Batı'nın demokrasisine çok hayranım. Mesela insanlar saraylar hakkında konuşabiliyor. Sadece siyasal konular da değil bunlar. Ne giymiş majesteleri ve kaça giydikleri bu şeyler? Yakışmış mı yakışmamış mı o da söylenebiliyor. Açıkça söylenebiliyor, demek istiyorum, yoksa elin ağzı torba değil büzesin, ‘ne rüküş’ diyor mesela zaten herkes, her yerde. Deme hakkı da tabii ki var, parasını onlar vermiş bir kere. Madenci metrelerce yerin dibinden kömür çıkarmış, işçi bantta önüne her gelen, her neyse- bitmek tükenmez- bir vidayı soldan sağa çevirerek sıkmış, öğretmen Wellington meydan muharebesini defalarca anlatmış ve sonucu hep aynı, vergici makbuzlarla kesmiş kellelerini bilhassa yoksulların, ordular insanlar öldürmüş, polisler toma toma ve çirkin zaten o kasklar her yerde, içinde bir şey yokmuş gibi gösteriyor uzaktan ve üstüne vurunca, boş bir ses çıkıyor nedense, gazeteciler yalanlar uydurmuş, kılıfları dar geliyor gerçeğe ve binlerce kravat bağlanmış, gömlek yakaları ütülenmiş, puf puf buharı çıkan ütülerle, irili ufaklı mühürler, mürekkep lekeleri devlet devlet, cüppeler ve politikacı züppeler, herkes ama herkes, o saray mensuplarının kıyafetlerini ilmik ilmik örmüş ve eh bırakın yani, yakışmadıysa da söyleyebilsinler değil mi?
Batı demokrasisi bundan mükemmel; saray hakkında dedikodu yapabiliyorsunuz. Yani yeni gelin, henüz lohusa yatağında bile değilken, başında beklenen çocuğun rengini konuşursanız, sizi de herkesin konuşabilme hakkı var. Saray katipleri bunu kınasalar bile, üstümüzde batmayan güneşi kıskandıkları için söylüyorlar demiyorlar ya da otobanları, en azından.
-Yoldan geçenlerden para toplayan gişeleri kırıyordu, 19. yüzyılda İskoçya’da, ‘Monica’nın kızları’-
Bir hegemonya vitrini olarak saray, madem ki gösterişli, bu temaşa hakkında en azından dedikodu hakkı var avamın. Son günlerde İngiltere’de insanların büyük bir keyifle yaptıkları şey bu. Sarayın kaynana-gelin, görümce-baldız, kayınpeder-damat gibi hısımlar ve sıhri hısımları arasında, kim kime ne demiş, nasıl demiş ve üstündeki ne öyle, pespaye, dudaklarında kinaye, kulak çınlatıp duruyorlar, iki bira yudumu arası. Galiba demokrasi bu.
Her ne kadar, İngiliz madenciler, özelleştirmeye karşı direndiklerinde, 12 işçi ölmüştü, 5 bin kişi yaralanmıştı ama bunu karıştırmayın.
-Cambridge’de sakallılar pub’ına gidiyorduk. Adı böyle değildi biz takmıştık. Gelenlerin çoğu sakal bırakmış İngilizlerdi ve o zamanlar pek sakal bıraktıkları yoktu onların. Erkek tuvaletinde pisuvarların üstüne bir yazı tahtası monte edilmişti, mavi ve kenarında bir tebeşir vardı. Tuvalete yazı yazmak istersen, oraya, tahtaya yazıyordun. Batı demokrasisi dendiğinde, hep bunu anlatıyordum-
Saray dedikoduları o kadar makbule geçiyor ki bu yarı açık cezaevi dünyamızda, bugünlerde. En azından bir işe yarıyor saray. Harçlıkları kesilmiş genç prensin mesela. Üzülüyor insan.
Bundan başka, sarayın en yararlı kullanımı, bir gösteri sırasında anarşistlerin bahçesine kenevir tohumları attıkları zamandı. Sırtını aristokrasiye dayayıp, büyüdü dişisi…
Bu arada, kraliyet ailesinin koyu ten endişesi ile 40 yıldır haksız yere cezaevinde yatan devrimci siyah lider Mumia Abu-Jamal’in ölüme terk edilmesi arasındaki şey, mesela Kürtler değil mi ve 21. yüzyılın nasıl bir çağ olduğunu anlatmıyor mu size?
Her neyse, ne güzel şey demokrasi ve dedikodu yapmak, hele de sarayın…