İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin 70. yılı: İnsan haklarını yeniden düşünmek için bir davet
Gazete Duvar’da bugün ilkini okuyacağınız yazı dizisiyle, sizleri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin (İHEB) 70'inci yılında insan haklarının temel kavramları ve bunların günlük yaşantılarımızdaki karşılıkları üzerine yeniden düşünmeye davet ediyorum. Bunca kriz, adaletsizlik, zorluk ve felaket içinde sırası mı bu davetin, diye düşünenlere İHEB’in ilan edildiği zamanlara dönüp bakmalarını öneriyorum.
Mehmet Onur Yılmaz*
Bundan tam 70 yıl önce, tam da bu günlerde, insanlık ailesi Hindistan’da Gandhi’nin öldürüldüğü, Ortadoğu’da Arap İsrail savaşının, Avrupa Amerika ekseninde Soğuk Savaş'ın en şiddetli zamanlarının yaşandığı, pek çok ülkede askeri darbelerin birbirinin peşi sıra gerçekleştiği, küresel olarak olanca ekonomik zorlukla boğuşulduğu bir ortamda, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda üye ülke temsilcileri önlerine gelen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başlıklı taslak bir metin üzerine tartışıyorlardı. İki yıla yakın bir zaman alan hazırlığından sonra metne son halinin verilmesi yaklaşık üç ay daha sürdü ve 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu salonunda bulunanlar insan haklarını BM için bir yol haritası olarak belirleyen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni (İHEB) ilan ettiler.
Gazete Duvar’da bugün ilkini okuyacağınız yazı dizisiyle, sizleri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 70'inci yılında insan haklarının temel kavramları ve bunların günlük yaşantılarımızdaki karşılıkları üzerine yeniden düşünmeye davet ediyorum. Bunca kriz, adaletsizlik, zorluk ve felaket içinde sırası mı bu davetin, diye düşünenlere İHEB’in ilan edildiği zamanlara dönüp bakmalarını öneriyorum. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin en önemli mesajı, belki de, ilan edildiği zamanda gizlidir: En zor zamanlarda bile dünyayı değiştirecek eylemlerin mümkün olduğunun kanıtı gibidir, bildirge.
İkinci Dünya Savaşı felaketinin yıkıntıları üzerine yeni bir dünya kurma fikriyle bir araya gelen iki dünya savaşı görmüş nesillerin çoktan geride kaldığı, İkinci Dünya Savaşı'nı hatırlayan nesillerin ise neredeyse tümüyle aramızdan ayrıldığı doğal döngüde, İHEB’i akıl edenlerin, yazanların, ilan edenlerin ortaya koydukları ideal ve sahip oldukları motivasyon da zihinlerden siliniyor. Başka türlü, eşitliğe karşı ırkçılığı, barışa karşı savaşı, yaşam hakkına karşı ölümü kutsamak ve öldürmeyi savunmak nasıl bu kadar sıradanlaşabilir ve kolay olabilirdi? İşte tam da bu sebeple, insan hakları üzerine düşünmek ve unuttuklarımızı hatırlamanın tam sırası… Haydi başlayalım!
“Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar”.
İnsan hakları fikrinin tarihsel gelişiminde en önemli anlardan birisi, hiç şüphesiz, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin bu ilk maddesinin, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler(BM) Genel Kurul’unda okunmasıyla başladı. İHEB, her ne kadar İkinci Dünya Savaşı'nda yaşananların tekrar etmemesi isteğinin bir sonucu olarak gündeme gelmişse de bununla sınırlı değildi, çok daha fazlasıydı.
İlk olarak 1946’da, BM Genel Kurulu'nda, BM Tüzüğü’nü insan haklarının nasıl korunacağı konusunda geliştirmek için bir yol haritası ihtiyacına karşılık gündeme gelen ve Temel İnsan Hakları ve Özgürlükleri Bildirgesi olarak adlandırılan taslak metin, ilk toplantısını 1947’de yapan 18 kişilik bir komisyona emanet edilmiş ve bu komisyon tarafından olgunlaştırılarak Eylül 1948’de taslak olarak BM Genel Kurulu'na sunulmuştur. Bu aşamadan sonra metnin son halinin yazımına 50 üye ülke temsilcisi katılmıştır. Son hali verilen metin nihayet 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu'nda, okunmuş ve Genel Kurul'un 217 A (III) no'lu kararıyla kabul edilmiştir.
