Muharrem İnce’nin CHP seçmeninde “Bu kez oldu bu iş!” hissi yaratan ve özellikle sosyal medyada coşkuyla karşılanan İzmir, Ankara ve İstanbul mitingleri, muhafazakâr seçmeni ürküttü. Bu grupta hem mütedeyyin seçmen kitlesi var hem de kendini sağda tanımlayan seçmenlerin ciddi bir bölümü…
İnce’nin Ankara Tandoğan Meydanındaki mitinginden izlenimlerimi paylaştığım yazımda, o mitinglerin katılımcılarının ve orada atılan sloganların Cumhuriyet Mitinglerini hatırlattığını belirtmiştim.
Kendisi de Cumhuriyet Mitinglerinin sembol isimlerinden bir siyasetçi, sohbetimiz sırasında İnce’nin mitingleriyle Cumhuriyet Mitinglerini karşılaştırmam üzerine, o günlerin özeleştirisi niteliğinde bir açıklama yaparak, “Muharrem İnce’nin açıklamalarında yoktu ama mitinglerinde bizimkilere benzer bir hava vardı, bu doğru. 2007 yılında başlayan Cumhuriyet Mitinglerinde biz de kalabalığın coşkusuna kapılıp yanıldık. Toplumun önemli bir kesimini kızdırdığımızı, ürküttüğümüzü, küstürdüğümüzü fark etmedik. İnce yapmadı ama mitinglerine katılan kitle ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ vb. sloganlarla, marşlarla aynı kesimi hem kızdırdı hem ürküttü” dedi.
Görünen o ki, İnce’yi muhafazakâr kesimi ürkütmemesi için yapması gerekenler konusunda doğru yönlendiren olmamış ya da İnce, meydanlarda verdiği “Asla ve asla solcu mu sağcı mı diye bakmayacağız, türbanlı mı türbansız mı diye bakmayacağız. Böyle bir derdimiz yok” teminatının, “Allah’ın izni, milletin isteğiyle cumhurbaşkanı olacağım” cümlesinin ikna ediciliğine inanmış. İnce’nin bu konuda yanıldığını kendisinin ya da partisinin aldığı oy oranından değil Saadet Partisi (SP) ile İYİ Parti’nin alamadığı oydan anlıyoruz. Özellikle Saadet Partisi’nin oy oranının 1.3’te kalmasının, cumhurbaşkanı adayı Temel Karamollaoğlu’nun oy oranının yüzde 1’i bile bulamamasının nedenlerinden biri de budur.
SAADET PARTİSİ, CHP İLE İTTİFAKI SEÇMENİNE ANLATMAKTA ZORLANDI
Adına “Millet İttifakı” denilen CHP-SP-İYİ Parti-DP birlikteliği seçim sürecinde en fazla SP’yi zorladı. SP adayları, seçim çalışmalarında sıkça “Komünistlerle iş birliği yaptınız, Erbakan Hoca’nın kemiklerini sızlattınız!” suçlamasıyla karşılaştılar. Birçok seçim bölgesinde hem AK Partili seçmenlerin “Hainsiniz, davaya ihanet ettiniz!” hakaretlerine hem de kendi seçmenlerinin “Bize 28 Şubat zulmünü reva görenlerle nasıl ittifak yaparsınız!” eleştirilerine maruz kaldılar. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Milli Görüş hareketinin televizyonu TV 5’e çıkarak SP seçmenini ikna etmeye de çalıştı; ama olmadı.
Gelelim İslami kesimin hafızasında 28 Şubat’ın anlamına… Seçim mitinglerinde bu konuyu dile getiren bir isim de İYİ Parti’nin cumhurbaşkanı adayı Meral Akşener’di. 28 Şubat döneminin Refah-Yol Hükümetinin İçişleri Bakanı Akşener, 24 Haziran seçim mitinglerinde şöyle sesleniyordu, “28 Şubat’ta tankların karşısında durmuş beni, sizin çöp kamyonlarınız mı durduracak!” 24 Haziran seçiminin ardından gezindiğim İYİ Parti koridorlarında, “Akşener’in 28 Şubat’ta dimdik durduğunu devamlı hatırlatmalıydık, bunu daha iyi işlemeliydik. Muhafazakâr kesimin oylarını yok sayıp CHP’li seçmenin oylarına yönelmekle hata ettik” hayıflanmasına tanık oldum. İYİ Parti de Akşener de muhafazakâr seçmenden beklediği oyu alamadı çünkü.
İYİ Parti ile SP’nin alamadığı oyların sorumlusu tek başına İnce’nin mitingleri değil elbette ama o mitingler bir kesimi ürküttü ve oyların bir bölümü “Cumhur İttifakı”na yöneldi.
GEÇİŞ SÜRECİ İÇİN 2 YIL İSTENMESİ DOĞRU MUYDU?
CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, adına “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen “tek insan” sisteminden “parlamenter sisteme” dönüş için toplumdan 2 yıl süre istedi. “Parlamenter sisteme kesin dönüş” vurgusunu ilk günden itibaren en net biçimde yapan isim İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’di.
