İnsan ölüsünü gömer...
Biz insanlar hangi kültürden olursak olalım ölülerimizle çeşitli ritüeller vasıtasıyla vedalaşırız. Oysa bazı iktidarlar bu vedayı bile insana çok görür. Gözaltında kaybolan, faili meçhul cinayetlere kurban giden yakınlarının kemiklerini arayan insanların ölülerini gömmesini, ölüleriyle vedalaşmasını bile istemez. Onları gazlar, joplar…
“Usulüne göre gömülmeyen her şey sonradan hortlar.”
Lacan
Cem Kertiş
İnsanı insan yapan en temel özellik nedir? Bu soruya geçmişten bugüne birçok düşünür yanıt aramıştır. Düşünürlerin çoğu ‘akıl’ cevabını vermiştir. İlk bakışta, bizi, bitki ve hayvanlardan ayıran en temel özelliğin akıl olduğu gerçeği yadsınamaz. Peki, biz insanlar aklımızın efendisi miyiz? Psikanalist Sigmund Freud bu soruya hayır cevabını vermiştir. Ona göre bilinçdışımız, doğru ya da yanlış, aldığımız birçok kararın belirleyicisidir. Toplum tarafından kabul edilmeyen arzu, dürtü ve çatışmalarımız Freud’a göre bilinçli sandığımız seçimlerimizin belirleyicisidir. Ez cümle, insanoğlu aklına bütünüyle mukayet olabilen bir canlı değildir. İnsanoğlu yüzlerce yıl dünyayı evrenin merkezinde sanmıştır. Yıldızların, güneşin, kısacası bütün âlemin dünya ve insan için yaratıldığı yanılgısıyla yaşamıştır.
Bir başka söyleyişle, Copernicus’dan önce insanoğlu evrenin merkezinde olmanın onur ve gururunu yaşıyordu. Copernicus buluşlarıyla bir devrim yaptı ve insana gerçeği gösterdi. Sonsuz evrende öylesine bir yerdeydik. Güneş dünyanın etrafında dönmüyordu, aksine onun etrafında dönen dünyaydı. Ve bugün biliyoruz ki uzayın derinliklerinden gelen yeterince büyük bir meteor dünyaya çarparsa dünya yok olabilir. Bütün uygarlık, dinler, kitaplar, romanlar… hiç var olmamışçasına tuz buz olabilir. Bütün tarihimiz silinip gider.
İNSANOĞLUNUN AYIRICI ÖZELLİĞİ NEDİR?
Peki, biz bu dünyadaki varlıkların en özeli miyiz? Biricik miyiz? Darwin de bize hayır dedi. Ona göre bütün canlılar akrabaydı. Manolya da böcek de bizim akrabamızdı. En yakın akrabamız ise maymundu.
Öyleyse, insanoğlunun ayırıcı özelliği nedir?
Vercors’un Les Animaux denatures (Ucube Hayvanat) isimli romanından bahsedeceğim. Bir grup İngiliz bilim insanı, insan ile hayvan arasındaki kayıp varlığı keşfetmek için Yeni Gine’de yolculuğa çıkar. Umdukları, insanın atalarına ait fosilleri bulmaktır. Ancak çok ilginç bir şey olur. Ağaçlar yerine mağaralarda yaşayan bir maymun kolonisine rastlarlar. Hayrete düşen bilim insanları onlara “Tropiler” ismini takar. Tropiler, çok ilkel de olsa dile de sahiptirler. Dahası, Tropiler ölülerini gömmektedirler. Bu durum şu soruyu akla getirir: Tropiler’i insan yerine mi yoksa hayvan yerine mi koymak gerekir? Gruptan biri onları köleleştirmek için evcilleştirme işine girişir! Şayet yaratıklar hayvansa sorun yoktur; ama onları insan olarak kabul ederlerse bu yapılan suçtur. Kitabın esas kahramanı dişi bir Tropi’yle cinsel ilişkiye girer ve bu dişi hamile kalır. Biyologların büyük çoğunluğu sadece aynı türden canlıların çiftleşme sonucu aralarında çoğalabildiklerini kabul ettikleri için bu durum bilim insanlarının şaşkınlığını daha da arttırır. Doğan çocuk insan mıdır yoksa hayvan mı? Baba ilginç ve korkunç bir şey yapar. Bu soruya adaletin cevap vermesi için çocuğunu öldürür.
Dünyayı heyecanlandıran bir dava başlar. Mahkemeye çağrılan bilirkişi heyetinin içinde ilahiyatçılar, düşünürler, biyologlar, antropologlar… vardır. Heyet bir türlü karar veremez. Kurgu bu ya, insan olma ölçütünün belirleyicisi hâkimin eşi olur. Kadın der ki: Tropiler, doğayla aralarına mesafe koyan canlılardır. Yani onlar metafizik canlılardır; çünkü ölülerini gömüyorlar.
Hayvan doğayı sorgulayamaz, doğayla arasına mesafe koyamaz. Tropiler, ölülerini gömerek geçmiş, gelecek ve şimdinin bilincine sahip olduklarını göstermiştir. Rousseau’nun dediği gibi “Hayvan doğayla birdir. İnsan ikidir.”
Biz insanlar hangi kültürden olursak olalım ölülerimizle çeşitli ritüeller vasıtasıyla vedalaşırız. Oysa bazı iktidarlar bu vedayı bile insana çok görür. Gözaltında kaybolan, faili meçhul cinayetlere kurban giden yakınlarının kemiklerini arayan insanların ölülerini gömmesini, ölüleriyle vedalaşmasını bile istemez. Onları gazlar, joplar…
‘Müslümanlar’da ölüye saygı esastır oysa.
Not: Kitabın özeti yazılırken Luc Ferry’nin Gençler İçin Batı Felsefesi kitabından faydalanılmıştır.