İnsan hakları savunucuları Diyarbakır, İzmir, Hakkari ve Hatay'dan seslendi
İnsan hakları savunucuları 10 Aralık İnsan Hakları Günü'nde pek çok şehirde açıklama yaptı: "Cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarına saygıyı yükseltmeye devam edeceğiz."
DUVAR - 10 Aralık İnsan Hakları Günü dolayısıyla açıklama yapan insan hakları savunucuları ve hukukçular, Türkiye'de yoğun insan hakkı ihlallerinin 2021 yılında da yaşanmaya devam ettiğini belirterek, hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak için mücadeleyi sürdüreceklerini vurguladı.
İZMİR'DEN SESLENDİLER: İNSAN HAKLARINDA ISRARCIYIZ
İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Hak İnisiyatifi, İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), İnsan Hakları Gündemi Derneği, Halkların Köprüsü Derneği, İmece Dostluk ve Dayanışma Derneği, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 73'üncü yılı dolayısıyla basın açıklaması düzenledi. Alsancak'ta bulunan 10 Ekim Anıtı önünde düzenlenen açıklamada "Kriz, pandemi, OHAL koşullarında insan haklarında ısrarlıyız" yazılı pankart taşınarak, sık sık "İnsan haklarıyla insandır", "Susma sustukça sıra sana gelecek" sloganları atıldı.
'BARIŞ, ADALET, EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ MÜCADELESİNİ SAVUNMAYA DEVAM EDİYORUZ'
Kurumlar adına yapılan ortak açıklamada, Covid-19 pandemisinin yol açtığı küresel krizin etkilerinin hala devam ettiği belirtilerek, bu koşullarda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde belirtildiği gibi barış, adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesini savunmaya devam ettikleri ifade edildi. İnsan hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul ve ilan edildiği Birlemiş Milletler'in (BM), İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha asla yaşanmaması için, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edildiği hatırlatılan açıklamada, bugün gelinen noktada ise bu ideallerin çok gerisinde kalındığını kaydedildi.
Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzenin hâlâ kurulamadığı belirtilen açıklamada, “Maalesef BM, varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Gelinen aşamada güçlü devletlerin bir araya gelerek oluşturduğu çıkar ilişkileri, askeri ve ekonomik birliktelikler, insanların hak ve özgürlüklerini kullanmalarının önünde birer engele dönüşmüştür” denildi.
'ÜLKE OHAL REJİMİ İLE YÖNETİLİYOR'
Küresel salgının daha da derinleştirdiği kriz halinin, Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşandığı ifade edilen açıklamada, ülkenin 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık, süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetildiği dile getirildi. Bu durumun siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ilkesinin terkedilmesine, böylece hem hukukun hem de kurumların baskıcı rejimin birer “aracı” haline getirilerek keyfiyetin ve bilhassa da belirsizliğin kamusal alana hakim kılınmasına yol açtığı söylenen açıklamada, siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren politikaları sonucunda 2021 yılında ülkede yüksek sayılarda yaşam hakkı ihlalleri yaşandığı belirtildi.
'2021 YILINDA YOĞUN HAK İHLALLERİ YAŞANMAYA DEVAM ETTİ'
Anayasa’nın ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusunun 2021 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olduğu vurgulanan açıklamada, hapishanelerin ise bugün Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolduğu kaydedildi.
2021 yılının bir önceki yıl gibi toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü açısından kısıtlama ve ihlallerin kural, özgürlüklerin kullanımının ise istisna olduğu bir yıl olduğu ifade edilen açıklamada, insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin çok sayıda üye ve yöneticisinin gözaltına alınarak tutuklandığına da dikkat çekildi. Kürt sorununun, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en temel engellerden biri olarak varlığını koruduğu da hatırlatılan açıklamada, sorunun barışçıl, demokratik ve adil çözümüne yönelik esas olarak iktidar tarafından içtenlikli, bütünlüklü adımların atılmadığı vurgulandı.