Seçime kısa zaman kala Akşener’in önerisiyle, “Millet İttifakı”ndaki partilerin yetkili isimlerinden meydana gelecek komisyonun bir tutum belgesi hazırlayarak kamuoyuyla paylaşması kararlaştırıldı. CHP’liler Akşener’in bu hamlesine, “İnce’nin gölgesinde kalan Akşener öne çıkmak için son kozlarını oynuyor” diye baktılar ve seçime sayılı günler kala böyle bir çalışmanın gereksiz olduğunu düşündüler. CHP yöneticilerin birine komisyon çalışmaları nasıl gidiyor diye sorduğumda aynen şu yanıtı vermişti, “Seçime odaklanmışken bu meseleyi konuşmak, Bizans yıkılırken rahiplerin meleklerin cinsiyetini tartışmasına benziyor.”
“İyileştirilmiş Parlamenter Sistemin gerçekleştirilmesi, bir takvime bağlanması ve seçmene bir taahhütte bulunulması” için kurulan komisyonca açıklanan metinde “parlamenter sistem” vurgusunun yer almaması kötü bir şaka gibiydi. İYİ Parti Sözcüsü Aytun Çıray ‘Biz seçmene verdiğimiz sözümüzün arkasındayız. Bu vurgunun metinde neden olmadığını bize değil ittifakta yer alan diğer partilere sorun’ minvalinde bir açıklama yaptı.
Kimilerine göre sermaye çevreleri de geçiş için 2 yıllık bir sürenin öngörülmesinden rahatsızdı ve parlamenter sisteme dönüş vurgusunun güçlü yapılmaması kafalardaki soru işaretlerini arttırdı. Bu ekonomik tabloda 2 yıllık bir belirsizliği kaldıramayacağını düşünen sermayenin tercihini “Yaparsa Yine AK Parti Yapar” sloganıyla seçime giren AK Parti’den yana kullanması hiç de şaşırtıcı değil.
SEÇİMİN ASIL KAYBEDENİ SOSYAL MEDYA OLDU
Gelelim “sosyal medya” fenomenine… Bu seçimin asıl kaybedenlerinden biri de sosyal medyadır. Arap Baharı ile kitlesel olayları yönlendirme kabiliyeti tescil edilen, Türkiye’de gücü Gezi olayları sırasında keşfedilen “sosyal medya”nın 24 Haziran Seçimlerinde muhalif kesimleri yanıltıcı rolünün, işin uzmanları tarafından analiz edilmesi şart.
Aktif bir sosyal medya kullanıcısı sayılmam ama ben bile seçim sonuçlarına küsüp 25 Haziran sabahı sosyal medya hesaplarını kapatanların sayısının ciddiye alınacak kadar fazla olduğunu fark ettim.
Türkiye’de son yıllarda toplumun her hücresine sirayet eden “ya bendensin ya karşı taraftan” hastalığının sosyal medyayı da etkisi altına aldığı görülüyor. Kullanıcıların büyük çoğunluğu kendisiyle aynı mahallede yaşayanları takip ediyor, farklı mahallelerden bir söz duymaya dahi tahammül edemiyor. Bu durum, sosyal medya kullanıcılarının geniş bir kesiminde gerçeklik algısının kaybolmasına yol açmış görünüyor. Seçim gecesi açıklama yapmayan İnce ile Akşener hakkındaki “kaçırıldılar, tehdit edildiler” gibi uçuk kaçık iddiaların sosyal medya paylaşımlarıyla yayılması tam da bu durumun sonucudur.
'BU HABER KİME HİZMET EDİYOR!'
Fırsat buldukça yazdığımız haberlerin sosyal medya paylaşımlarının altındaki yorumlara bakmaya çalışıyorum, durum gerçekten vahim! AK Parti mitinginden yazdığımız bir izlenim haberine bir sosyal medya kullanıcısı, “AK Parti para verse böyle reklam yaptıramaz, siz kime hizmet ediyorsunuz!” diye yorum yapabiliyor, ki o haberdeki izlenimlerin hepsi seçim sonucunu bir hafta evvelinden öngörmüştü. Veyahut bazı HDP yöneticilerinin hoşuna gitmeyen bir habere bir başka takipçi “Amacınız partimizi yıpratmak mı? Bu haber kime/neye hizmet ediyor, cevap verin!” minvalinde sözlerle tepki gösterebiliyor. Yadırgatıcı olan 5N1K’dan ibaret bir haberin illaki birilerine “hizmet” aracı olduğuna dair ön kabul.
Bu tepkiler, saldırılar ciddi bir duruma işaret ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı toplumun farklı kesimlerini ötekileştiren söylemi nedeniyle en katı biçimde eleştirenler dahi suçladığı kişiye dönüşmüş durumdalar. Toplumdaki bu acıklı dönüşüm değil mi Muharrem İnce’nin kimi zaman Erdoğanlaşan tavrını alkışlatan, “dinsizin hakkından imansız gelir!” dedirten. İnce’nin seçim sürecinde gösterdiği performans herkesin kabulü. 50 günde 107 miting önemli bir işti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ınkine benzetilen üslubu ise ayrı bir yazının hatta doğrudan siyaset bilimi ve sosyolojinin konusu(!)
Bu seçime dair söylenmesi gerekenleri sırayla kayıtlara geçirmekte fayda var.