İngiltere’de bir İskoçya kralı: Macbeth ve James

İngiltere’de merkeziyetçi devlet ve mutlakiyetçi monarşinin ortaya çıktığı Tudor dönemi boyunca veraset sorunu rejimin en hassas noktasını oluşturdu. Aslında yaygın kanaate rağmen iktidarın intikali meselesi İngiltere monarşisinde yüzyıllar boyu ciddi bir sorun teşkil etti ve kralların haklarını Tanrı’dan aldığı iddiası bu soruna bir çözüm getirmedi. İktidar fetihle, darbeyle, doğumla ya da bir meclisin kararıyla hükümdarın eline geçebilirdi, geçti de.

Sinan Birdal sbirdal@gazeteduvar.com.tr

İskoçya kralı VI. James 1603’te kraliçe I. Elizabeth’in ölümü üzerine I. James olarak İngiltere tahtında oturdu. Böylece hükümdarlık Güller Savaşı (1455-1487) adı verilen bir iç savaşı sonlandıran Galler kökenli Tudor hanedanından İskoç kökenli Stuart hanedanına geçmekteydi. İktidar nispeten sakin bir şekilde el değiştirirken Tudor döneminin mezhep kavgaları, parlamento ve taç arasındaki gerilimleri ve toplumsal hareketliliğin tetiklediği sınıf çatışmaları devam etmekteydi. Bu siyasi fay hatlarına İngiltere ve İskoçya’nın aynı hanedanın hükümdarlığı altında fiilen birleşmesi de eklenince, netice tarihte eşine rastlanmamış bir siyasi devrim oldu. Shakespeare’le açılan 17'nci yüzyılda Inigo Jones mimariyi, William Dobson resmi, John Milton şiiri İngiltere’de yeniden tanımlayacak, Londra yeniden inşa edilecek, standart İngilizce İncil yayımlanacak, bilimsel-deneysel düşünce yeşerecek, cumhuriyet kurulacak, çökecek ve ilk defa insanın doğuştan gelen haklarından bahsedilecekti. 18'inci yüzyıla gelindiğinde parlamentonun üstünlüğü, modern partiler, başbakanlık, anayasal monarşi, hukukun üstünlüğü gibi birçok temel kurumuyla Britanya ya da Birleşik Krallık ortaya çıkacak ve iki yüzyıl boyunca dünya siyasetinde hegemonik bir güç olacaktı. Modern toplumun hikayesini Stuart dönemini incelemeden anlatamayız.

ÖKSÜZ VE YETİM

James 1566’da İskoçya’nın birbirine girdiği bir çağda doğdu. Henüz bir yaşına gelmeden babası Katolik Lord Darnley boğulmuş olarak ölü bulundu. Cinayetin şüphelilerinden annesi kraliçe Mary’nin Calvinist ve Katolik soyluların ortak hareketi sonucu tahttan indirilmesiyle James on üç aylıkken kral ilan edildi. 1568’de İngiltere’ye kaçan ve 1587’de Elizabeth tarafından idam edilen annesini bir daha göremeyecekti. Çocukluğunda sopa kullanmaktan çekinmeyen ve annesinden nefret eden Calvinist alim George Buchanan’ın disiplinine emanet edilmişti. (1)

1578’de James olgunluğa eriştiğini ve kişisel olarak yönetimi ele alacağını ilan ederek, naiplik yönetimine son verdi. Bu açıklamanın ilk sonucu naibin taraftarlarının yaşadığı Stirling Kalesi’ni basarak James’in yakın hizmetkarlarından birini öldürmeleri oldu. Aynı yıl kral olarak Edinburgh’ya girerken etrafında hiçbir aile üyesi yoktu. Sonraları “Annesiz, babasız, kardeşsizdim” diye andığı bu yıllarda Fransa’daki uzak bir kuzeni olan Lennox Dükü’nün yanına gelmesini sevinçle karşılamış olmalı. Ancak Lennox’ın, Mary gibi, İskoçya’yı Katolik Fransa’yla müttefik yapacağı korkusu hem devlete hakim İskoç Calvinistlerini hem de I. Elizabeth’i hamleye yöneltti ve Lennox sürgüne, James de ev hapsine zorlandı. Haziran 1583’te av sırasında kaçmayı başarsa da lordlar ve kiliseyi yöneten papazlardan (presbyteries) intikam alması mümkün olmadı. Kasım 1585’te yeniden lordlara tutsak düştü. Bundan sonra intikam değil, uzlaşma ve manevraya dayanan bir yönetim stratejisi benimsedi.