'İNSAN HAKLARINA SAYGIYI YÜKSELTMEYE DEVAM EDECEĞİZ'
Siyasi iktidarın oluşturduğu insan hakları eylem planları ve yargı alanında reform söylemlerinin ise bu tablo altında gerçekleşebilecek vaatler olarak gözükmediği belirtilen açıklamada, son olarak şu ifadelere yer verildi: “Gerçekten insan haklarına olan saygıyı yükseltmek ve reform yapılmak isteniyorsa kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı yeni ve demokratik bir anayasanın yapılması ve geçmişle yüzleşmeyi sağlayacak gerçek bir çatışma çözüm sürecine girilmesi bir zorunluluktur. Bu adımlar atılmadan yapılacak şey reform değil, ancak uluslararası taleplere cevaben yapılan bir vitrin düzenlemesi olur. Son söz olarak; var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlalleri belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, böylelikle önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarına saygıyı yükseltmeye devam edeceğiz”
DİYARBAKIR: BARIŞ HAKKINI SAVUNUYORUZ
Diyarbakır'da da İnsan Hakları Haftası için açıklama yapan İHD, THİV, Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Tabip Odası, “insan onuruna uygun bir yaşam temenni ediyoruz” dedi. İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği, Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Tabip Odası, 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında Koşuyolu Parkı'nda bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde basın açıklaması yaptı.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kabul edilişinin 73. yılında, “İnsan haklarıyla insandır” sloganıyla yapılan açıklamada, insan hakları mücadelesinde yaşamını yitirenler hatırlatıldı. İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdullah Zeytun, 2022 yılında temel insan haklarını kapsayan birçok meselenin çözülmek bir yana, artarak devam ettiğini, mücadelenin zorlaştırdığı kadar değerinin de büyüdüğüne dikkat çekti.
Demokrasinin ve insan haklarının, ağır tehditlere maruz bırakıldığı ve bu değerlerin neredeyse hiçleştirildiği zor bir dönemden geçildiğine vurgu yapan Zeytun, “Özellikle son 6 yılı kapsayan silahlı çatışma ortamında tablo çok ağır hak ihlalleri içermektedir. Bu ağır hak ihlalleri gerçeği karşısında çözüm yeniden bir barış sürecinin inşasıdır. Bu vesile ile insan hakları savunucuları olarak Kürt sorunun gerçek bir çatışma çözümü eksenli, demokratik müzakere ve diyalog mekanizmaları ile çözülmesi yönündeki çabamızda ısrar ediyor, barış hakkını savunmaya devam ediyoruz. Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunun en büyük halkası olan Kürt meselesi geniş katılımlı, toplumsal uzlaşı ve barış arzusuna dayanan bir çözüm sağlanmalı ve toplumun barış hakkı sağlanmalıdır. Kürt meselesi, yalnızca Kürt halkının haklarının tanınması ve özgürlüklerinin korunmasının yanı sıra; Türkiye’deki tüm insanların doğrudan veya dolaylı sosyopolitik, kültürel, ekonomik ve birçok diğer temel hakkını da etkilemektedir. Bu sebeple toplumun tüm kesimleri tarafından da sahiplenilmeli, hak ve özgürlükleri tanıyan, adalet temelli yeni bir toplumsal sözleşme kurulmalıdır” dedi.
'OHAL DEVAM EDİYOR...'
