir kez daha benmerkezciliğin sularında yüzmüş olabilir. Bu, CHP’nin önümüzdeki günlerde İnce’ye karşı geliştireceği olası karşı söylemin tam da bu bağlamda yürütülmesini olası kılıyor.
Fakat CHP’nin yıllardır sürdürdüğü iktidarla uyumlu muhalefetin bizatihi CHP tabanında yarattığı rahatsızlık, İnce’nin “antipatik” benmerkezciliğini zamanla görünmez de kılabilir.
Bununla beraber, İnce’nin elinde, CHP yönetimine karşı kullanabileceği daha güçlü araçları olduğunu gözardı etmemek gerekiyor. Bu araçların başında, Kılıçdaroğlu’nda olmayan “sertlik, dobralık” geliyor. İnce’nin başta Kürtler olmak üzere, iktidar tarafından artık mevzubahis bile edilmek istenmeyen, kriminalize edilmeye çalışılan geniş kitlelere ikiletmeden sıcak mesajlar iletmesi, Kürtlerin yerel seçimlerdeki desteğini CHP’nin gizlemeye çalıştığı sandıktan çıkararak ilan etmesi, iktidarın belirlediği alanda kalmaya, onun ötesinde bir muhalefet yürütmemeye özen gösteren CHP’yi ürkek tutumundan çıkmaya zorlayabilir.
Ama İnce’nin çıkışı ve devamında yürüteceği siyaset, sadece Kürt meselesinde değil, genel olarak CHP’nin iktidara karşı yürüttüğü “denge siyasetinde” dönüşüme yol açabilir. Eğer öyle olursa, CHP, “İnce krizini” fırsata çevirebilir.
Çünkü İnce’nin çıkışı karşısında CHP’nin önünde aşağı yukarı iki seçenek kalıyor: Ya mevcut söylemle muhalefete devam ederek İnce’nin yaratacağı zayıflamaya razı olunur veya İnce’nin CHP yönetimine alternatif olarak çizdiği hattın ötesine geçilerek, onun rolünü etkisizleştirecek düzeyde etkin, radikal muhalefet çizgisine yönelinir.
İnce’nin açtığı bayrağın AKP-MHP iktidarının işine gelmesi, ancak ve ancak CHP’nin, İnce’nin bu çıkışı karşısında aynı “ılımlı-uyumlu muhalefette” ısrarıyla söz konusu olabilir. Joe Biden’ın yedi ay önceki mülakatının İnce’nin çıkışından sonraya denk getirilmesi de, İnce’nin yolunu genişletmek üzere CHP’nin “uyumlu muhalefete” devamını sağlamaya yönelik bir hamle olarak da okunabilir.
CHP yönetiminin, İnce’nin eleştirilerinin tabanda yaratacağı olası etkiyi görmezden gelmeye yönelmesi, uyumlu muhalefette ısrar etmesi, muhtemelen AKP-MHP’nin en büyük arzusudur.
Zira Muharrem İnce’nin sert söylemi karşısında iktidara karşı el yükseltmeyen bir CHP içten içe yanmaya, hatta kopuşlara yol açabilir. Böylesi bir süreç hem İnce’yi, “AKP tam da gidiciyken” ortaya çıktığı için lanetli çıkışın sahibi olarak tarihe geçirebilir, hem de CHP’yi ve genel olarak muhalefeti iç hesaplaşmanın kurbanı yapabilir. Ezcümle, Muharrem İnce, CHP için artık iktidara karşı sertleşmekten, muhalefet damarlarını genişletmekten başka yol bırakmadı. Tabii İnce’nin “hareketinin”, kendi agresif karakteri ve daha başka pek çok unsurdan dolayı kısa süre içinde saman alevi gibi sönmemesi şartıyla.
Fakat tam da bu ihtimal dolayısıyla CHP’nin Muharrem İnce’yi küçümseyerek görmezden gelmesi, hatta İnce’nin zorladığı üzere iktidara karşı muhalefeti sertleştirmek yerine esas sert üslubu İnce’ye yöneltmesi, İnce’nin uzun ince yolunun AKP-MHP tarafından yakından izleneceği ve “sihirli” dokunuşlarla genişletilebileceği gerçeğini de gözardı etmesi anlamına gelir. Her halükarda İnce’nin çıkışının AKP’ye mi CHP’ye mi yarayacağını bizatihi CHP’nin belirleyeceğini söylemek mümkün.