İnsan bir muamma

Norveçli yazar Per Petterson’un "Benim Durumumdaki Erkekler" romanı Metis Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kitapta, karşınızda bir kahraman yok, tüm yanlarıyla kesinlikli iyiden ve kötüden arınmış bir birey var. Böylece, yazar insan varlığının kusurlarını örtmek veya öne çıkarmak yerine onun muammasını hatırlatıyor.

Abone ol

Metin karakterlerini anlamaya çalışmanın, insanı anlamaya çalışmakla benzer bir yanı olabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle karakterlerin öne çıktığı, aklımda yer ettiği anlatıları biraz daha dikkatle okuyorum. Metin karakterlerinin yerleştirildikleri olaylar içine yaşadıkları; bocalamaları, serzenişleri, olduramayışları, aileyle, toplumla, kendileriyle hesaplaşmaları üzerine düşünmenin haz verici bir tarafı var. Çünkü karakterin benliği, gündelik yaşamda onu sunumu ve kendi başınayken takındığı tavır, hayatta kalma çabası varlığını sorgulayışı gibi konular metni enteresan boyutlara çekebiliyor. Terk edilme, bocalama, dünyaya uyumlanma veya ayrıksı tavır takınma, duygular, sıkıntılar bir metinde ne kadar iyi yansıtılırsa sanırım okur da o kadar çok metnin içine girerek onunla bağ kuruyor. Anlatılan hikâyenin insana dair ne söylediği önemli; böylece bir kitap sadece okunup, geçici hazlar alınıp bir kenara bırakılacak bir nesne olmanın ötesine geçiyor. Çünkü metindeki bir an yaşamın bir yerinden sizi yakaladığında aslında kendisini de hayatın akışına kabul ettirmiş oluyor, sizinle birlikte macerası devam ediyor.

Bunu başarabilen yazarlardan olduğunu düşündüğüm, Per Petterson’ın Benim Durumumdaki Erkekler kitabı, Metis Yayıncılık tarafından, Banu Gürsaler Syvertsen çevirisiyle basıldı. Ailesini bir kazada kaybettikten sonra eşinin çocukları alıp evi terk etmesiyle yaşamı daha da çekilmez hâle gelen bir karakterin, Arvid Jansen’in hikâyesi anlatılıyor kitapta. Metinde, yeni bir başlangıç yapmanın zorluğu, yalnızlık, bunalım, rutin bir yaşam ve yeniden ayağa kalkma çabası, denemeler, yanılmalar, bunaltı okuru çok sıkmadan zaman zaman ironik bir üslupla ele alınıyor.

BENLİĞİ GERÇEKLEŞTİRMEK

Arvid Jansen bir yazar, bu nedenle mi bilinmez onun yaşamı genellikle kafasında kurdukları üzerinden ilerliyor. Tüm karşılaşmalarda kafasındaki bir düşünce ile hareket ettiği için bazen içinde bulunduğu bir olayda gerçekliğin kaybolduğunu hissediyorsunuz. Petterson, okuru daha çok karakterin zihniyle oyalıyor diyebiliriz belki çünkü söylediğim gibi yaşananların o an yaşanıp yaşanmadığı bazen muğlak kalıyor. Karakterin zihni genellikle 'ben'e dönük ama kendisine dair de çok sözü yok, şöyle ki Arvid genellikle başkasının gözünden bakıyor. Mesela, bir mekânda karşılaştığı herhangi birinin onun hakkında ne düşündüğünü kafasında kuruyor, başkasının gözünde kendi yerini belirlemeye çalışıyor. Ayrıca başarısız bir profil Arvid, devamlı suçlu hisseden, en ilgisiz bir ayrıntıyı bile kendisiyle ilişkilendiren, sıklıkla eksik hisseden, kendini gerçekleştirememiş, babasını aşamamış ve bunun çelişkisi rüyalarına yansıyan, yaşamında en yakın hissettiği şey bir nesne olan (Mazda marka araba) anlaşılması zor bir karakter. Bu nedenlerle olsa gerek, sevdiğini düşündüğü insanlara başkaları yaklaştığında onları “öcüleştiriyor”. Örneğin; eşi Turid’in arkadaşlarını “renkliler” olarak tanımlıyor, onlara yukarıdan bakıyor ama içten içe hissettiğinin onlar gibi olamaması olduğunu seziyorsunuz. Kendi karanlığına karşı onların “hippi” yaşamına eleştirel yaklaşsa da, öyle olabilmeyi istediğini düşünüyorsunuz okurken çünkü birey için gruba dâhil olabilmek önemlidir. Oysa Arsen içine giremediği, eğlencelerine uzaktan tanık olduğu “renkliler” grubundan dışlandığını hissediyor ve bu nedenle onları “burjuva” olarak niteliyor. Bunun bir nedeni de karakterin onlarla gireceği etkileşimde kendi benliğini gerçekleştiremeyeceğine yönelik duyduğu kaygı olabilir, çünkü Mead’in de ifade ettiği gibi: “Benliği gerçekleştirmenin çeşitli yolları vardır. Bu toplumsal bir benlik olduğu için diğerleriyle ilişki içinde gerçekleştirilir. Dolayısıyla bu benliğe ait olmasını istediğimiz değerlerin diğerleri tarafından tanınması gerekir” (2017: 220). Arsen kendi değerlerinin, içinde olmak istediği grupta karşılık bulmayacağının kaygısıyla onlara karşı yargılayıcı bir tavır takınıp etkileşim kurmayı denemiyor. Bu nedenle eşi Turid’in onlarla mutlu olması ona kendi başarısızlığını hatırlattığı için olsa gerek olumsuz bir tavır takınıyor. Söylediğimiz gibi çoğu zaman sorumlu olarak kendini görse de bunun hatalarının üzerini kapatmak olduğunu da fark ediyorsunuz, eşinin gidişinin ardından yaşadığı yıkımda, geceleri arabada uyumasını bir şekilde mazur gösterip, Turid’i “renklilerin” çaldığını düşünmesinin başka açıklamasını bulamadım.