OHAL uygulamalarının fiili olarak devam ettirilerek etkileri ve ağır sonuçlarının toplumsal hayatta derinlemesine hissedildiğini belirten Zeytun, “Temel hak ve özgürlükler, iktidarın otoriter politikaları ve siyasi vesayet altına girmiş yargının kararlarıyla adeta yok edilmeye çalışılmaktadır. Şiddet ve baskıya dayalı yöntemler ve politikalar uygulandıkça birçok alanda ihlallerin arttığı gözlemlenmektedir. Muhalif kesimlere yönelik, özellikle Kürt siyasetçi ve hak savunucularına yönelik baskı politikaları hız kesmeden devam etmektedir. Soruşturma ve kovuşturma yargılama sonucu beraat veya takipsizlik kararına rağmen eğitimciler kamu görevlerinden ihraç edilmiş, barış için yıllardır mücadele eden annelere ceza verilmiş, HDP’ye açılan kapatma davası bu politikanın son halkası olmuştur. OHAL uygulamaları, olağanüstü dönemlerde uygulanan istisnai bir yöntem olmaktan çıkmış ve artık devletin olağan uygulamaları haline gelmiştir. En temel hakların kullanımında bile insanların tereddüt ettiği bir baskı rejimine dönüşen OHAL uygulamaları; adil ve demokratik bir devlet olmanın gereği olarak terk edilmeli ve demokrasi işletilmelidir. Hiçbir yargı sürecine tabi tutulmadan; idari kararlarla görevlerinden ihraç edilen herkes işlerine iade edilmelidir. Unutulmamalıdır ki; işten ihracı gerektiren bir suçun varlığı halinde zaten mevcut genel yargı sistemi bu konuda görevlidir, ancak KHK rejimi devletçe muhalif veya istenmeyen kişilerin kamu dışına itildiği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmış ve idari kararlarla işlerinden edilen kişiler Yargı makamlarının By-Pass edildiği OHAL Komisyonunun gerekçesiz kararlarıyla tamamen mağdur edilmiştir. Bu uygulama derhal son bulmalı ve idari dayanaklarla ihraç edilen herkes işlerine döndürülmelidir” şeklinde konuştu.
'HASTA MAHPUSLAR TAHLİYE EDİLMELİ'
Sağlık hakkının en temel hak olan yaşama hakkının güvencesi olduğunu vurgulayan Zeytun, bu hak kapsamında hasta kişilerin tedavi görmelerinin engellenmesinin yaşam hakkına doğrudan müdahale olduğunu söyledi.
Zeytun, “Mahpusların sağlık ve tedavi görme hakları ise, İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonunun 2021 yılı verilerine göre en az 604 ağır olmak üzere 1605 hasta mahpus bu haklardan yoksun şekilde hapishanede tutulmaktadır” bilgisini verdi.
Hasta mahpusların nitelikli sağlık hizmetine erişim haklarının devlet tarafında ihlal edildiğini ve hapishane sürecinin mahpuslar açısından sürekli bir işkenceye döndüğünü belirten Zeytun, “Hasta mahpuslar hapishaneye konulma gerekçeleri ve yargılandıkları kanun maddelerine bakılmaksızın derhal serbest bırakılmalı; tedavileri bir an önce gerçekleştirilmelidir. Son günlerde kamuoyuna yansıdığı üzere, sağlık durumu endişe verici seviyeye gelen Kandıra Kadın Kapalı Hapishanesinde kalan Aysel Tuğluk şahsında tüm hasta mahpusların serbest bırakılarak tedavilerinin gerçekleştirilmesini talep ediyoruz” şeklinde konuştu.
'TECRİT SÖZLEŞMELERE AYKIRI'
“Hapishanelerle ilgili bir diğer önemli ihlal konusu ise, İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a ve diğer 3 siyasi mahpusa yönelik tecrit uygulamalarıdır” diyen Zeytun, açıklamanın devamında şunları söyledi: “Hapishanelerdeki tecrit başta olmak üzere meydana gelen kategorik hak ihlalleri BM Mandela Kurallarına, CPT tavsiyelerine ve 5275 sayılı İnfaz Kanunu’na aykırıdır. Hapishanelerde kişiye özgü uygulamaların, insan hakları anlayışı ve insancıl hukukla bağdaşmayan bir durum olduğunu, tecrit ve izolasyonun ulusal ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu belirterek bir an önce yasal olmayan bu uygulamaya son verilmeli, gerek avukat gerekse aile görüşleri yaptırılmalıdır.”
'SÜRGÜN VE İŞKENCE ARTTI'
“Artarak devam eden hapishanelerdeki hak ihlalleri 2021 yılı başında çıkarılan yönetmelikle ve İdari uygulamalar neticesinde artış gösteren başta sürgünler ve işkence olmak üzere, pek çok konuda meydana gelmektedir” diyen Zeytun, Çıkarılan yönetmeliklerle ile süregelen infazdaki adaletsizlik derinleştirilmiş, idari gözlem kurulu raporuna istinaden cezasının infazını tamamlamış mahpuslar keyfi idari kararları ile cezaevinde tutulmaya devam edilmektedir” dedi.
