İstanbul Seyrantepe'de mimarlık, tasarım ve sanatı buluşturan Adas, tartışmaları artarak süren genetiği değiştirilmiş organizmalar konusunu, Belçika'da yaşayan sanatçı Ali Cabbar'ın 'Monster' sergisi ile gündeme taşıyor
Eserlerinde bilgi ve ironiyi, eleştiri ve estetiği verimli bir seviye ile kucaklaştırmasını bilen sanatçı Ali Cabbar'ın, günümüz 'inorganik' dünyasının 'ölü doğa'sını yüzümüze vurduğu Monster - (ge.net.i.cal.ly.mod.i.fied)' isimli kişisel sergisi, İstanbul Seyrantepe'deki Adas isimli mimarlık, sanat, tasarım alanında açıldı. Baştan belirtelim, salı ve cumartesi günleri 11:00 ile 18:00 arasında ziyaret edilebilen, 10 Kasım'a dek açık kalacak sergi için Adas'a, en pratik şekliyle İstanbul metrosunun aktarmalı Seyrantepe çıkışından erişilebiliyor.
Yaşamını Brüksel'de sürdüren Cabbar, hatırlanacağı gibi son olarak 10 Nisan ve 10 Mayıs 2019 tarihleri arasında, Hırvatistan'ın Split kenti Güzel Sanatlar Müzesi'nde, Başak Şenova ile Branko Franceschi küratörlüğünde Dolapdere/Eldorado isimli bir sergi açmıştı. Etkinlik, İstanbul Dolapdere'de yaşanan kentsel dönüşümü, küresel bir bakışla ele almaktaydı. Sergi, günümüzde sanatın ve sanatçının soylulaştırmaya ve bölgesel ranta dair etkisini tartışmaya açıyordu.
Cabbar'ın bu yeni sergisi ise, teknik manâda sanatçının el yapımı paketleme, yerleştirme, ahşap ve kâğıt ile tuval üzerine baskı resimleri ile, tuval üzeri akrilik ve dijital baskı resim gibi türlü teknikteki işlerinin, bir harmanı. Dört yıl önce Amerikan Hastanesi Operasyon Odası isimli sanat mekânını kendisine mıntıka edinen, üç yıl önce ise 'Tipsiz' sergisiyle DEPO'da izlediğimiz ve değindiğimiz Cabbar, yeni sergisinde bu kez, gıda endüstrisi vesilesiyle üzerinde türlü biçimlerde oynanan sebze, meyve, et, süt veya tohumları, etkinliğin baş rolüne seçiyor.
İlk bakışta, plastik makyajının albenisi sebebiyle, yetişkinler ve çocuklar için hafife alınır bir oyun alanı gibi görünse bile, Monster sergisi, bunun tam tersine, temelinde tartışmalarına halen devam edilen genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) konusunu sanatın gündemine getirdiği için, son derece kaygı ve ciddiyetle kayda geçilmeyi hak ediyor.
Sergi, geçen hafta ekolojik bir uyarıcılık misyonuyla başlatılan 'Yedinci Kıta' temalı İstanbul Bienali'ne de bu yönüyle kavramsal bir dirsek atıyor. Yani serginin renkli, plastik 'kostümü', bir müddet sonra ihtiva ettiği istatistiksel ve bilimsel veriler sebebiyle kendinden soyunarak, bizleri güncel bir kâbusun tam ortasında, çırılçıplak ve mesul bırakıyor. Sergi hakkında bizlere verilen bilgiye dayanacak olursak, "Süpermarket raflarını plastik görünümlü tatsız meyve ve sebzeler dolduruyor. Et ve süt kaynağımız inekler, genetiği oynanmış mısır ile besleniyor. Milyar dolarlık biyoteknoloji devleri, tohum piyasasını tekellerine alarak, geleneksel tarım yöntemlerimizi yok ediyor. Genetiğini değiştirdikleri tohumlar, doğal ürünleri kirletiyor ve zararlı otları dirençli kılıyor. Ürettikleri zehirli kimyasallar yaban hayatına zarar veriyor ve su kaynaklarımızı kirletiyor."
İşte tam bu noktada kendisini Kafkaesk bir dünyada metamorfoza uğramış bir 'gıda tasarımcısı' olarak konumlandıran Ali Cabbar, ürkütücü sergisinde tazeliğinden ve renginden kaybetmeyen, raf ömrü uzun, kolay paketlenip taşınan, cazip görünümlü meyve ve sebzeleri 'kustururcasına' bir renklilik ve 'tazelik' içinde, gözümüze soka soka teşhir ediyor. Cabbar, bu konu hakkında düşünüp, üretmeye dile kolay 2000'den bu yana devam ediyor. Adas'tan öğrendiğimiz kadarıyla, araştırma temelli bu belgesel ruhlu kültürel ve görsel proje, aynı zamanda sanat tarihsel bir fenomen halini almış olan, hemen her plastik sanatçının kariyerinde bir biçimde hesaplaştığı 'Ölü Doğa'/'Natürmort' türüne de güncel bir yaklaşım sunuyor.
Sergide, Cabbar'ın 2001, 2003, 2007 ve günümüze uzanan birçok yapıtı, Adas'ın iki katına yayılıyor. Bunlar arasında, ilk katta dikkati en çok, sanatçı tarafından tasarlanan ve elde boyanan 240 parçalık ahşap, boya ve pleksiden oluşan 'Strawberry Fields'/'Çilek Tarlaları' isimli, 2007 tarihli yerleştirme ile, bu yıl ürettiği 'Acemiler için GDO Rehberi' - 'Amerikan Gotiği' dikkat çekiyor. Adas'ın birinci katında ise, Cabbar'ın özellikle merdivene konuşladığı 2003 tarihli 'Tasarımcı Meyveleri' poster desenleri ile, aynı tarih ve konudaki soyut desenler not edilebiliyor. Katın büyük alanına baktığımız zaman ise, 2003 tarihli GM Chilli Pepper adlı tuval üzeri akrilik yapıtını burada bilhassa not etmemiz gerekiyor.
Toplam 19 çalışmayı içeren Monster sergisi, plastik sanatın diliyle, giderek 'plastik'leştirilen 'doğa'mız ve onunla kurduğumuz etik, estetik ve ekonomik ilişkiyi eleştirel bir yaklaşımla yüzümüze vurması adına, önemli bir tecrübe olarak anılmaya değer görünüyor. İnorganik tarihimizin sanatını gözle görünür kılan sergi, halihazırdaki İstanbul Bienali ile gen-etik dert ortaklığı ile zamanlaması sebebiyle, tavsiye ve takdiri hak ediyor.