Benim Durumumdaki Erkekler, Per Petterson, Çevirmen: Banu Gürsaler Syvertsen, 256 syf., Metis Yayıncılık, 2020.

GÖZDEN ÇIKARILMIŞ OLMA HİSSİ

Arvid karakteri üzerine düşündüğümde, onun tavırlarının herkes tarafından gözden çıkarıldığını hissetmesi ile ilgili olabileceği sonucuna vardım. Kafka’nın “Açlık Sanatçısı” öyküsünde panayırlarda açlık gösterisi yapan, şöhretli zamanlarında ilgi odağı olması nedeniyle bunu arzulayan ancak gözden düşünce bir kenarda ölüme terk edilen karakterin durumunu hatırlattı bu bana. Çünkü eşinin terk edişinin ardından çocukları tarafından da çok umursanmadığını fark eden bir kişi Arvid, eski günlerindeki saygınlığını kaybetmiş, yazı masasından uzaklaşmış, yeni bir ilişkiye başlamak istese de bir türlü başarılı olamayan, terk edilmeyi içine sindiremediği için geçmişle yaşamak dışında bir alternatif bulamayan, gittikçe dibe batan ve her şeye yabancılaşan, hissizleşen bir özne… Petterson, metinde karakterin dönüşümünü iyi işliyor ve bunu yaparken kurduğunuz bağı tek bir duyguyla açıklamanızın önüne geçiyor. Karakter ile empati kurup ona acıdığınız kadar kızıyorsunuz da. Karşınızda bir kahraman yok, tüm yanlarıyla kesinlikli iyiden ve kötüden arınmış bir birey var. Böylece, okurun da tarafı belirsizleşiyor yazar insan varlığının kusurlarını örtmek veya öne çıkarmak yerine onun muammasını hatırlatıyor.