Hapishanede ve gözaltına alma süreçlerinde yaşanan hak ihlallerine dikkat çeken Zeytun, konuşmasına şöyle devam etti: “Bu durumun anayasanın kanunilik ilkesine aykırı olduğunu kişi özgürlüğü ve güvenliğe hakkının ağır ihlali olduğunu belirtmek istiyoruz. Hakların eşit ve ayrımsız bir şekilde yerine getirilme sorumluluğunu bir kez daha hatırlatıyoruz.
İşkence ve kötü muamele, temel bir insan hakkı ihlali olmasına rağmen günümüzde çokça ve sistematik bir biçimde uygulanmaya devam etmektedir. Özellikle gözaltı işlemi esnasında, eylem ve etkinliklere müdahale edilme aşamasında, yasadışı gözaltı işlemi ile ifade alınma, hapishanede çıplak arama gibi çeşitli işkence ve kötü muamele uygulamaları etkin soruşturulmamakta; failler caydırıcı bir yargı süreci ve cezalandırılmaya tabi olmamaktadır. Bu ise artık bir devlet politikası haline gelen cezasızlığın potansiyel failleri cesaretlendirmesine sebep olmaktadır. İşkence insanlığa karşı bir suçtur ve bu suçlarda zamanaşımı işlememektedir. Devlet tüm işkence faillerini etkin bir yargı sürecine tabi tutarak cezalandırmalı ve işkencenin önüne geçecek uygulamaları derhal devreye sokmalıdır.
Bir dönemin devlet politikası haline gelen gözaltında zorla kaybedilmeler ve faili meçhul cinayet vakaları gibi insanlığa karşı suçlar yönünden de geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleşmemiştir. Basına ve kamuoyuna yansıyan ve tekrardan gündeme gelen, uzun yıllardır biz insan hakları savunucularının dile getirdiği devlet yetkilileri eli ile işlenen ağır suçlara, insan hakları ihlallerine ilişkin açıklamalara ve beyanlara dikkat çekmek isteriz. Devlet, topluma ve kayıp yakınlarına olan özür borcunu en başta bu olayları aydınlatarak ve failleri cezalandırarak ödemelidir. Bu konuda kayıp yakınları ve hak savunucularının yıllardır kararlılıkla sürdürdüğü hak mücadelesi sahiplenilmeli, geçmişle yüzleşmenin sağlanması gerekmektedir.”
DEMİRTAŞ VE KAVALA KARARLARI
Zeytun, özellikle siyasi saiklerle yargılanan kişiler açısından yargı sürecinin kendisinin bir cezalandırma aracı haline getirildiğini, iktidar açısından makul kabul edilmeyen kişilerin hukuki dayanaktan yoksun iddianamelerle mahpus edildiğini ve artık sahte delil bile üretmeye gerek duymadan yıllarca hapis ve işkence uygulamaları dayatıldığını söyledi.
Adil yargılanma hakkı, aleyhe kanunların geriye yürümemesi, işkence yasağı gibi temel insan haklarının birçoğu ceza yargısı alanında kaldığını, ancak günümüz Türkiye’sinde bunların muhalifleri baskılamak için bir araç haline getirildiğini vurgulayan Zeytun, “AİHM’in Demirtaş ve Kavala kararlarının gereği halen de uygulanmamıştır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Aralık 2021 tarihinde açıkladığı Türkiye ile ilgili karar ve tavsiyeleri mutlaka uygulanmalıdır. Hukukun üstünlüğünü esas alan, insanlık onurunun öncelendiği genel bir adil yargı mekanizması işletilmelidir” talebinde bulundu.
