Infante’nin hafıza makinesi

Kapanda Üç Kaplan’ın yazarı Guillermo Cabrera Infante’nin Vefasız Peri romanı devrim öncesi Küba’da geçen bir aşkı anlatıyor. Roman, İtalyan edebiyatının ünlü isimlerinden Alberto Moravia sinemaya da uyarlanan bir eserini anımsatıyor.

Abone ol

Kübalı yazar  Guillermo Cabrera Infante’nin Vefasız Peri romanı Küba’yı değil bir aşkı anlatıyor. Devrimin hemen öncesinde, adeta ‘kaçarak (gizli)’ yaşanan bu aşk, pekala Havana yerine Paris ya da Londra’da da geçebilirdi. Yazarın, geçmişi kutsayarak başladığı romanında kıymetli olanın devrim öncesine gelmesi, eleştirel bir yaklaşım olarak da görülebilir. Zira inanılmaz bir coşkuyla anlattığı, benim artık sadece ‘geçmişe bir güzelleme’ şeklinde nitelendirebileceğim satırlarda devrim sonrası Küba’sına yer olmadığıydı. Tıpkı Kapanda Üç Kaplan’da olduğu gibi...

‘’Kuantum fiziğine göre geçmiş silinebilir ya da daha fenası değiştirilebilir. Geçmişimi saf dışı bırakmakla ya da en azından değiştirmekle ilgilendiğim yok. Bana o günleri yeniden yaşatacak bir zaman makinesi lazım. Bu makine hafıza. Hafıza sayesinde o mutsuz, bazen de mutlu zamanlara dönüp onları tekrar yaşayabiliyorum.’’

MORAVIA’NIN KÜÇÜMSEME’SİNİ ANIMSATIYOR

Infante’nin ‘hafıza makinesi’nden çıkanlar nedense daha ilk sayfalarından itibaren bana yoğun bir şekilde, Alberto Moravia’nın Küçümseme adlı romanını anımsattı.

Infante’nin romanı ölümünden sonra yayınlanmıştı ve hikayesini başlattığı tarih Küba devriminin hemen öncesi, yani 1957’ydi.

Moravia ise romanını 1954’te yayınlamıştı. Velhasıl, Infante’den çok önce yazmış, dokuz yıl sonra da Jean-Luc Godard tarafından sinemaya uyarlanmıştı.

HEDEF TAHTASINDAKİ SINIF

Moravia, geride bıraktığı eserler kadar faşizme karşı verdiği mücadeleyle de İtalya’nın kahramanlarından biri olarak bilinir. Onun bu romanında deyim yerindeyse hedef tahtası haline getirdiği orta sınıf ahlakı, dahası sadakat kavramıdır.

Belli ki Godard, romanı Nefret adıyla beyazperdeye taşıdığında bunlara özen göstermiş.

Ve filmin başrolünü de Brigitte Bardot’ya vermiş.

ROMANLARDA NE ANLATILIYOR?

Hızla özetleyecek olursak, her iki romanda da entelektüel bir adamın neredeyse hiç kitap okumamış, sözcükleri yanlış telaffuz eden ‘güzel’ kadınlara duydukları tutkulu aşklar anlatılıyor.

İki romanda da sadakat sorgulanırken, kahramanlarımız neredeyse benzer meslekleri yapıyorlar. Sadece bir fark vardır. O da Vefasız Peri’nin Estala’sı, yazarının kaleminde adeta ‘Cahil Peri’ye dönüşürken Moravia’nın romanında Emilia büyülü bir hüzün gibidir.

Infante, ‘’Beni kültürünle eziyorsun’’ diyen kahramanını kendisi hariç her şeye karşı sadakatsiz olarak niteler: ‘’En büyük sadakatsizliği sağduyuya karşıydı. Ya da daha doğru bir deyişle toplumsal çıkarlara, geleneklere.’’

Ona göre bu tavrın kaynağı bilgi değildir. Estela bir gençtir ve isyankardır. Hepsi bu.