KAYGILI BENLİKLE VARLIK ÇABASI

İnsan kendisiyle yüzleşemedikçe sorunu hep çevresinde ve başkasında aramaya başlar. Arvid de hayatıyla arasını düzeltemedikçe, tutunamadıkça, yalnızlaştıkça, uyum sağlayamadıkça dünyadan uzaklaşıyor ve kaygılı bir benlikle varolmaya çalışıyor. Aslında onun kaygısı yeni değil anladığımız kadarıyla, çocukluğu ve babası ile ilişkisi onun bu halinin sebeplerinden biri olabilir çünkü çocukken babasının gösterdiği bir tablodan ve sonrasında rüyalarını etkilemesinden şöyle bahsediyor: “İnsanların çevresi yüksek duvarlarla çevriliydi, hiçbir yere kaçamıyorlardı ve vahşi hayvanlar onlara saldırıp parçalıyordu. Vahşi hayvanları ceza olsun diye Tanrı göndermişti. Rüyalarımda kendimi hep orada, o insanların arasında, vahşi hayvanların önünde görürdüm. Beni yerlerdi. Tanrı böyle istemişti.” Kendine güvensiz, kaygılı ve bu nedenle çevresini sürekli düşman olarak algılamasının onun çocukluğundan kalma saplantılarıyla da ilişkisi kurulabilir. Bundan dolayı hayattaki başarısızlığının altında hep başkalarını suçlama, kendini suçluyormuş gibi görünüp aslında başkasını sorumlu tutma, cezalandırılıyormuş gibi hissetme tavrı böylece anlaşılır olabilir. Ayrıca kaygı, çoğu zaman kişinin hayattan tatmin olamadığı anlarda ortaya çıkar ve açıkçası Arvid’in anlatı boyunca hayatından çok da haz aldığı söylenemez. Bu kaygılı hâl onu kararsız, hiçbir konuda sonuna kadar gidemeyen biri hâline getirirken, onun hevesle bile başlasa yarı yoldan dönmesinin de sebebi. Böylece söyleyebiliriz ki özne kendisiyle sorununu çözemediğinde, başka ile olan ilişkisi de çıkmaza giriyor. En yakınında olanla bile bağı kopuyor. Çünkü insanın tüm bunları gerçekleştirebilmesi için öncelikle hayata karşı istek duyması gerekiyor; hayata hayır demek tüm ilişkilere, karşılaşmalara, etkilenmelere de hayır demek anlamına geliyor ki karakterin böyle bir yanı var.

ARVID JANSEN BİR 'YABANCI' MI?

Per Petterson metin boyunca şarkılara, kitaplara gönderme yapıyor. Bazı metinlerde bunun yoran bir şey olduğunu düşünsem de yazar bunu kurguya yedirebiliyor fikrimce. Örneğin, bu göndermelerden biri Nietzsche’ye dair anlatılan ata sarılıp ağlama hikâyesi. Buna göre Nietzsche sahibi tarafından kırbaçlanan bir at görür ve atın boynuna sarılıp ağlamaya başlar. Kitapta bana bunu hatırlatan bir sahne yaşanıyor. At kırbaçlanmıyor ancak Arvid ile ortak bir yanı var, soğuk bir havada ıssız bir yerde yapayalnız... Bu sahne şöyle anlatılıyor: “Ne yapıyorsun burada diyorum, sakin bir sesle, at yerinden kıpırdamıyor, soluk alıp vermeye devam ediyor, başını iki yana sallıyor ve karda kendisine doğru yaklaşan adama bakıyor. Yanına kadar gidiyor ve elimle gıdısını okşuyorum, bunu pek seviyor ve başını havaya kaldırıyor, ben de boynunu defalarca okşuyorum. Eriyen karla ıslanmış sırtına koyuyorum elimi ve alnımı omzuna yaslıyorum, önce hafifçe dayanıyorum sonra tüm ağırlığımla yaslanıyorum öyle ki at kıpırdasa yere düşeceğim, ama yerinden kıpırdamıyor. Burnumu tüylerinin içine gömerek ağlamaya başlıyorum zira yüreğime dokunuyor bu yumuşacık tüylü at, ortak bir yanımız var, diye düşünüyorum…” Açıkçası kitabın bu bölümüne kadar Arvid’in “yabancı” olarak değerlendirilebilecek bir karakter olduğunu da düşünüyordum ancak buradaki sahne onun yalnızlığını bu kadar açık ifade edebilmesi hâlâ canlı hislerinin olduğunun göstergesi gibiydi ve kitabın en etkileyici bölümlerinden biriydi. Atmosfer okurda karşılık buluyor ve karaktere karşı hissiniz acımaya dönüşüyordu. Bu da bahsettiğimiz Petterson’ın yarattığı karakterin tek biçimli olmadığının bir başka yansıması olarak karşımıza çıkıyor.

Per Petterson’ın Benim Durumumdaki Erkekler kitabının sadece başkarakteri üzerinde dursam da yan karakterler, olaylar ve hissettirdikleri bakımından son dönem okuduğum romanlar içerisinde ayrı bir yeri oldu bende. Özellikle insanı tüm çıplaklığıyla ele alan yanı etkileyiciydi. En azından dünyanın çetrefilinden biraz olsun uzaklaşmak isteyen okur için iyi bir kaçış olabilir.

KAYNAK

Mead, G., H., (2017) Zihin, Benlik ve Toplum, (Çev. Yeşim Erdem), Ankara: Heretik.