'HDP’LİLER SERBEST BIRAKILMALI'
Zeytun, “Kürt meselesinin legal siyaset bağlamındaki temel muhataplarından Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerindeki siyasi ve yargısal baskılar kaldırılmalı, siyasi faaliyette bulunma ve örgütlenme hakkının gereği olarak, HDP çatısında siyaset yaptığı için hapsedilen tüm kişiler serbest bırakılmalıdır. Özellikle Anayasa Mahkemesinin adeta Demokles’in kılıcı gibi her an kapatma kararı vereceği izleniminin giderilmesi adına mevcut kapatma davası reddedilmelidir. İnsanların kendilerini özgür hissetmedikleri bir ülkede siyasetin, halk iradesinin ülke yönetimine yansıma işlevinden uzaklaşarak bir grubun başka grupları yıldırmaya dönüşeceği açıktır, nitekim öyle de olmuştur. Bu sebeple HDP’nin siyaset alanının genişletilmesi yalnızca parti mensupları veya oy verenleri değil, aynı zamanda tüm vatandaşların siyasete katılma, yönetimde söz sahibi olma gibi temel demokratik ilkelerin gereğidir” dedi.
'ÇOK DİLLİ EĞİTİME GEÇİLMELİDİR'
“Dil Hakkı, temel bir insan hakkıdır” diyen Zeytun, çok dilli eğitime geçilmesi gerektiğini söyledi. Zeytun, “İnsanların doğdukları veya sonradan edinmiş olsalar bile önceki nesillerden miras kalan dillerine sahip çıkma, onları yaşatma ve hayatın her alanında kullanma hakları engellenemez. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinde de bir hak olarak tanımlanan anadilde eğitim hakkının engellenmesi ayrıca pedogojik ve psikolojik sorunlara yol açtığı da bilinmektedir. Çocukların eğitim hakkından tam olarak yararlanması için ana dili temelli çok dilli eğitime geçilmelidir” ifadesini kullandı.
'SAĞLIĞA ERİŞİM GÜVENCE ALTINA ALINMALI'
“Devletin, tüm vatandaşların ve vatandaş olmayıp üzerinde yaşayanların temel sağlık hakkını güvence altına alması bir zorunluluktur” diyen Zeytun, şunları söyledi: “Ancak sağlık hakkına erişim; sağlık sisteminin serbest piyasa ve kapitalizme teslim edilmesi sonucu yalnızca ekonomik gücü bulunanların eriştiği özel bir hak haline gelmiştir. Özellikle son yıllarda ağır hastalıkların tedavisinde kullanılan birçok ilaç, sağlık sigortası kapsamından çıkarılmış ve insanların erişemeyecekleri hale gelmiştir. Oysa, aksine; hastalıkların tedavisinde kullanılan tüm ilaçların Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınması ve insanlar arasında sağlıklı yaşama hakkı bağlamında bir eşitlik sağlanması gerekmektedir. 2020 Mart ayı ile beraber Türkiye’yi de sarsan COVID 19 pandemisi; Devletin sağlık politikaları sebebiyle daha vahim bir hal almıştır. Öncelikle, tedaviye erişim herkesin ulaşabileceği bir sisteme oturtulmalı; yeterli sayıda sağlık personeli istihdam edilmeli, mevcut sağlık personellerinin üzerindeki baskı ve orantısız iş yükü giderilmeli, sağlık personellerine yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin önüne geçilmelidir. Hastalar açısından ise; olası bir hastalığa yakalanma halinde, işlerinden yoksun kalma korkusunu besleyen uygulamalar engellenmeli, bu konuda devlet iş hayatına olumlu müdahalelerde bulunarak ekonomik kayıplar giderilmelidir.
Son yıllarda etkisini oldukça artıran ekonomik kriz hali, kişiler açısından en temel ihtiyaçların bile karşılanamayacağı bir seviyeye gelmiş; barınma, beslenme, sağlığa erişim insani koşulların altına düşmüştür ve ne yazık ki bu kötü gidişat yanlış ekonomi politikaları sebebiyle artarak devam etmektedir. En temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı bu ekonomik bunalım hali artan kalıcı işsizlikle beraber toplumsal bir travmaya dönüşmekte ve insanları derinden etkilemektedir. Devletin acilen makul, bilimsel, şeffaf ve ekonomi ilkelerine dayanan bir çözüm paketi ile bu ekonomik bunalımdan insanları koruması ve refah düzeyini insani koşullara çıkarması gerekmektedir.”
'İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ENGELLENMEMELİ'
İfade özgürlüğünün diğer tüm hakların yanı sıra ayrıca bireysel olarak kişilerin fikirlerini açıklama hürriyeti kapsamında son derece önemli olduğuna değinen açıklamada, “Birey olmanın bir gereği olarak, kendi fikir ve görüşlerini açıklayan kişiler, diğer taraftan demokratik bir ülke olma gayesinin bir gereği olarak da korunmalıdır” tespiti yapıldı.