İktidarının kırılganlığını inkar etmek istercesine, James kralların Tanrısal haklarını resmi propagandasının temel iddiası haline getirecekti. Danimarka prensesi Anne’le evlendiği 1589’dan itibaren bir yandan soyluların isyanları, diğer yandan cadıların kendisine karşı yaptıkları büyülerle uğraşacaktı. 1597’de İblis Bilimi (Daemonologie), 1598’de Hür Monarşilerin Hakiki Kanunu (The True Law of Free Monarchies) ve 1599’da Kraliyet Hediyesi (Basilikon Doron) başlıklı kitapları yazarak meşruiyetini Tanrı’dan alan mutlak monarşiyi -hem soylulara hem papazlara hem de cadılara karşı- savundu. Lakin, 1600’de etrafındakilerin can verdiği yeni bir kaçırma girişiminin gösterdiği gibi, hiçbirini kontrol altına alamadı. Mayıs 1603’te dedesinin kuzeni Elizabeth’in ölümüyle nihayet İskoçya’dan İngiltere’ye, Güller Savaşı ertesinde soyluların da kilisenin de Tudorlar sultasında tahtın hakimiyetine girdiği bir ülkeye kral olacaktı.

REJİMİN TEMEL SORUNU: VERASET

İngiltere’de merkeziyetçi devlet ve mutlakiyetçi monarşinin ortaya çıktığı Tudor dönemi boyunca veraset sorunu rejimin en hassas noktasını oluşturdu. Aslında yaygın kanaate rağmen iktidarın intikali meselesi İngiltere monarşisinde yüzyıllar boyu ciddi bir sorun teşkil etti ve kralların haklarını Tanrı’dan aldığı iddiası bu soruna bir çözüm getirmedi. İktidar fetihle, darbeyle, doğumla ya da bir meclisin kararıyla hükümdarın eline geçebilirdi, geçti de. Ve her durumda sonucun Tanrı’nın iradesi olduğu öne sürüldü. (2)

Roma Kilisesi’nin otoritesini hiçe sayıp kendini hem devlet hem de kilisenin hükümdarı ilan eden VIII. Henry’nin başını en çok ağrıtan sorun verasetti. Bir oğlan ve peşi sıra gayrimeşru ilan edilen iki kız çocuğu olan Henry sorunu parlamentodan çıkarttığı bir yasayla halletti. Ancak bu yasalar Henry’nin kızları Katolik Mary ve Protestan Elizabeth’in gayrimeşruluğunu ortadan kaldırmamış, dolayısıyla hukuken meşru bir evlilik şartı koymamıştı. Sonuçta, 1066’da Hastings Muharebesi’yle İngiltere’yi fethedip tahta oturan Normandiyalı William da, Henry’nin babası VII. Henry’nin atası da gayrimeşruydu. Verasetin sadece Henry’nin iradesine bağlı olduğunu da söylemek mümkün değildi, çünkü yasa bir parlamento kararıydı. Yani, veraset “parlamentoda kral” (king in parliament) olarak tabir edilen taht ve meclisin ortak kararına dayanıyordu.

Veraset, çocuğu olmayan son Tudor hükümdarı Elizabeth’in de en temel siyasi sorunu oldu. Yıllar boyunca evlenmesi ve çocuk yapması için parlamento tarafından sıkıştırılan kraliçe yaşlandıkça meselenin gündeme tekrar gelmesini engelleyemedi. Sonunda 1571’de parlamentonun geçirdiği İhanet Yasası’yla (Treasons Act) “parlamentoda kraliçenin” veraseti uygun gördüğü biçimde düzenleme yetkisi olduğunu reddetmeyi ihanet suçu ilan etti. Böylece Elizabeth halasının torunu ve James’in annesi Mary’nin veraset hakkını kontrol etmeyi amaçlıyordu. VIII. Henry ölmeden önceki vasiyetinde (1546) kendi soyunun tükenmesi halinde tacın İskoç kralıyla evlenen ablası Margaret’ın Stuart soyuna değil, kızkardeşi Mary’nin Suffolk Dükü’nden olan çocuklarına kalmasını şart koşmuştu. 1571’de “parlamentoda kraliçe” Henry’nin vasiyetini de geçersiz kılıyordu. Bundan sonra ne Elizabeth ne de parlamentosu varisin kim olduğu sorusuna bir yanıt vermedi.

JAMES’İ KİM KRAL YAPTI?

Peki James nasıl tahta geçti? Kamuoyunda dolaşan çeşitli hikayelere göre ölüm döşeğinde kraliçeye varisinin James olup olmadığı sorulduğunda konuşma yeteneğini kaybetmişti. Kraliçe eliyle tacı simgeleyen bir hareket yaptı. Önce Fransa’yı mı, sonra İspanya’yı mı kastettiği soruldu. Bunlara eliyle hayır yanıtı verdikten sonra “İskoçya mı” sorusunu yine bir el hareketiyle cevapladı. Hikayenin aslı ne olursa olsun Elizabeth varisinin kim olduğunu açıklamamış, bunun ilanı kraliçenin konseyine kalmıştı. O halde kralı belirleyen konsey, hatta konseye hakim olan ve James’le gizlice yazışan sekreter Robert Cecil miydi? Monarşi kurumunun bütün ideolojik büyüsünü bozacak bu soru elbette asla açıkça sorulmadı. James bir yandan hükümdarlığın hem Tanrı’dan, hem soyundan geldiğini vurgularken, diğer yandan İskoç ve İngiltere krallarının adayı fetheden fatihler olarak kılıç hakkıyla yönettiğini iddia etti.