Genel Kurul salonunda bulunan 50 üye ülkenin 41’i kabul yönünde oy kullanmış, sekiz ülke çekimser kalmış ancak karşı oy vermemiştir. İlk oylamada yer almayan Kanada daha sonra kabul yönde oy verdiğini bildirmiştir. Çekimser kalan sekiz ülke şöyledir: Belarus, Polonya, Çekoslovakya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Ukrayna, Yugoslavya ve Sovyetler Birliği. Çoğunluğu Sovyet Bloku'nu temsil eden bu ülkeler sonraki yıllarda Ekonomik ve Sosyal Haklar Sözleşmesi ile Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesi hazırlık süreçlerine aktif bir şekilde katılarak insan hakları kültürünün Soğuk Savaş üstü evrensel bir konuma taşınmasına katkı vermişlerdir. Zaten, Soğuk Savaş sözlüğünde BM Genel Kurulu'nda Sovyet Bloku'nun verdiği çekimser oy bildirgeye dolaylı ama açık bir destek anlamına gelmekteydi. Unutmadan not edelim: Türkiye, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni 10 Aralık 1948’de kabul eden ve son taslağın yazımında görev alan ülkelerdendir.
Bildirgenin önemini ve yarattığı heyecanı anlamak için yazımında görev alan komisyonun üyelerine kulak vermek yeterli. Bildirgenin yazımından sorumlu komisyonun 18 üyesinden biri olan Şili delegesi Hernán Santa Cruz, bildirgenin BM Genel Kurul salonunda okunduğu anı şöyle anlatıyor:
“O an, gücünü dünyaya hakim olanların kararlarından değil, insanın insan olarak var olduğu gerçeğinden alan, insanın yüksek değeri üzerine bir uzlaşıya varıldığı, benzersiz, tarihi bir olaya şahitlik ettiğimi fark ettim. İnsanın devredilemez olan, yokluk ve zulümden bağımsız olarak yaşama hakkının ve kendini tam olarak gerçekleştirme hakkının kaynağı olan değer de tam olarak buydu. Genel Kurul salonunda, orada bulunan her ırktan ve ulustan kadınlar ve erkekler arasında, benzerini hiçbir uluslararası toplantıda görmediğim çok içten bir dayanışma ve kardeşlik atmosferi vardı”
Metnin 1948’de ilan halinden önceki son taslağını yazan Fransa Delegesi René Cassin ise 1968’de Nobel Barış ödülünü alırken yaptığı konuşmasında, 1940’a kadar kölelik belasına ve köle ticaretine karşı gelişen ve sonuçta işçi hakları etrafında dönen insan hakları mücadelesinin geç de olsa, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’yle, insanların tüm haklarına ve tam olarak sahip olmadan kendilerini ne fiziksel ne ahlaki ne de entelektüel olarak gerçekleştirebileceği ilkesinin benimsendiği, yeni bir aşamaya geçtiğini vurgular.
Evrensel Bildirge'nin diğer insan hakları belgelerinden en önemli farkı BM’nin tüm insan hakları hukuku manzumesi içinde insan haklarının ne olduğunu, insan hakları fikrinin temelindeki düşüncenin ne olduğunu (sadece insanların haklarının neler olduğunu değil!) belirten tek metin olmasıdır. Üzerine binlerce tez ve kitap yazılan insan hakları fikri bildirgenin birinci maddesinde çok ustaca özetlenmiştir.
Bir sonraki yazıdan itibaren İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni, ilk maddesinden başlayarak irdelemeye, insan haklarının her birimizin yaşamındaki etkisini ve bugün ne ifade ettiğini anlamaya çalışacağız.
Bitirirken, başta yaptığım davete bir de çağrı eklemek istiyorum. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 70 yılında insan hakları üzerine düşünmek için yaptığım davet ilginizi çekiyorsa lütfen, sorularınızla siz de dahil olun. İnsan haklarının temel kavramlarıyla ilgili sorularınızı onur.yilmaz@amnesty.org.tr adresine göndererek siz de bu düşünce serüveninde bana katılabilirsiniz.
*Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi İnsan Hakları Eğitimi Programı Koordinatörü