“Ancak özellikle Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenen Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu, iktidara muhalif neredeyse her görüşün cezalandırıldığı bir silaha dönüşmüştür” diyen Zeytun, “On binlerce insanın yargılandığı bu suç, ifade özgürlüğünün kullanılması önünde büyük bir engele dönüşmüş ve korku iklimi etkisini giderek artırmıştır. Bu ve benzeri kanun maddelerinin kapsamı daraltılmalı; ifade özgürlüğüne engel tüm uygulamalara derhal son verilmelidir.
'MÜLTECİ MESELESİ ÇÖZÜLMELİ'
Zeytun, mültecilerin mevcut durumları özellikle son yıllarda devletin yanlış iç ve dış politikaları sebebiyle toplumsal bir probleme dönüştüğüne, hukuken mülteci bile sayılmayan göçmenler ile vatandaşlar arasında çatışmalara varacak raddeye ulaşmış ve mültecilerin yaşam hakları başta olmak üzere sağlık, eğitim, iş yaşamına katılım koşulları endişe verici hale geldiğine dikkat çekti.
Zeytun, şunları söyledi: “Mültecilerin özellikle iş yaşamında düşük ücretlerle kayıt dışı ve sigortasız istihdam edilmeleri, bir tür modern kölelik halini almıştır. Herhangi bir itirazda çeşitli baskı ve tehditlerle karşılaşan mülteciler aynı zamanda toplum yaşamının dışına itilerek sağlıksız koşullarda barınmak zorunda kalmış ve özellikle mülteci çocuklarının eğitim hakları son derece yetersiz ve niteliksiz, çoğu zaman yalnızca Türkçenin öğretildiği seviyede kalmıştır. Oysaki çeşitli zorlayıcı sebeplerle ülkelerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin geçici veya kalıcı olarak yurt edindikleri ülkeler en başta asgari temel haklarını sağlamalı ve onları yerleşik halka karşı korumalıdır. Bunun yanı sıra makro düzeyde sağlıklı bir dış politika ile komşu ülkeler ile iletişim güçlendirilmeli; komşu ülkelerin iç politikalarına müdahale etmemek koşuluyla kendi iç barışlarını sağlama konusunda katkı sunulmalıdır. Mülteci meselesinin çözülmesi; iki yönlü olarak, bir yandan mülteciler ile vatandaşlar arasında iç barışın ve kaynaşmanın sağlanmasıyla; diğer taraftan ülkelerine dönmek isteyen mültecilerin terk ettikleri ülkelerine daha iyi koşullarda dönmesi adına gidecekleri ülkelerin barış ortamına katkı sunacak dış ilişkiler kapsamında sağlanmalıdır. Özellikle Suriye devleti ile komşuluk ilişkileri geliştirilmeli; barışın inşası sağlanmalıdır. Diğer taraftan mültecilerin Avrupa devletleri ile ilişkilerde adeta bir koz olarak kullanılması politikası terk edilmeli; bu onur kırıcı tutum, mültecilerin esas alındığı bir çözüm yöntemiyle giderilmelidir.”
'CİNSİYET EŞİTLİĞİ DİKKATE ALINMALI'
“Kadın cinayetleri artarak devam etmekte, kadınlar yaşamın her alanında zorluklarla mücadele etmektedir” diyen Zeytun, “Bu zorlukla günlük yaşamda devam ederken İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kabul edilemez bir geriye gidiştir” dedi.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesine tekrar taraf olması ve Sözleşme doğrultusunda çıkarılan 6284 sayılı yasanın etkin bir şekilde uygulanması gerektiğini söyleyen Zeytun, "Kadın cinayetlerinde ceza yargısının önleyici etkisi, failleri özendirir derecede işlevsiz hale getirilmemelidir. Hiçbir toplumsal norm, töre veya gelenek kadına yönelik şiddeti aklayamaz; namus cinayeti olarak adlandırılan ve kadın cinayetlerine adeta toplumsal bir kılıf olarak giydirilen cinayetler Devletin gücüyle önlenebilir, kamu gücü bu konuda üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirmelidir. Kadınların iş yaşamına katılımları önündeki engeller kaldırılmalı ve cam tavan etkisi denen, kadınların iş yaşamında yükselmesi önündeki açıkça görünmeyen engeller kaldırılmalıdır. Ayrıca kadınların iş yerlerinde taciz boyutuna varan mobbingle karşılaştıkları birçok istatistik verisiyle tespit edilmiş bir durumdur. Bu kapsamda kadınların iş yaşamına katılımını teşvik edici girişimlerde bulunulmalı ve toplumsal cinsiyet eşitliği dikkate alınarak tekrar düzenlenmelidir” diye konuştu.