Ne var ki, arşa değen alegoriler iktidarın basit ve sıradan gerçeklerini değiştirmez. Nitekim, 1625’te James’in tahtına geçen I. Charles’ın veraseti Stuart hanedanındaki son krizsiz iktidar değişimi olacaktı. Bunu izleyen yüz yıl boyunca üç iç savaş çıkacak, bir kral idam edilecek (1649), bir hanedan devrimi (1688) ve bir hanedan isyanı (1715) patlak verecek, iki kral tahttan indirilecek, iki ara dönem yaşanacak ve üç kere parlamento veraset konusunu yasayla kontrol etmeye çalışacaktı. (3)

MACBETH: TİRANLARDAN TİRAN BEĞENMEK

William Shakespeare’in James’in tahta geçmesinden üç sene sonra 1606’da kaleme aldığı Macbeth oyunu dönemin rejim tartışmalarına önemli bir pencere açar. (4) İlk olarak 1526’da Hector Boece tarafından yazılan hikaye Stuart hanedanının kuruluşuna ilişkin bir efsaneyi dile getirir. Buna göre Macbeth ve Banquo doğaüstü güçlere sahip üç kadına rastlar. Kadınlar Macbeth’in kral olacağı, Banquo’nun ise kral olmayacağı ama geleceğin İskoç krallarının onun soyundan geleceği kehanetinde bulunurlar. Efsane Francis Thynne’in İskoçya Tarihi’yle (1577) İngiltere’de de dolaşıma girip yaygınlaşmıştır. 1605’te James Oxford Üniversitesi’ni ziyaret ettiğinde Dr. Matthew Gwinn efsaneyi konu alan Üç Sibyllalar adlı bir eserle kralın takdirini kazanmıştır. Boece’de, Thynne’de ve Gwinn’de kehanette bulunan kadınlar bazen yaşlı bilgeler bazen de Yunan mitolojisindeki nimflerdir. Bu haliyle efsane James’in tanrısal haklarını onaylar. Shakespeare’in oyununda ise kehanette bulunanlar -James’in önemli takıntılarından olan- cadılardır. Böylece yazar hanedanı doğrudan eleştirmez, ama Stuart rejiminin kökenindeki karanlık, tekinsiz bir noktayı öne çıkarır.

Shakespeare Macbeth’in dördüncü perde üçüncü sahnesinde siyaset kuramının en temel sorusunu ele alır: Meşru yönetim nedir? Bu sahnede Macbeth’in öldürdüğü kral Duncan’ın oğlu Malcolm ve ailesini katlettiği Lord Macduff İngiltere’deki sürgünde İskoçya’yı yeniden ele geçirme planları yapmaktadır. Malcolm Macduff’ı kendisini neden Macbeth’e tercih ettiğini anlamaya çalışan bir dizi soruyla test eder. Malcolm hırslarının ve şehvetinin sonu olmadığını söyler. Bütün soyluların toprakları, zenginlikleri, eşleri, kızları, hizmetçilerinin toplamı bile Malcolm’un tutkularını dindiremez. Bütün bunlara rağmen Macduff Malcolm’a sadakat gösterecek midir? Bir tiranı başka bir tirana tercih etmenin mantığı nedir?

Shakespeare I. James’in Hür Monarşilerin Hakiki Kanunu’nda savunduğu mutlak monarşinin tehlikelerini, suçlarını, günahlarını Malcolm’un ağzından ortaya döker. Macduff ise bir yandan Malcom’u sadık olacağına ikna etmeye çalışırken, diğer yandan düşkünlüğün kralları tahttan düşüren bir kusur olduğunu vurgular. Direnme hakkını dile getirmesine rağmen Macduff Malcom’a yine de geniş bir yetki alanı tanımaktadır. Seyirci açısından bu bir ölçüde anlaşılır bir durumdur, çünkü Macduff bütün ailesini öldüren Macbeth’ten intikam alma hırsıyla doludur. Sonunda Malcolm’ın ihtiraslarını lanetler, ülkesinin kadersizliğine dövünür. Shakespeare bu sahnede de kullandığı kaynaklardaki hikayeyi değiştirir ve iki karakter arasındaki diyaloğu bir çözümsüzlükle noktalar. Dolayısıyla soru doğrudan seyirciye yönelir: İktidarın haksızlığına, ahlaksızlığına, gözü dönmüş hırslarına nereye kadar tahammül edilebilir? Mutlak iktidar meşru mudur? Sorunun cevabını tiyatro veya siyaset teorisi değil, İngiliz Devrimi verecektir.

(1) James’in rahat okunan bir biyografisi için bkz.: Thomas Cogswell, James I: The Phoenix King, Londra, Penguin, 2019.

(2) Buradaki tartışma için bkz.: Howard Nenner, The Right to be King: The Succession to the Crown in England, 1603-1714, Londra, Palgrave Macmillan, 1995, ss.1-71.

(3) Nenner, The Right to be King, s.4.

(4) Peter C. Herman, “Macbeth: Absolutism, the Ancient Constitution, and the Aporia of Politics”, The Law in Shakespeare içinde, Contance Jordan ve Karen Cunnigham (Der), Hampshire, Palgrave Macmillan, 2007, ss.208-232.

Tüm yazılarını göster