Estela, kendisine tapan adamın sözcüklerle kurduğu hayatı sahici bulmadığı gibi cesur da bulmaz.

BÜTÜN KIZLAR BRIGITTE BARDOT

Infante, muhtemelen hem Moravia’nın Küçümseme romanından hem de 8 yıl sonra Godard’ın Nefret filminden çok etkilenmiş olacak ki, kendi romanında, ‘’Yemin ederim ki Brigitte Bardot’ya benziyordu. Ama hatırlayanlarınız çıkar, o yıl bütün modern kızlar Brigitte Bardot’ya benziyordu’’ diyecekti.

Romanında devrim öncesi Küba’da bir aşk hikayesini anlatan Infante, devrim sonrası Küba’nın Kültür Dairesi Başkanı olur ama Castro’yla anlaşamaz ve Belçika’ya elçi olarak atanır. Sonra da Londa’ya göçer ve ölümüne (2005) kadar orada yaşar. Hangi dilde yazdığını sorduklarında ‘Kübaca’ der.

Bu kısa biyografiyi şunun için yazdım: Birincisi, kendini bir ‘devrimci’ olarak gören yazarın bir başka devrimci yazarın kendinden önce yazdığı romanı okumaması, filmini izlememesi gibi pek bir şansı yok. Etkilenebilir de! Hatta daha da ileri gidip şunu da söyleyebiliriz: İyi eserlerin başka iyi eserler yazdırması kadar doğal ne olabilir ki?

İlginçtir, Infante romanında Odysseia’dan Adorno’ya sevdiği pek çok isme ve esere göndermede bulunur. Ama bu isimler arasında Moravia’nın hiçbir şekilde adı geçmez.

AYNAYA YANSIYAN GÖRÜNTÜ

İtalyan yazar romanına Küçümseme adını verirken, Kübaca yazan yazarsa kendi romanında şöyle der:

“Bana küçümsemeyle baktı ve küçümseye küçümsemeye tutuştu. Bakışını hiç beğenmedim. Acaba beni gerçekte nasıl görüyordu? Eğer kendimizi, başkalarının bizi gördüğü gibi görebilseydik, görüntü gerçek olmazdı, cehennemi olurdu. Elbette aynaya yansıyan görüntüden bahsetmiyorum. Ne de ister kıpırtılı ister hareketli olsun, fotoya yansıyan görüntüden. Mesele üçüncü boyuttaki görüntü, canlı ve birebir. O anda hologramı keşfetmiş olduğumu fark ettim.- ya da ben şizofrenin yarattığı bir varlıktım.”

Bedenin fetişleştirildiği Vefasız Peri’de, yazarın aşk dediği şey aslında yıllar sonra yani gelecekte yaşadığı özlemden başka bir şey değil...

Öyleyse kitabın başında olan, bir anlamda samimi itiraflar olarak okunabilecek satırların bize gösterdiği acaba şu mu oluyor: Aşk, bazen bedenlerin gölgesinde kalıyor, hatta ‘kelimelerle eziliyor’...

Infante, kahramanlarını öldüren (Alberto Moravia da dahil) birçok yazar gibi, devrimin kıyılarında yaşattığı bir aşkın kahramanlarını yine o kıyılarda sonsuzluğa uğurlarken anlama umudunu ise geleceğe bırakıyor.

Velhasıl geçmişin bütün kıymetine gelecekte ulaşılıyor.

‘’Hayat her zaman birinci tekil şahıstır, yine de herkes ‘sonunun’, sonun ne olacağını bilir.’’

* Unutmadan: Çiğdem Öztürk’ün İspanyolcadan çevirdiği roman, bana bir kez daha edebi bir metni çevirenin imzasının sadece o metnin künyesinde değil, metnin her sayfasında olabileceğini gösterdi. Zira Infante’nin romanında Yahya Kemal’in bir dizesine rastlamak başka nasıl açıklanabilir ki: ‘’Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.’’