'ÇOCUK CEZAEVLERİ KAPATILMALI'
“Çocuklara iyi bir gelecek hazırlamak devletin görevidir” diyen Zeytun, “Öncelikle çocuk cezaevleri derhal kapatılmalıdır. Çocuk haklarının bariz bir ihlali olan bu uygulamaya son verilmeli ve mahpus çocuklar topluma kazandırılmalıdır. Çocuk ceza hukuku kapsamında, çocuğu temel alan uygulamalar güçlendirilmeli ve kalıcılaştırılmalıdır. Bu konuda Devletin tüm idari ve adli organları, ayrıca STK’ler koordine bir şekilde çalışmalıdır. Çocuk hakları konusunda gerek ulusal mevzuat gerekse uluslararası sözleşmeler uygulanmalıdır. Aynı şekilde çocuklara yönelik şiddet ve hak ihlalleri, bu süre içerisinde devam etti. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra yurt, okul gibi kapalı kurumlar başta olmak üzere toplumsal yaşamda çocuklara yönelik artış gösteren cinsel istismar vakaları dikkat çekmektedir. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra, çatışmalı ortamların varlık gösterdiği bölgelerde sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu da çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine, yine Türkiye’de 0-6 yaş arasındaki 700’ü aşkın çocuğunun annesiyle birlikte cezaevinde bulunuyor olmasına tanıklık ediyoruz. Türkiye’de çocukların haklarını güvence altına alan koruyucu yasaların yetersizliği ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği görülmektedir” dedi.
'İNSAN ONURUNA UYGUN BİR YAŞAM'
“Açıklamaya çalıştığımız ihlaller basın açıklamasına sığdırılamayacak kadar geniş bir yelpazede cereyan etmektedir ve son derece ciddidir” diyen Abdullah Zeytun, konuşmasının devamında şunları söyledi: “Çünkü ihlaller yaygın ve sistematik bir hal almış durumdadır ve önlemeye yönelik siyasi bir irade görülmemektedir. Sonuç olarak diyoruz ki: Her koşul altında dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet, etnik ve kültürel farklılık ayrımı yapmadan BM Evrensel Beyannamesine taraf ülkelerin, yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyor, yaşam hakkının kutsal olduğu vurgusunda bulunarak özgürlüklerle dolu, insan onuruna uygun bir yaşam temenni ediyoruz.”
HAKKARİ: GÜVENLİKÇİ POLİTİKALARI KINIYORUZ
KESK binasında İHD, ÖHD ve KESK'in yaptığı ortak yaptığı basın açıklamasına HDP il örgütü de destek verdi. İHD Şube Eş Başkanı avukat Yusuf Çobanoğlu tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’de insan haklarının büyük bir saldırı altında olduğu vurgulanırken, insan onuru ve hakları için mücadeleye devam edileceği belirtildi. "Bugün Hakkari'de sivil toplum örgütleri ve muhalefet partileri üzerinde uygulanan güvenlikçi politikaları kınıyoruz" diyen Çobanoğlu, 2000 günden uzun bir süredir Hakkari'de hukuka aykırı bir şekilde uygulanan eylem ve etkinlik yasaklarının birçok hak ihlaline yol açtığını söyledi. Çobanoğlu şöyle devam etti: "Bireylerin otonomisine ket vuran, halkın demokratik tepkilerini iktidar bünyesinde abluka altına almaya çalışan baskıcı otoriter rejimin anlayışını kabul etmiyoruz. Bugün Hakkari'de muhalefet partilerinin, sivil toplum örgütlerinin sendikal faaliyetleri çerçevesinde en temel hakkı olan örgütlenme çalışmaları baskı, tehdit ve yıldırma politikası ile karşı karşıyadır."
Hakkari'deki kamu kurum ve kuruluşlarını ziyaret eden KESK heyetinin çalışmaları esnasında polisler tarafından taciz edilmesinin kabul edilemez olduğunu ifade eden Çobanoğlu, "Heyetin yürüttüğü çalışmalar esnasında, polisin İş yerleri içerisine kadar girip en temel hak olan sendikal çalışmaları engellemesi hukuka aykırı bir durum teşkil etmektedir. Hükümetin sivil toplum üzerindeki baskı politikalarına derhal son verilmelidir" dedi.
HATAY: HER GÜN HAK İHLALİ VAR
İHD Hatay Şubesi de 10 Aralık İnsan Hakları Günü dolayısıyla Antakya Parkı’nda basın açıklaması yaptı. Açıklamaya siyasi parti üyeleri, STK’ler de katıldı. Evrensel hukukun yasaklamasına rağmen işkencenin Türkiye’nin başat insan hakları sorunlarından olduğu vurgulanan açıklamada, siyasal iktidarın cezaevlerini baskı ve sindirme aracı olarak kullandığı belirtildi.
Katılımcılar adına açıklama yapan Mürsel Tonguç Salmanoğlu, Cumartesi Anneleri'nin, Galatasaray Meydanı’nda oturmalarının yasaklandığını, Van’da 5 yıldır eylem yasağı olduğunu, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, kadınlar, LGBTİ+’ların, işçiler, HDP’liler, atık kâğıt toplayıcıları, mülteciler, çevreciler ve hak savunucularının her gün hak ihlaline maruz kaldığını söyledi.
'YOKSULLUK, GÜVENCESİZLİK OHAL İLE SÜREKLEŞTİ'
Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en temel engellerden biri olan Kürt sorununda demokratik, adil bir çözümü savunduklarını vurgulayan Salmanoğlu, "Toplumsal barışın sağlanması için tüm tarafların içtenlikli, etkin programlar geliştirmesi gerekiyor. 2021 yılında kadına yönelik şiddet gerilemediği halde İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkıldı. Yine mülteciler, sığınmacılar, hem kolluğun hem de sivillerin ırkçı ve nefret içerikli şiddetine maruz kaldı. Yoksullaşma, güvencesizleşme ve örgütsüzleşme, OHAL uygulamaları ile daha da süreklilik kazandı" dedi.
'İNSAN HAKLARI GÜNÜ'NDE CEZAEVİNDEN BİR CENAZE ÇIKTI'
Basın açıklamanın ardından İHD Hatay Şubesi Eşbaşkanı Ergül Sayın, cezaevinde intihar ettiği iddia edilen Garibe Gezer’e dair açıklamada bulundu.
İHD olarak Garibe Gezer’in yaşadığı işkence ve hak ihlallerinin takipçisi olduklarını, ölümünün de takipçisi olacaklarını belirten Sayın, "Hep cezaevi kurallarında uymadığına dair hücreye alındığı söyleniyordu. Hücre dedikleri, süngerli oda işkence odaları. İntihar etmiş dahi olsa ailesi öyle olmadığını söylüyor çünkü en son konuşmalarında morali çok iyiymiş. Hücrede mümkün değil. Diyelim bir yolunu buldu yaptı onu bu raddeye getiren sürece de bakmak lazım. Tecavüz, işkence belgelendi ve hiçbir şey yapılmadı” diye konuştu.
“İnsan hakları gününde cezaevinden bir cenaze çıktı” diyen Sayın, "Türkiye’nin 90’lı yıllardan daha karanlık bir dönemden geçtiğini, AİHM kararlarını tanımayacağını gülerek söyleyen bir cumhurbaşkanı ile karşı karşıya olunduğunu; böyle bir ülkede insan haklarından bahsetmenin mümkün olmadığını" söyledi. (YURT HABERLER)